Daha şimdiden şehirde eski iktidar sahiplerinden bir kaçının Galata köprüsü üzerindeki sokak fenerlerinin direklerinde son nefeslerini verecekleri yolunda konuşmalar duyulmaya başladı.
1 Kasım 1918'de, İstanbul'da, Alman Akdeniz Filosu Karargahı' nda Türkiye'nin 1914 yılında bizim yanımızda savaşa girmesini borçlu olduğumuz, düşen hükümetin bakanlarına nasıl bir yardımda bulunabileceğimiz konuşuldu.
Bunun üzerine karargahın en genç subayı olarak ben öne çıkarak, paşaların kaçırılmasını gerçekleştirecek bir planı hazırlayabileceğimi belirttim.
Akşam saat 9'da Türk Askeri Demiryolları karargah subayı Yüzbaşı Kurz'la birlikte arabaya binerek Galata köprüsüne gittik. İzimizi silmek için köprünün tam ortasında arabadan inerek, geri gönderdik.
Köprünün İstanbul yakasında askeri demiryolları karargah başkanının küçük gemisi hazır bekliyordu. Hemen boğaza açıldık. Kız Kulesi önüne geldiğimizde borda fenerlerini kaldırdık. Saat akşam 10'a doğru gemimiz (Buralarda bu tür küçük gezinti gemilerine "Muş" deniyor) sessizce Moda rıhtımına girdi.
Rıhtımda gemimizi bağlamıştık ki, bir takım beyler gemiye doğru dikkatlice yaklaştılar ve daha önce anlaştığımız parolayı (Enver) söylediler.
Gemiye eski Başbakan Talat Paşa, eski İstanbul Valisi (Bedri Bey -çv.) ve 5 kişi daha bindi. Herkesin yanında yalnızca küçük bir bavul vardı. Benim davetim üzerine bu beyler geminin kamarasına girdiler ve hemen başlarındaki fesleri çıkararak birer şapka taktılar.
Birkaç dakika sonra gemimiz ışıksız olarak denize açıldı. Kadıköy'ü geçerek kuzeye doğru yol aldık. Üsküdar'ı geçtikten sonra Ortaköy hizasında yönümüzü değiştirerek Avrupa yakasına yaklaştık, borda fenerlerini yerleştirdikten sonra Arnavutköy'de sessizce kıyıya yanaştık.
Cadde sokak lambalarınca çok iyi aydınlatılmıştı. Fakat sokaklarda kimsecikler, gelen giden yoktu. Bu nedenle Yüzbaşı Kurz'la birlikte kıyıya çıkarak, ileri geri yürümeye başladık. Sonunda bir gurup beylerin köşeyi dönerek bize doğru geldiklerini gördük.
Moda rıhtımının zifiri karanlığına karşın, Arnavutköy kıyısının aydınlığı gelenlerin tanımamızda zorluk çıkarmadı. Enver Paşa yanındaki baylarla birlikte gemiye binerek kamaraya geçti ve Moda'dan aldığımız arkadaşlarını selamladı.
Geriye yalnız eski Donanma Bakanı muhteşem Cemal Paşa kalmıştı. Enver Paşa'nın emir subayı, Cemal Paşa'nın boğazdaki villasının önünden gemiye bineceğini söyleyince, hemen denize açıldık.
Hızlı bir biçimde önce şehre doğru yol almaya başladık. Ortaköy'deki beyaz camiyi geçtik. Yanlız Arnavutköy'de gelenleri gemiye alırken rıhtımdaki bazı evlerden izlenmemiz içime bir kurt düşürmüştü.
Galata rıhtımına varmadan geriye dönerek ışıksız olarak tam yol boğazın karşı kıyısına, Asya tarafına yöneldik. Gemimizden, boğazdaki yalıların silüetleri ve evlerin gölgelerini görüyorduk.
Anadolu ve Rumeli Hisarlarını geçtik. Tam bu anda gemide kısa bir sarsıntı oldu. Gecenin zifiri karanlığı nedeniyle göremediğimiz çevredeki balıkçı kayıklarından küfürler yağmaya başladı.
