Kentsel dönüşümün amaçlarından biri, "yoksulların şehir merkezinden dışarı atılması". Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin "kentsel dönüşüm projesi"nin kurbanı Tavşantepe Mahallesi'nin Kireçocakları mevkiinde yaşayan Romanlar yaşamı ve kentsel dönüşümü anlattı.
Yapılan projeler, ulusal ve uluslararası sermayeye ve onların uygulayıcısı, sözcüsü olanlara kazandırdığı rant bir tarafa, yoksulların ve zenginlerin sınıfsal farlılıklarının yanına, mekansal ayrışmayı da ekliyor. Depremden sonra sağlam zeminli toprakların önemini kavrayanlar, önceden yoksulların oturduğu, gecekondu mahallelerinin yer aldığı tepeleri kendisine devşirip kapma telaşında.
Belediyeler, kent yoksullarına, gecekonduları tapulu olsun ya da olmasın yapılacak konutlardan vermekten kaçınıyor. Çünkü kentsel dönüşümün amaçlarından biri, 'yoksulların şehir merkezinden dışarı atılması'...
Özellikle Latin Amerika ülkelerinden bildiğimiz yüksek duvarlı, elektrikli tellerle çevrili zengin mahallelerinin yanında, yoksulların yaşadığı derme çatma evleri ve açlığı ülkemizde de göreceğimiz günler ne yazık ki çok uzak görünmüyor. Kentsel dönüşüm, en temel insani ihtiyaçlardan biri olan barınma hakkını hiçe sayarken, karşısında güçlü ve sürekli bir hak alma mücadelesini ve direnişi görmediği müddetçe de hızını hiç kesmeden yol almaya devam edecek gibi gözüküyor.
Kitle iletişim araçlarını, yöneten olmanın rahatlığıyla istedikleri gibi kullanma olanağına sahip olan yerel yöneticiler, özellikle televizyonlar ve gazeteler aracılığıyla vaatlerde bulunup, yaptıklarını yapacaklarını anlatırlar.
Son dönemde anlatılanların başında yeni konutlar, battı çıktı yollar, çevre düzenlemeleri geliyor. Belediye Başkanları her fırsatta projelerinin önemini anlata dursun, kent yoksulları kendilerini ifade etme olanağı bulamıyor.
Hayalet çocuklar
Kadınlar, erkekler ve çocuklarla işleri, evleri, eğitim, sağlık ve dönüşen kent hakkındaki düşüncelerini paylaşmak üzere minibüsten inerek yürümeye başladığımız Kireçocakları'nda, bir anda meraklı bakışların odağında hissettik kendimizi...
Sabah saatleri olması dolayısıyla, bohçacılık yapan kadınlar, minibüslere yetişip işe gitmenin telaşı içerisindeydi. Bu kadınlar, akşama sofraya konacak ekmeği kazanmak için çeyizlik eşyalar bulunan bohçalarıyla, orta ve üst gelirli evlerin kapılarını aşındıracaklardı.
Bu koşuşturmacanın içinde bizi belediyeci zannedenden, onlara yardım etmeye geldiğimizi sananlara kadar her türlü yorumla karşılaştık. Bakkalın önünde konuştuğumuz, bize yaptıkları işi anlatan 65 yaşındaki Gülizar Gezgin, "depremden beri çeyizlik eşyaların satışı zorlaştı, artık temizlik bezi satmaya başladım" derken, buralarda hayata karşı koyabilmenin ne kadar zor olduğunu ifade ediyordu.
Yol üzerinde kim olduğumuzu, nerden geldiğimizi soranlara cevap vere vere yürürken, sokaklar yukarıdan akan suyun etkisiyle çamur deryasıydı. Pis suları ve çamuru kendine oyuncak etmiş çocuklarsa, hastalanabileceklerini bilmeden güzel havada sokakların tadını çıkarıyordu. Bölgeyi bilmeyenlere söylemek gerekiyor, bu görüntüler, şehir merkezinden çok uzakta değil, şehirlerarası otobüs terminaline çok yakın bir yerden. Devletin nüfus kayıtlarında varlığı bulunan, gündelik yaşamda ise sadece seçimlerde hatırlanan bu hayalet bölgenin hayalet çocukları için yaşam herkesinkinden daha zor.
