Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 2011’de düzenlenen 36. Genel Konferansı’nda, Bilgi ve İletişim Komisyonunca kabul edilen bir öneriyle 13 Şubat’ı “Dünya Radyo Günü” olarak ilan etti.
Bu yıl, “Radyo ve İklim Değişikliği” temasıyla kutlanıyor.
Apaçık Radyo’dan Ömer Madra ve Özdeş Özbay, Dünya Radyo Günü vesilesiyle, İstanbul Üniversitesi Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Fırat Tufan’ı konuk etti. “Radyoda demokrasi, demokraside radyo” başlıklı yayında, radyonun toplumsal işlevi, topluluk radyosu kavramı ve bu radyoların demokrasi ve iklim krizi mücadelelerindeki işlevi konuşuldu.
AÇIK RADYO İLE 30. YIL SÖYLEŞİSİ
Topluluk radyoculuğunun öncüsü: Açık Radyo
2 Ağustos 2024
apacikradyo.com.tr’de tam metni yayımlanan sohbetin bir bölümünü bianet okurlarıyla paylaşıyoruz:
Ö. M: Bu yıl, bizim de neredeyse 30 yıldır üzerinde durduğumuz, yeryüzündeki tüm canlılar için en büyük tehlike olan iklim değişikliği konusunda, doğru bilgileri yayma ve bu mücadeleye katkı sağlama teması öne çıktı. Radyo ve İklim Değişikliği birleşmiş oldu. Biraz seni dinleyelim, bu konuda ne düşünüyorsun?
F. T: Program başladığından beri keyifle dinliyorum. Çok önemli noktalara değindiniz. Radyonun önemini bir kez daha hatırlamamız gereken bir gündeyiz. 2012’den beri her yıl farklı bir tema ile kutlanan Dünya Radyo Günü’nün, bu yıl iklim değişikliği gibi hayati bir konuyu ele alması ve bunu Açık Radyo’da konuşuyor olmamız büyük bir anlam taşıyor.
Açık Radyo, kurulduğu günden bu yana iklim krizini tüm yayınlarında önemseyen ve gündemde tutan bir kurum. Bugün, radyonun kültürel ve toplumsal etkisini, bu büyük kriz karşısında oynayabileceği rolü konuşmak için önemli bir fırsat. Dünya Radyo Günü, radyonun toplumu bilgilendirme ve birleştirme gücünü hatırlatan bir gün. Daha önceki temalardan biri de afetlerdi. Kriz zamanlarında radyonun, hızlı ve güvenilir bilgi aktarabilme kapasitesiyle ne kadar önemli bir rol üstlendiğini gördük.
Muhtemelen UNESCO, bugünü belirlerken radyonun demokratik toplumlar için taşıdığı önemi göz önünde bulundurdu. Radyo, ifade özgürlüğü ve bilgiye erişim hakkının teminatı olan güçlü bir iletişim aracı. Bu açıdan, iklim değişikliği gibi küresel bir krizi farklı perspektiflerden ele almak için önemli bir fırsat sundu.
Ö.M: UNESCO’nun metninde önemli bir noktanın altı çiziliyor: Radyo, özellikle uzak bölgelerdeki, denizaşırı topluluklara ve savunmasız insanlara ulaşmaya uygun, düşük maliyetli bir araç. Eğitim seviyesi ne olursa olsun, herkese kamusal tartışmalara katılım için bir platform sunuyor. Bu, çok önemli bir tespit.
Ayrıca, radyo acil durum iletişimi ve afet yardımında hayati bir rol oynuyor. 1999 depreminde bunu bizzat yaşadık. Deprem sonrası sersemliğin geçmesiyle birlikte, Açık Radyo Deprem İletişim Merkezi’ni kurduk ve 7 gün 24 saat yayın yaptık. Gönüllü arkadaşlarımız sahada çalışanların aktardığı bilgileri paylaştı. Benzer bir çabayı geçen yıl, 6 Şubat depremlerinde de göstermeye çalıştık. O günlerde, cep telefonlarının pillerinin tükendiği durumlarda radyonun nasıl hayati bir iletişim aracı olduğunu bir kez daha gördük.