Anlaşılan gemimiz Anadolu hisarının balıkçılarının ağlarına takılmıştı. Fakat şansımıza, ağ kopmuş, geminin pervanesi de ağa sarılmadan durmuştu. Heyecanlı anlar yaşadıktan sonra yola devam edebildik. Çünkü kuzeyden gelen akıntı nedeniyle sürüklenmeye başlamıştık ve duran motoru çalıştırmak hayli zaman almıştı.
Saat 11'de Boyacıköy koyuna girdik. Biraz ileride İstinye'de "Yavuz" gemisi iskeleye bağlı olarak duruyordu. Işıklarımızı yakar yakmaz, bir küçük bir kayıktan ışıkla bir işaret geldi ve kayık gemimize doğru yaklaşmaya başladı.
Bir zamanların korkulan muhteşem Cemal Paşası gemimize bindi. Bundan 13 ay önce Cemal Paşa'ya mesleğinin doruğunda bir Donanma Bakanı olarak, Berlin'de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nı ziyareti sırasında karşılaşmam benim içim unutulmaz bir anıydı. Cemal Paşa da yanına bir küçük bavul almıştı. İçeri girer girmez o da fesini çıkararak bir şapka giydi.
İstinye koyunu geçerek yola devam ettik. Koyda "Yavuz"un ışıkları göz kamaştırırken, "Midilli"nin yeri boş duruyordu. Gece yarısına doğru Tarabya önlerinde R-1 torpidosunun borda iskelesinin önünü yanaştım.
Eskiden Rusların Karadeniz filosuna ait olan bu muhrip bir kaç haftadan beri Alman personeli ve bayrağı ile görev yapıyordu. Borda merdiveninde beni karşılayan nöbetçi subaya hemen bütün kazanlarına istim vermesini söyledim. Türk konuklarımızı geminin geniş ve ferah kaptan kamarasına bıraktıktan sonra ben gemimle Tarabya'ya gittim.
Deniz kuvvetlerinin rahibi Müller'in evinin önünde kıyıya yanaştım. R-1 torpidosunun kaptanı, Rahip Müller'in yakın arkadaşıydı ve onun evinde kalıyordu.
Rahip Müller (Şimdi Almanya'da Protestan Kilisesi'nin Başpiskoposu oldu) bu gece yarısı ziyareti karşısında epeyi şaşırdı. Biraz sonra gemi kaptanını gemisine götürdüm ve Türk konuklarımızı mümkün olduğunca hızla Sivastopol'e götürüp karaya çıkarma emrini eline verdim.
Geminin kaptan kamarasındaki yuvarlak masa etrafında toplanmış sessizce oturan Türk konuklarımızın ellerini sıktım. Bu kişiler kendilerini belirsiz bir geleceğin beklediğini biliyorlardı.
Fakat bir zamanların Türkiye'nin en güçlü üç kişilerinin, Talat, Enver ve Cemal'in sonunun, bir kaç yol sonra yabancı diyarlarda feci bir şekilde olacağını hiç kimse bilemezdi.
Gemi kaptanı ile vedalaşarak ayrıldım. Şehre geri dönerken bu arada "Yavuz" gemisine kısaca uğradım ve geminin Alman personelinin 3. Kasım günü gemiyle Rusya'ya gönderileceği haberini verdim.
2 Kasım (Cumartesi) günü sabah saat 8'de R-1 torpidosu telsizle Türk karasularını terk ettiğini ve açık denizde olduğunu bildirdi. Askeri nedenlerle 8 aya yakın bir süre daha İstanbul'da kaldım.
Bu süre içinde İngiliz ve Fransız subayları, çok kez bana, paşaların ne zaman ve nasıl yurt dışına çıktıklarını bilip bilmediğimi sorup durdular!
Sonrası Koramiral Albert Hopman anılarında
Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Rebeur-Paschwitz bana şu haberi yolladı.
"Osmanlı ordusundaki görevimi Türk amirallere bıraktıktan ve 'Yavuz' gemisi de Türk denizcilerine bırakma emrini verdikten sonra (devir teslimi 2 Kasım 1918'de gerçekleşti) 1. Kasım günü Nikolayev kentine gitmek üzere Karadeniz'e açıldık. Ayrıca İstanbul'da bulunan iki torpidobotu da Sivastopol'a yolluyoruz."