Hayalet bölge, çünkü varlıkları ya da yoklukları yöneticileri pek etkilemiyor. 40-50 yıldır fiziki anlamda var ama aslında yoklar.
"Ev istiyoruz"
Yolu takip ederken bir kadının evinin önünde leğende çamaşır yıkadığını, erkeklerin ise kömür sobasını tamire koyulduğunu görüyoruz. Çocuklarsa bu durumu kendilerine eğlence yapıp koşuşturma içinde. (Sonradan öğreniyoruz ki bu soba çöpe bırakılmış. Kömür sobasına ihtiyacı olan aile almak zorunda kalmış)
Yanlarına giderek, kendimizi tanıtıp konuşmak istediğimizi söyleyince çekinerek de olsa bizi kırmıyorlar.
Cemil Tanaç çok dolu ve kızgın. Kentsel dönüşüm dediğimizde sanki yarasına tuz basıyoruz. "Bizim parada pulda gözümüz yok. Belediyeden ev istiyoruz. Yıllardır yaşadığımız bölgeyi, komşularımızı seviyoruz. Buradan ayrılmak istemiyoruz" diyor Cemil Bey.
Sohbet hararetlenince de, "Ben ise hurdacılık yaparak geçimimi sağlıyorum. Sigortam yok. Bir evim var onu da alıyorlar. Biz buradan taşındığımızda, yapılacak evlere, zenginler gelip oturacak." diyor.
Kadınlar araya girip dolu gözlerle anlatmaya koyuluyor...
"5 bin Yeni Türk Lirası teklif eden belediyenin bu parayla değil ev, at arabası bile alınmayacağını bilmesini istiyoruz. Biz geçinmek için hurda topluyoruz. Kömüre ayıracak paramız yok. Bu yüzden ısınma sorununu sokaklardan kömür toplayıp çözüyoruz. Bunları kendimizi acındırmak için söylüyoruz sanmayın, biz onurumuzla yaşamaya devam ederiz. Yalnız tek istediğimiz, başımızı sokacak bir evimiz olsun. Çocuklarımız sokakta kalmasın."
AKP'nin oy istemek için kapılarına geleceğini söyleyen kadınlarda biri, "istedikleri kadar dozer getirsinler, benim ve ailemin sahip olduğu tek şey bu derme çatma ev, onlara bunu vermeyeceğim. Onlara buradan tek oy bile yok" dedi.
AKP'li belediye (onların deyişiyle) hem evlerini yıkmak istiyor, hem de seçim yaklaşıyor diye yaranmaya çalışıyor. Özellikle kadınlar bu sefer seçim vaatlerine kanmayacakmış gibi görünüyor.
Roman olduğumuz için mi?
Yine Cemil Tanaç ve ailesinden öğreniyoruz ki, çocukların okul için, gidiş ve geliş olmak üzere toplam 2 kilometre yol yürümesi gerekiyor. Eskiden daha yakında bulunan Yarbay Refik Cesur İlköğretim okuluna gidebilen çocuklar, şimdilerde buraya kayıt olamıyor. Çünkü bu okulun öğrenci alım bölgesi içerisinde, yakın olmasına rağmen Kireçocakları yer almıyor.
40-50 yıllık bu yerleşim yerinde sağlık ocağı, çocuk parkı gibi, insani ihtiyaçların karşılanabileceği olanaklar hiç olmamış. Akıllarında hep bir soru var. ('Acaba' ile ifade ediyorlar, çünkü her şeye rağmen böyle olmadığını umuyorlar) "Mahallemize, yıllardır hizmet getirilmemesinin ve şimdi de evlerimizin yıkılmak istenmesinin nedenlerinden biride Roman olmamız mı?"
