Yarın: IŞİD'in Bugünü
Birçok Arap ülkesinde olduğu gibi Suriye'de de insanlar Arap ayaklanmasının etkisiyle özgürlük için sokaklara döküldüler. Yıllardır çeşitli vesilelerle gittiğim ve yakından tanıdığım bu güzel ülkede bana eşlik eden şoförüm Adnan, 2007 yılında yaptığım son ziyaretlerimden birinde Halep'deki evinde oturmuş konuşurken bana şöyle demişti: “ Günün birinde bu ülke patlarsa, inan ki hiç bir yere benzemez, çok kötü olur çok.”
Yanına sokulan küçük oğlunun başını şefkatle okşarken gözlerindeki endişeyi görmüş ve çok etkilenmiştim.
Suriye'yi yazarken hep Adnan'ı düşündüm. Acaba ne olmuştu? Neredeydi? En önemlisi yaşıyor muydu? Türkiye'ye gelseydi beni arar bulurdu, telefonumu biliyordu.
Halep'in yıkıntıları arasında dolaşan çocukları gördüğümde korkarak baktım fotoğraflara. İstanbul'da yağmurlu ve soğuk bir akşam Beyoğlu'nda yürürken bir apartmanın merdivenlerine sığınmış iki Suriyeli çocuk bana baktılar geçerken. Ömrüm boyunca her zaman insanların gözünün içine bakmakla övünen ben, utançla gözlerimi kaçırdım.
Tek bir şey: Özgürlük
Tunus'ta başlayan Mısır'da Tahrir Meydanı'nda devam eden Arap halklarının başkaldırısı bütün dünyada hem şaşkınlık, hem de müthiş bir heyecan yarattı. Özellikle de gençler arasında.
Arap ülkelerinde üniversite okumuş, iletişim çağının sunduğu tüm olanaklardan yararlanan, Facebook ve Twitter kullanan kalabalık bir genç erkekler ve kadınlar topluluğu Arap dünyasının içinde bulunduğu yolsuzluklar ve yozlaşmış hükumetlere karşı büyük bir sivil itaatsizlik hareketi başlattılar.
Aslında tek bir şey istiyorlardı “Özgürlük”.
Özgürlüğün ise demokrasi ve temel insan hakları, gerçek bir hukuk devleti, kısacası adalet ve eşitlik olmadan var olamayacağının bilinci içindeydiler.
Tunus ve Mısır'da sokakları dolduran yüz binler hiçbir şekilde silaha ve şiddete başvurmadan bir hak arayışı içinde olduklarını ilan etmelerine rağmen, bir süre sonra karşılarında polis ve askeri, yani devlet güçlerini buldular.
Suriye
Arap gençlerinin bu başkaldırısı yıllardır Esat ailesinin baskıcı ve otoriter rejimi altında yaşayan Suriye halkını da etkisi altına almaya başladı.
Babası Hafız Esat'ın ölümünden sonra Suriye'de iktidara gelen Beşir el Esat, babasının demir yumrukla yönettiği ülkesinde bazı reform hareketlerine girişti. Ancak Baas iktidarları döneminde kurulan ve Hafız Esat döneminde daha da güçlendirilen Suriye gizli istihbaratı, muhaberat, ülkenin tek ve rakipsiz sahibiydi.
Tahminlere göre 50 bin ile 100 bin tam kadrolu çalışanı, yüz binlerce part-time istihdam edilenleri ile birlikte yaklaşık 800 bin kişiye ulaşan bu dev yapı, Suriye ordusu ile birlikte devletin ta kendisiydi.
Suriye 'de 2011 yılında yapılan hesaplara göre her 240 kişiye bir muhaberat elemanı düşüyordu.
Bu dev yapının yıllık bütçesi tahmini olarak yılda 3 milyar doları buluyordu. Suriye'nin tüm askeri harcamalarının üçte biri.
On çocuktan ''Nizam Devrilsin''
Suriye'nin Arap Baharı, garip bir biçimde, Ürdün sınırına yakın küçük bir şehir olan Deraa'da başladı. En fazla 100 bin kişilik bir nüfusu olan Deraa, çok yoksul, son yıllarda bölgede yaşanan kuraklık nedeniyle işsizliğin çok yüksek olduğu, İslamcı hareketlerin güçlü ve devlet baskısının çok yoğun olduğu bir şehirdi.