Gerçekten de ertesi gün 3 Kasım 1918 Pazar günü bu torpidolardan biri sabah saat 8'de Sivastopol limanına girdi.Geminin kaptanı (Yüzbaşı Alfred Kagerah) hemen benim karargahıma gelerek, Enver, Talat ve Cemal Paşaların yanında olduğunu ve Almanya'ya gitmek istediklerini ve bunun çok gizli kalması gerektiğini söyledi.
Gidip eski dostların ellerini sıkmak istedim- fakat gizlilik gereği bundan vazgeçtim. Karargahımız "Kist" otelindeydi.
Enver- kara gözlük takmış ve kılık değiştirmiş olarak karargaha gelmiş ve kurmay subayım Yüzbaşı Wieting'e kendini başka bir adla tanıtarak, donanmada Kafkasya'ya gidebileceği herhangi bir araç olup olmadığını sormuş. Kurmay başkanım da olumsuz yanıt vermiş.
Sonra otelin koridorunda Enver'le karşılaştık. Onu tanımama rağmen, tanımamış gibi yaptım. Sonradan öğrendim ki, bir tatar yelkenlisi ile Novorossisk limanına gitmek üzere Karadeniz'e açılmış fakat fırtınaya yakalanarak Kırım kıyılarına sürüklenmiş, ondan sonra büyük maceralarla Kafkasya'ya ulaşabilmiş."
Yüzbaşı Hermann Baltzer (1888-1967): 1915 yılından itibaren Alman Deniz Kuvvetleri merkezinde görevliydi. Orada Cemal Paşa'yla karşılaştı. Ekim 1917'den itibaren İstanbul'daki Osmanlı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargahı'nda Fırat nehri üzerindeki Türk gemileri birimini yönetti.
Ocak 1918'de karargahın Deniz Taşıma Birimi Başkanı oldu. Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası uzun süre İstanbul'da kalarak Türkiye'deki Alman askeri personelin Almanya'ya dönüşünü organize etti.
Rahip Ludwig Müller: Almanya'da rahip olarak görev yaparken, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Din Hizmetleri Bölümü'ne girdi. En son olarak Türkiye'de görev yaptı.
Kasım 1918'de Almanların yenilgisinden Musevilerin sorumlu olduğunu savundu. 1931'de Nazi partisine (NSDAP) üye oldu. Hitler 1933'de iktidara geldikten sonra Alman Protestan kiliseleri Başpiskoposluğu'na getirildi. 1945'de öldü veya intihar etti.
Deniz Yüzbaşı Alfred Kagerah: Mart 1915'den itibaren Türk deniz kuvvetlerinde göreve başladı. Kasım 1918'den itibaren Türk Torpitobot Filotilla Komutanı oldu. Ağustos 1918'den savaş sonunu kadar Karadeniz'de Alman küçük gemi filotilla komutanı olarak görev yaptı.
Koramiral Albert Hopman: Enver Paşa'nın Almanlardan isteği üzerine Türk Donanma Bakanlığı'nda yapılacak reformlar için bir tasarı hazırlaması amacıyla 21 Ocak 1916'da İstanbul'a geldi. Planını hazırladıktan sonra 20 Mayıs 1916'da Almanya'ya geri döndü.
Ekim devrimi olduktan sonra Ruslarla yapılan Ateşkes-Komisyonu Başkanı olarak 24.12.1917'de Karadeniz'in Odesa limanında karargahını oluşturdu.
3 Mart 1918'de Brest Litowsk'ta Ruslar'la Almanlar barış anlaşması imzaladıktan sonra, Nisan 1918'de Sivastopol kentine gelerek barış antlaşması gereği deniz trafiğini denetleyen Askeri Deniz Teknik Komisyonu Başkanlığı'na getirildi.
Antlaşma gereği, Karadeniz'de Rus donanmasının elindeki işe yarayan gemilerin Türk-Alman deniz kuvvetlerinde görev yapması sağladı.