Etnik kökenleri ve kültürleriyle ilgili sorduğumuz soruları ikinci sınıf insan muamelesi gördüklerinden olsa gerek cevaplamaktan hep kaçındılar...
Niye biz?
Kireçocakları'n da ikinci durağımız Ötüm Büfe. İçeride büfe sahibi Muzaffer Bey ve arkadaşları oturuyor. Burada gündüz kadınları bulmak zor, çalışmaya gidiyorlar. Erkekler için ise aynı şey geçerli değil. Çünkü onların çoğu işsiz ya da yarı işsiz. Zamanlarını mahallede geçiriyorlar. Onlar anlatıyor, biz dinliyoruz...
Bize karşı güvensizliklerini belirtmeden geçmiyorlar. Çünkü daha önce de röportaj yapan gazeteciler olduğunu, ancak yayınlanmadığını söylüyorlar. Onlardan, bölgede şimdiye kadar yıkılan altı ev olduğunu öğreniyoruz. Evlerin hepsi tapusuz. Yıkımların, bölge halkının tepkisi üzerine durduğunu söylemeden geçmiyorlar:
İşte ifadeleri...
"Bekirpaşa Belediye Başkanı Abdullah Köktürk'den ve Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu'ndan memnun değiliz. CHP döneminde, bölgemizden çok sayıda kişi belediyede çalışıyordu. Onlar şimdi işsiz kaldı..."
"Karakola sorabilirsiniz"
Olanlara anlam veremiyorlar. Hatta bize soruyorlar, İstanbul'da da Kocaeli'de de hep Romanların ve yoksulların evleri yıkılmak isteniyor, sizce bunun nedeni ne diye...
"Kireçocakları'nda yaşayan herkes onurludur. Seçim zamanlarında dağıtılan erzaktan, altınlardan hiçbir şey almayız. Karakola sorabilirsiniz. Romanların hiç biri hırsızlıktan, kapkaççılıktan karakola düşmemiştir. Herkes bizden memnundur. Etrafımıza zarar vermeden, kendi yağımızla kavruluruz. Biz düşünüyoruz da, herkes gibi vergimizi verirken, askere giderken niye evlerimizden oluyoruz."
Muzaffer Bey ve arkadaşı Mehmet Alakuş, ev istediklerini, ama şehirden uzak olmaması gerektiğini belirtiyorlar. Ve "Çoluk çocuk aç kalmak istemiyoruz, bizi ancak çoluğu çocuğu olanlar anlar" dediler.
Merak ediyoruz. Acaba, belediyenin evlerini istimlak etmek istemeleri üzerine ne gibi hakları var ya da düşüncelerini bize ifade ettikleri gibi tüm Kocaeli halkının duyması için bir şey yapmışlar mı diye...
Belediye yetkilileri ve avukatlarla konuştuklarını, ama bir sonuç alamadıklarını söylüyorlar. İnsan hayatının beklide en kötü duygularından birini onların bakışlarında, konuşmalarında hissediyoruz.
Bu duygunun adı umutsuzluk... İzin isteyip ayrılıyoruz Ötüm Büfe'den.
"Tek eksik olan tapuydu"
Şimdi bölgenin tek kahvehanesi...
Kahvehane sahibini dışarı çağırması için birinden yardım isterken, içeriden ellili yaşlarda bir kişi bağırıyor.
"Gel kızım gel, sana çay söyleyeyim"...
Bizi oyun oynadıkları masaya davet ediyor. Kahvehane tıklım tıklım, çoğu da genç. Daha biz bir şey söylemeden anlatmaya başladılar...
"Yıllardır burada yaşıyoruz. Mezarlığımız bile burada. Evlerimize göz koydular. Siyasetçiler bizi aldattı. Yalan söylediler. Biz garibanız ve eziliyoruz. Bu mahalleye yatırım yapmadılar. Alt yapı, üst yapı yok, şimdi de kötü gözüküyor diye yıkmak istiyorlar."