Kısaca söylersek Suriye'nin en temel sorunlarının bir arada olduğu bir küçük Suriye.
Mart 2011'de, Deraa'da bir okulda okuyan ve yaşları dokuz ile on beş arasındaki on çocuk, Mısır'daki başkaldırı hareketinden öğrendikleri bir sloganı,“Nizam Devrilsin”i okullarının duvarına yazdılar.
İlginç olan hükümet yerine “nizam” sözcüğünün seçilmiş olmasıydı. Karşılarına aldıkları hükümet değil, sistemdi.
Deraa gibi küçük bir şehirde etkin olan üç güç vardır: Vali, muhaberat başkanı ve Baas temsilcisi.
Çocuklar serbest bırakılmayınca
Muhabarat'a bağlı güvenlik birimleri çocukları yakalayıp sorgularının yapılması için Şam'a gönderdiler. Ailelerin iki hafta boyunca çocuklarının serbest bırakılması için verdikleri mücadele sonuç vermediği gibi çocuklara Şam'da işkence yapıldığı haberleri gelmeye başladı.
Başta çocukların aileleri olmak üzere toplanan bir kalabalık Deraa'daki Ömer Cami önünde yürüyüşe geçtiler, çocukların serbest bırakılmasını ve baskılara son verilmesini isteyenlerin sayısı binleri geçince, güvenlik güçleri kalabalığa ateş açtı ve dört kişi yaşamını yitirdi.
Suriye'nin bu küçük şehrinde yaşananlar günümüze kadar gelen ve Bosna'dan beri yaşanan en kanlı iç savaşlardan birinin fitilini ateşlemişti. Bu kez de halk korku duvarını yıkmış, yıllarca süren uyuşukluk yerini büyük bir öfkeye bırakmıştı.
Adnan'ın endişelerini aşan vahşet
Bundan sonra yaşananlar şoför Adnan'ın endişelerini kat be kat geçen bir vahşet ve katliama dönüşürken, 9 milyon insan ülkeyi terk etmiş, 200 bini geçen ölü sayısı ve binlerce kayıp insanla, yıkılmış yakılmış kentler, talan edilmiş bir tarihsel doku, varil bombaları ile hurdahaş olmuş cesetler ile Suriye büyük devletlerin hesaplaşmasının odak noktasına oturmuştu.
Suriye'de ateşlenen Esat karşıtı gösteriler, 2011’in ikinci yarısından sonra, devletin uyguladığı şiddet sonucu silahlı mücadeleye dönüştü.
Sokakta mücadele edenler, kendi aralarında bölünürken, Suriye'nin yurt dışında yaşayan muhalefet liderleri, özellikle de Müslüman Kardeşler, siyaset sahnesinde yer almaya çalıştılar.
Suriye'nin Müslüman Kardeşler örgütü, ülke nüfusunun yüzde 70'ini oluşturan Sünnilerin temsilcisi konumundaydı. Müslüman Kardeşler’in ana çizgisi silahlı mücadele yanlısı olmayan ılımlı İslamcılardan oluşuyordu.
Özgür Suriye Ordusu adını alan silahlı gruplar, Batı'dan yardım beklentisi içinde direnmeye çalışırken, İslamcı cihatçılar devreye girdiler ve Suriye'de seküler veya ılımlı İslamcı bir muhalefet oluşmasına engel olmak için harekete geçtiler.
El Culani Suriye'de
Son Amerika Birleşik Devletleri (ABD) askerleri Irak'tan ayrılmadan önce, Ebu Bekir el Bagdadi, Suriye'ye sekiz adamını yolladı. Ağustos 2011 yılı Ramazanı'nda, bu sekiz kişi, Suriye'nin Kuzeydoğusunda yer alan Haseke bölgesine giriş yaptılar.