Dr. Mete Soytürk: Neden Almanya'ya kaçtılar?
Kaiserslautern'de göz hekimi olarak çalışan, ama bunun yanı sıra özellikle 1'nci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Türk-Alman ilişkileri üzerine araştırmalar yapan Dr. Mete Soytürk, okuduğu Türkçe kitaplarda paşaların İstanbul'u nasıl terk ettiklerine dair farklı açıklamalar yer aldığını, Alman yazarların da bu konuda zaman zaman hatalar yaptığını belirtiyor.
"Türk-Alman Askeri ilişkileri ile yayınların bir bölümünü okuduğun için sorunun yanıtı bende vardı" diyen Soytürk, Baltzer'in arşivlerden çıkardığı yazısıyla ilgili olarak şöyle diyor:
"Bir çok yazar ve tarihçinin değişik değişik tarihler verdiği kaçış veya kaçırılma öyküsü işte bu. Bazı yazarlar Odesa'ya varıldığını yazarken, bazı yazarlar da denizaltı gidildiğini yazmaktalar.
"O sıralar Almanların bazı denizaltıları İstanbul'daydı. Bu doğru. Ancak paşaları kaçırdığı ileri sürülen denizaltılardan biri Adriatik'te Avusturyalıların Pola limanında, diğeri de Kuzey Denizi'nde bulunuyordu."
Paşaların neden o dönemdeki tarafsız bir ülkeye değil de Almanya'ya gittikleri sorusuna yanıt arayan ve aslında onların Almanya'ya kaçmaya ikna edildikleri sonucuna varan Soytürk tarihçilere de şöyle sesleniyor:
"Burada şöyle bir soru akla geliyor. Bu paşalar neden bağımsız bir ülkeye diyelim, İsviçre'ye, Danimarka'ya, Hollanda'ya gitmediler de, gittiler Almanya'nın göbeğine Berlin'e. Savaşın sonunda Alman İmparatoru Wilhelm kaçarak, tarafsız bir ülke olan Hollanda'ya gitmiştir.
"Diğer bazı önemli Alman generalleri de olaylar durulana kadar geçici olarak tarafsız İskandinav ülkelerine gitmişlerdir. Zamanın Türk ordusunun Genel Kurmay Başkanı olan General Hans von Seeckt anılarında Enver'le 20.10.1918 tarihinde yani kaçırılmadan iki hafta önce görüştüğünü ve kendisine Almanya'ya gelmek istemesi halinde boğazda hazır tuttuğu gemilerden birini verebileceğini söylemektedir.
" Neden nötral bir ülkeye gitmek yerine Almanya'ya. Hele Enver, İngilizler kendisini tutuklamak için geldiğinde çarpışarak ölmek istediğini belirtmesine rağmen.
" Bence olası bir İngiliz işgalinde, Almanlar Enver ve arkadaşlarının sorgulanmaları durumunda, Almanya aleyhine konuşmalarını istemediler ve Almanya'ya gidiş konusunda şöyle veya böyle ikna edildiler. Bu Paşalar da Almanya'da yazdıkları anılarında Almanya için hiç aleyhte bir sözcük kullanmamışlar. Tarihçilerimizin dikkatine." (HB/MS/BA)
* Hermann Baltzer Emekli Deniz Yüzbaşı, O dönem Alman Akdeniz Filosu* Karargahı'nda kurmay subay.
** (Das romantische Ende der drei großen Türken der Kriegszeit, Talaat, Enver und Dschemal Pascha Eine Erinnerung an den 1. November 1918, Von Kappitänleutnant a.D. Baltzer, Leipzig, s.Z. Admiralstaboffizier im Stab der Deutschen Mittelmeerdivision in Konstatinopel )
*** Orientrundschau, Kasım 1933, sayfa 121-122
**** Türkçe'ye çeviren: Mete Soytürk
***** Admiral Albert Hopman: Das Kriegstagebuch eines deutchen Seeoffiziers, Berlin 1925 sayfa 312 ve Winfried Baumgart: Vom Brest-Litovsk zur deutschen Novemberrevolution. Göttingen 1971 sayfa 634, Çeviren: Mete Soytürk)