Denenmedik bir başkanlık sistemi kalmıştı.
Türkiye’de siyasal sistem ve hükümet biçimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılından başlayan özgürlük ve parlamento kurulması mücadeleleriyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Cumhuriyetin felsefesi ile şekillenmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda meşruti monarşi ile tanışan Türkiye, daha sonra halkın seçtiği bir meclisle, Cumhuriyet Senatosu kaldırılıncaya kadar çift meclisle, meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanıyla tanışmıştır.
Bugün de Türkiye’de yeni bir anayasa yapılması, başkanlık sistemine geçilip geçilmemesi ekseninde bir tartışma vardır. İki yüz yıldır süren siyasal sistem tartışması ve arayışlarının temelinde daha fazla özgürlük ve demokrasi ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, hedeflenen siyasal değişikliklerin bunu sağlayıp sağlamayacağı iyi düşünülmelidir.
Türkiye’nin ciddi sorunları için başkanlık sistemi çözüm olabilir mi?
Dünya’nın en büyük 20 ekonomisinden biri olan Türkiye, ortalama yaşam süresinde dünyada 96., kişi başına düşen milli gelirde 59., gelir adaletsizliğinde 57. işçi ölümlerinde ise dünya 2.sidir.
Cinsiyet eşitliği bakımından 136 ülke arasında 120. sıradadır.
2011 Dünya demokrasi endeksinde 167 ülke içinde 88. sırada,
2012 Dünya özgürlük araştırmasında 194 ülke arasında 112. sırada yer alarak “kısmen özgür, melez demokrasi” kategorisinde yer almıştır.
Washington merkezli düşünce kuruluşu Dünya Adalet Projesi’nin 2012 yılı raporunda “hukukun üstünlüğü” konusunda 97 ülkenin karşılaştırıldığı araştırmada 71. sırada,
2012’de insani gelişmişlikte 169 ülke içinde 85. sırada yer almıştır.
Fredoom House 2014 raporunda basının özgür olmadığı ülkeler arasında gösterilmiştir.
Türkiye, kişi başına günde ortalama 5 saat televizyon izlenen, buna karşın yılda sadece 6 saat kitap okunan, 123 kişiye 1 kitabın düştüğü bir ülkedir.
Açıkçası bu tablo bile tek başına, başkanlık sisteminin düne ve bugüne rahmet okutmasına neden olabilir. Kim bilir belki de başkan bizi bu tablodan kurtaracaktır!
Türkiye’nin vahim ekonomik durumu için çözüm başkanlık mıdır?
Şubat 2015’te açıklanan resmi rakamlara göre; Merkez Bankası, kamu, bankalar, reel sektör ve vatandaşın toplam 234.8 milyar dolarlık varlığı, 672.9 milyar dolar da borcu var. Yani ülke olarak 438 milyar dolarlık açığımız var! BDDK rakamlarına göre bankaların sattıkları hariç batık kredi tutarı 36 milyar lira civarında.
Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi; Negatif Nitelikli Bireysel Kredi ve Kredi Kartı Aralık Ayı Raporu’na göre bireysel kredi veya kredi kartı borcundan dolayı yasal takibi devam eden kişilerin sayısı, geçen senenin aralık ayına göre yaklaşık 15 bin arttı. Bireysel kredi borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı, geçen yıla göre, yüzde 4 artarak 669 bine, bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı ise yüzde 1 artışla 1 milyona yükseldi. Buna göre bireysel kredi veya bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe girmiş tekilleştirme yapılmasıyla hesaplanan toplam kişi sayısı, 2014’te, geçen yıla göre yüzde 7 artışla 1,3 milyon kişi oldu.
Bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe girip hâlâ yasal takipte olan kişi sayısı ise son ay içerisinde yüzde 1.2 artarak 2 milyon kişi oldu. 2014’te 1.3 milyon kişi battı.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu tarafından hazırlanan rapora göre Türkiye, Avrupa ülkeleri olarak değerlendirilen ülkeler arasında erken evlilik oranında yüzde 17 olan Gürcistan'ın ardından yüzde 14 oranıyla ikinci sırada olup Türkiye’de her üç kadından biri çocuk evliliği yapmaktadır. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün raporlarına göre adam öldürme, uyuşturucu, hırsızlık, yaralama ve cinsel suçlardaki artış nedeniyle Türkiye genelinde toplam 150 bin 866 hükümlü ve tutuklu olup, 361 cezaevinin kapasitesi neredeyse dolmuştur. Yurttaşların bir kısmı haklarını televizyonlarda “kadın programlarında” aramaktadır.
Başkan bizi bu tablodan kurtarabilir mi?
Türkiye’de öteden beri kişilere ve olaylara göre değişen tepkisel-panik nitelikli çözümler aranması, aceleye getirilmiş anayasa ve yasa değişiklikleriyle yapısal kimi sorunların süratle aşılacağı yanılgısı egemendir. Bunlardan biri de başkanlık sistemi olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki Abdullah Gül, apar topar yapılan bir Anayasa değişikliğinin ardından Cumhurbaşkanı olmuş, görev süresinin ne kadar olduğu ise görevinin beşinci yılında Anayasa’daki bir değişiklikle kesinlik kazanmıştı. Bugün de kimi siyasal çevreler, iktidar partisinin başkanlık sistemine geçmekle amacının yapısal sorunları aşmak ya da daha demokratik–özgür bir siyasal ortamın oluşturulmasının değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a daha uzun yıllar ve daha güçlü bir yöneticilik yolu açmak olduğu görüşündedirler. Türk sağının öteden beri güçlü lider etrafında dönen siyasal seyri, 21. yüzyıla uygun değildir. AKP tek başına iktidar olmasaydı, Erdoğan ısrar etmeseydi, basın yönlendirilmeseydi, başkanlık ısrarı da bu denli hararetle yürütülmeyecekti.
Türkiye’nin yapısal siyasi sorunları acil demokrasiyle çözülebilir
Parlamenter rejimden başkanlık sistemine geçilmesi sanıldığı gibi sadece bir anayasa değişikliği meselesi olmayıp yıllar içinde oluşan gelişen-şekillenen bir siyasal/hukuksal kültürle ilgilidir. Krallığın olduğu tüm ülkeler İngiltere gibi demokratik olmadığı gibi, başkanlıkla yönetilen ülkelerin tüm ülkeler de ABD gibi demokratik değildir. Nitekim ABD’de başkanlık konutu önünde her isteyen protesto gösterisi düzenleyebilmektedir ancak başkanlık sisteminin olduğu ancak siyasal kültürün farklı olduğu diğer bir ülkede başkan adeta diktatördür. Adı cumhuriyet olan, demokrasinin ve birey özgürlüklerinin oturmadığı kimi ülkelerde ise toplantı ve gösteri özgürlüğü, basın özgürlüğü, devlet yönetimine katılma hakkı ve siyasal iktidarı eleştirme özgürlüğünün varlığı bir yana, tüm bunlar çok ağır kolluk müdahalesine, suçlamalara ve cezalara neden olabilir. Siyasal tartışmaların biçimi, çözümleri ve siyasal yönetimler o ülkenin insani gelişmişlik, kadın erkek eşitliği, eğitim kalitesi, üretim biçimi, iş-çalışma ilişkilerinin niteliği, gelir dağılımındaki adalet, demokrasi ve özgürlükler konusundaki yeriyle bağlantılıdır. Siyasal iktidar çevreleri, başkanlık sistemini siyasal istikrarın korunması ve yürütmenin denetlenebilmesi için zorunlu gördüklerini söylemektedirler. Başkanlık sisteminin siyasal istikrarı sağlamakta daha başarılı olduğuna dair kesin bir veri olmadığı gerçeği bir yana, Türkiye’de 12 yıldır tek parti iktidarı mevcut olup Türkiye’de siyasal istikrarsızlıktan bahsedilemez. Ancak Türkiye’deki çok ciddi siyasal sorunların varlığı da bir gerçek olup bunların nedeni siyasal sistemin biçimi değil; Kürt sorunu, din ve inanç özgürlüğü, gelir adaletsizliği gibi yapısal siyasal sorunların çözülememesidir. Bu sorunların çözümü de tek başına başkanlık sistemine geçilmesiyle ilgili değildir.