F. T: Elektrik ve internet bağlantısının kesildiği afet anlarında insanların hemen radyoya yöneldiğine defalarca şahit olduk. Afrika’daki küçük köylerden Latin Amerika’daki topluluklara kadar, internet erişiminin düşük olduğu yerlerde radyo, ucuz ve güvenilir bir iletişim aracı olarak önemini koruyor.
Son yıllarda bilim iletişimi üzerine akademik çalışmaların arttığını görüyoruz. Radyo ve podcast, bu iletişim için güçlü araçlar sunuyor. Aslında bu, yeni bir durum değil. BBC’nin kuruluş yıllarından beri, bilimsel yayınları daha anlaşılır bir dille halka ulaştırmak için radyo kullanıldı. Günümüzde ise teknolojik olanaklar ve etkileşimli iletişim araçları sayesinde sesin samimiyetini ve etkisini yeniden keşfediyoruz.
Ö. M: Peki, temel kavramın kökeninde yatan bir başka konseptten bahsedelim: Topluluk Radyosu. Bu, senin üzerinde çalıştığın, kitap yazarak da ele aldığın bir konu. Topluluk Radyosu’nu nasıl tanımlayabiliriz? Bize biraz anlatır mısın?
F. T: Elbette. Topluluk Radyosu kavramı, 1960’lar ve 70’lere dayanıyor. 1970 yılında UNESCO’nun girişimiyle, çeşitli topluluk radyo yayıncıları birliklerinin bir araya gelmesi ve Amerika’da Topluluk Radyo Yayıncılar Birliği’nin kurulmasıyla bu isim daha net bir kimlik kazandı.
Tarihsel olarak, korsan radyolar, yerel radyolar ve denizaşırı yayın yapan radyolar, topluluk radyoculuğunun temelini oluşturdu. Yayıncılık dünyasında iki baskın model var: ticari yayıncılık ve kamu hizmeti yayıncılığı. Ticari yayıncılık, reklam gelirlerine dayalı olarak içerik üretirken, kamu hizmeti yayıncılığı daha çok devletin sesi olma işlevi görüyor. Ancak bu iki modelin dışında, ticari baskılardan uzak durmak ve ana akım medyada temsil edilmeyen toplulukların sesini duyurmak için Topluluk Radyosu modeli ortaya çıktı.
Topluluk Radyosu, ticari kaygı gütmeyen, demokratik değerlere önem veren ve toplumun farklı kesimlerini bir araya getiren bir iletişim aracıdır. Temsil edilmeyen grupların hikâyelerine yer verir, onları kendi sesleriyle anlatma fırsatı sunar. Türkiye’de bu anlamda özgür radyolar önemli bir rol üstleniyor. Reyting veya ticari kazanç kaygısıyla göz ardı edilen kritik meselelere değinerek demokrasiyi güçlendiriyorlar.
Radyo, başlangıçta yüksek kültür aracı olarak görülse de, Amerikan sisteminde zamanla ticari bir oyuncak haline geldi. Ancak dünyanın pek çok yerinde, bilgiye erişim ve doğru bilginin aktarımı konusunda yayınlarına devam eden ve demokrasiyi önemseyen topluluk radyoları var. Topluluk Radyosu, ticari veya kamu hizmeti yayıncılığından farklı olarak, üçüncü bir modeldir. Kamu hizmeti yayıncılığı yapmaz ama topluma hizmet eder ve bunu daha demokratik, katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirir.
Türkiye’de bu modelin en önemli örneklerinden biri, 1995’te kurulduğu günden bu yana Açık Radyo’dur. Topluma, çevreye ve demokrasiye duyarlılığıyla, topluluk radyosu anlayışının güçlü bir temsilcisidir.
(VC)