Bunların arasında Irak İslam Devleti saflarında mücadele eden, aslen Şamlı bir mücahit, Ebu Muhammed el Culani de vardı. Bu kez bir zamanlar kendisinin Irak'a geçmesini kolaylaştıran bir rejime karşı mücadele etmek için aynı sınırı geçiyordu.
El Culani, rivayete göre, Haseke'de, daha önce kendisinin de kaldığı Sednaya Hapishanesinden tanıdığı kişilerle irtibat kurdu.
El Culani’nin örgütlediği hücre, 2011’de Şam'da güvenlik güçlerini ve orduyu hedef alan biri dizi bombalı saldırı gerçekleştirdi, ancak El Nusra'nın resmen kurulduğunu ilan ettiği 23 Ocak 2012 tarihine kadar bunları sahiplenmedi.
El Culani, El Kaide ve Irak İslam Devleti ile olan ilişkilerini de her zaman gizledi. O kadar ki aynı hücrede çalıştığı kişiler bile söz konusu saldırıların nasıl yapıldığını bilmiyordu.
Der Spiegel muhabirinden
Suriye üzerine bir çok yazı yazan Der Spiegel dergisinin muhabiri Christoph Reuter, şöyle yazıyordu:
“İlk El Nusra grupları Halep'te Temmuz 2012'de ortaya çıktı. Onlarla konuşurken, ‘Demek siz El Nusra'lısınız’ diye sorduğumuzda ‘Evet’ diyorlardı, ‘peki Şam'daki güvenlik binasını nasıl havaya uçurdunuz’ dediğimizde ise ‘Hiç bilmiyoruz, biz sadece bu ismi çok sevdik, çok müthiş bir isim ve bu sayede Körfez ülkelerinden para alıyoruz’ diye yanıtlıyorlardı.”
El Culani yaklaşık altı ay Suriye'de gizli hücrelerden oluşan bir ağ kurmakla uğraştı. Anlaşılan o ki bu uğraşında bir hayli de başarılı oldu. El Nusra, Esat güçlerine karşı savaşan en başarılı örgütlerden biri olmasının yanı sıra, değişik azınlıklarla olan ilişkilerinde gösterdiği ılımlı tavırlar sayesinde, İslamcı olmayan cemaat veya azınlıkların bile saygısını ve güvenini kazandı.
Bazı durumlarda Hıristiyanların kiliselerini bile koruma altına alarak Suriye'nin çok dinli, çok etnik gruplu toplumunun bir parçası olduklarını kanıtlamaya çalıştı.
Zevahiri El Kaide lideri
Mayıs 2011'de, Usama bin Ladin ABD Özel birimleri tarafından Pakistan'da gizlendiği bir evde öldürüldü. Eyman el Zevahiri El Kaide'nin liderliğini üstlendi.
Daha önce Zarkevi ile de fikir ayrılıkları olan Zevahiri Şii, Ezidi, Hindu, Hıristiyan, Budist ve diğer dini grupları veya mezhepleri, onlar Sünnilere saldırmadıkça, hedef almaya kesinlikle karşı çıkıyordu.
Zevahiri gerçek İslami eğitim almamış insanlara anlayışla yaklaşmayı ve onları “Tevhid” (tek Tanrı) kavramı etrafında birleşmeye çağırmayı öneriyordu. El Kaide'nin Irak'ta hayata geçiremediği bu anlayışı El Nusra kanalıyla Suriye'de gerçekleştirmeyi amaçlıyordu.
Daha sonra El Cezire televizyonuna verdiği bir röportajda el Culani “Bizim amacımız Suriye halkını onlara zulmeden bir rejimden kurtarmaktı” diyecekti.
Zevahiri, 11 Şubat 2012'de yayınladığı bir bildiride Müslümanlara seslendi: “Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan'daki haysiyetli ve onurlu her kişiyi Suriyeli kardeşlerinin yanında yer almaya çağırıyorum”.
Zevahiri'nin bu çağrısı etkili olmuş olmalı ki ABD Dış İşleri yayınladığı bir raporda Suriye'ye gelen yabancı cihatçılarda bir artış olduğunu yazıyordu. 11 Aralık 2012’de ABD El Nusra'yı resmen El Kaide'nin Suriye kolu olarak tanımladı. Bu tanıma göre El Nusra, Irak El Kaidesi’nin taktiklerini uygulayarak Suriye'nin huzurunu bozmak isteyen terörist bir örgüttü.