Bir taraftan onları dinleyip, not almaya çalışırken, İsmet Halıcıoğlu'yla tanışıyoruz. İsmet amca 63 yaşında 11 kişilik ailesi var. 23 yıldır oturduğu evi geçen yılın Eylül ayında belediye ekiplerince yıkılmış. Kasım ayına kadar çadırda yaşamak zorunda kalmışlar. Şimdi ise komşularının evinde tek odada kalıyorlar.
Soruyoruz, peki o kağıdı niye imzaladın, yıkımı niye kabul ettin?
İsmet Amca, belediye yetkilileri evine geldiğinde onları geri çevirmiş. Ancak çok ısrar edilince görüşmeye belediyeye gitmiş. Burada kendisine, ev verileceği söylenince okuma yazması olmadığı için üzerinde ne yazdığını bilmediği kâğıdı imzalamış.
Bunları anlatırken gözleri doldu. Cebinden o günden beri sürekli taşıdığı 23 yıl önce elektrik ve su idaresinden verilen kâğıtları çıkardı. "Tek eksik olan tapuydu" dedi.
Kahvehanedeki işsizler
Kahvehanede 26 yaşındaki Ersin'le tanışıyoruz. Ersin işsiz, ilkokul mezunu ama yöneticilerden çok daha bilgili olduğunu çünkü hayatı bildiğini söyleyerek başlıyor söze. Ersin, "kahve ağzına kadar dolu, gençler işsiz. Kimse keyfinden oturmuyor burada. Hükümette, belediye başkanları da sadece konuşuyor. İcraat yok. Geleceklerimizi çaldılar, şimdi de evlerimizi alıyorlar. Bunların hesabını vermeliler" diyor.
Kahvehanede toplantı yaptıklarını ve Abdullah Köktürk'ü de çağırdıklarını, ama kimsenin tenezzül edipte gelmediğini anlatan Ersin kızgınlığını "bizi muhatap görmüyorlar" diyerek dile getiriyor.
Burada tanıştığımız gençlerin çoğu ilkokul mezunu. Yoksulluk yüzünden çalışmak zorunda kalınca okuyamadıklarını söylüyorlar. Ayrıca, bu insanlar sağlık sorunlarını da çözmekte zorlanıyor. Bir kısmının yeşil kartı var, ama herkes onlar kadar şanslı değil. Hastaneye gittiklerinde para istendiği için, muayene olamayıp evine geri dönenlerin sayısı azımsanmayacak kadar.
Gençler, yaşadıkları sorunları paylaşırken, artık kendi kuşaklarının mahvolduğuna, kahve köşelerinden çıkma şanslarının kalmadığına inanmış gözüküyor. En azından kendi çocuklarının bu sorunları yaşamaması için yöneticilerden hesap vermelerini istiyor ve sisteminde değiştirilmesi gerekliliğine inanıyorlar.
Konut inşaatının kıyısındaki gecekondu
Ersin bize mahalleyi gezdirmek istiyor. Onunla birlikte, tüm ara sokakları dolaşmaya çıkıyoruz. Çünkü gençler her şeyi iyice görüp öyle yazmamızın onlar için daha faydalı olacağını düşünüyorlar. Bu gezi sırasında fark ediyoruz ki, 10 gün önce geldiğimizde TOKİ inşaatları gecekondulardan çok daha uzaktaydı. Şimdi ise konut inşaatının kıyısında kalmış gecekondular var mahallede...
Hemen inşaatın kenarındaki tek katlı evlerden birine doğru yöneliyoruz. Kadın ve çocuklar evlerin önünde oturuyor.
Evinizi yıktıracak mısınız, belediyeyle görüştünüz mü demeye kalmadan, "gelecekleri varsa görecekleri de var. Öylede, böyle de sokakta kalacağız nasılsa" yanıtını alıyoruz.(ÇÇ/EÜ)
* Fotoğraflar: Tolga Subaşı.