Rakka El Nusra'nın elinde
El Nusra'nın Suriye'deki kuruluşunun üzerinden bir yıl geçtiğinde El Nusra ve değişik cihatçı gruplardan oluşan Ahrar el Şam 8 Nisan 2013'te Suriye'nin Kuzeyinde bulunan Rakka şehrini Suriye askeri birliklerinin elinden aldılar.
Bir tesadüf eseri olarak bu tarih ABD'nin on yıl önce Irak'ı işgal ettiği tarihe çok yakın düşüyordu.
ABD askerleri nasıl Bağdat'ta Saddam Hüseyin'in heykelini yıkıp yerine ABD bayrağını astılar ise, El Nusra da Esat'ın bronz heykelini yıkarak üzerinde Arapça yazılarla “Allah'tan başka Tanrı yoktur, Muhammed de onun sözcüsüdür” yazılı kara bayrağı diktiler.
Bagdadi IŞİD'i ilan ediyor
Aynı gün el Bagdadi bir açıklama yaparak Irak İslam Devleti olarak Suriye halkının yardım çağrılarına yanıt verdiklerini, birçok savaşçılarını bu ülkeye yollayarak ve onlara her ay mali ve askeri destekte bulunarak Suriye'deki güçlerini pekiştirdiklerini ve bu tarihten sonra El Nusra ve Irak İslam Devletinin birleşerek tek bir ad altında “Irak Şam İslam Devleti” (İŞİD) olarak var olacağını açıkladı.
El Culani bu açıklamaya iki gün sonra bir yanıt vererek el Bagdadi'ye saygıda kusur etmeyeceğini, yapılan yardımlara teşekkür ettiğini, ancak daha önce haberi bile olmadığı bu “birleşme”ye karşı olduğunu ve kendisinin ve El Nusra'nın “Cihad'ın Şeyhi” Eymen el Zevahiri’ye biat etmeye devam edeceğini açıkladı.
Zevahiri açıklaması
İzleyen günlerde IŞİD adı altında yayınlanan videolarda el Bagdadi'nin el Culani’ye karşı bir zafer elde ettiği söylenmeye başladı. İki oğlu arasındaki kavgaya müdahale eden baba olarak el Zevahiri Mayıs sonunda El Cezire'de yayınlanan bir programda her ikisinin de hatalı davrandıklarını ve IŞİD'in lağvedilerek, El Nusra'nın Suriye'de, Irak İslam Devleti'nin ise Irak'ta eylemlerini sürdüreceklerini açıkladı.
Tecrübeli bir cihatçı olan Zevahiri bu konuşmasının sorunları çözmeyeceğini biliyordu. Nitekim, el Bagdadi Zevahiri'nin Irak ve Suriye'yi iki bağımsız devlet olarak tanımlamaya devam etmesini, emperyalist güçlerin Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaptıkları Skyes-Picot* anlaşmasına onay verdiği anlamına geldiğini söylüyordu.
Bu iki örgüt ve liderleri arasındaki ayrışma cihatçı hareketi de böldü. El Nusra'nın yanında savaşan yabancı cihatçıların büyük bir kesimi IŞİD'e geçti. Bu da El Nusra'yı daha Suriyeli, daha yerli bir yapılanma yaparken IŞİD'i ise bütün dünyadan cihatçı devşiren bir devlete dönüştürdü. (MUT/BA)
* Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ile Fransa arasında 16 Mayıs 1916’da yapılan Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli anlaşma.
IŞİD'İN DÜNÜ, BUGÜNÜ, YARINI
''IŞİD'in Dünü, Bugünü, Yarını'' Dizisine Başlarken
1- El Zerkavi ve Irak'ta El Kaide'nin Kuruluşu
2- Zerkavi ve Şiddetin Tırmanışı
3- Irak İslam Devleti Kuruluyor
4- Irak İslam Devleti'nden IŞİD'e
6 - Bugün IŞİD