Başkanlık sisteminin tek adam sistemine dönüşmemesi için ciddi kurumsal güvenler olmalıdır
Başkanlık sistemi, keyfi ve kötü yönetim demek değildir. Başkanlık sistemlerinde genellikle iki meclis söz konusudur ve bu meclislerin görev süreleri birbirlerinden farklıdır. Başkanlık sisteminin salt başkan adını verilen bir kişiyle olmayacağı, görev süreleri birbirinden farklı çift meclisin de bu sistemin genel özelliklerinden biri olduğu bilinmelidir. Başkanlık sistemi, denge ve denetime dayalı olarak çalışır. Çift meclisin amacı, başkanı “tek adam” olmaktan alıkoymak ve denetleyebilmektir. Bunun için de meclisin, başkanın denetiminde olmaması gerekir. Bunun temel güvencesi ise siyasi partilerin ve milletvekillerinin başkanın denetiminde olmamasıdır. Başkanın faaliyetleri parlamento tarafından denetlenir. Bunun sağlanamadığı ülkelerde başkanlık sistemi fiili diktatörlüğe dönüşmüş durumdadır. Üstelik başkanlık sisteminin en eski ve en iyi örneği olan ABD’de Temsilciler Meclisi, Senato ve Başkan olmak üzere üç ayrı kurum bulunmaktadır.
Türkiye’de başkanlık sistemini destekleyenlerin çift meclisten ve başbakanın bulunmamasından söz etmemeleri ilginçtir. Belki de istenen Fransa’daki gibi başbakanın da olduğu bir yarı-başkanlıktır ki bu durum da her halde Türk tipi başkanlık sistemi ya da tek adam rejimi olacaktır. Öte yandan 1961 Anayasası ile getirilen ve 1980 darbesiyle kaldırılan ikinci bir meclis sistemine geçilmesi de Türk siyasetindeki kararsızlığı gösterecektir. Kaldı ki halkın seçtiği başkanla halkın seçtiği meclis arasında “milli irade”yi kimin temsil ettiği tartışması yaşanacaktır.
Başkanlık sistemini savunanların en güçlü argümanı halk tarafından seçilecek güçlü bir cumhurbaşkanı ile parlamento arasında çıkabilecek olası iktidar yarışına son vermektir. Görüldüğü gibi bir inatlaşma ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin yolu açılmış, ancak bunu sağlayanlar şimdi bunun getireceği sorunları aşmanın yollarını aramaya başlamışlardır.
Başkanlık sisteminin ülkedeki özgürlük ve demokrasiyi zedelemeden yürüyebilmesi için yargının güçlü ve bağımsız, yargıçların iyi eğitimli ve tarafsız olması şarttır. Yapısı ve varlığı yıllardır eleştirilen HSYK’nın mevcut hali eskisinden daha demokratik değildir. Yargıç bağımsızlığı ve teminatı, eskisinden hiç de iyi yerde değildir. Hâkimlerin gece yarısı tayin kararnamesinden korkmadığı, yerlerinin değiştirileceği endişesi taşımadan karar verebilecekleri, gazete manşetlerinden fotoğraflarıyla hedef gösterilmedikleri hukuksal güvencelerinin olması gerekir. 1960’lı yıllardaki “yargıcın keyfi olarak görev yaptığı yerin değiştirilmemesi güvencesi” bugün unutulmuştur. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim biçimi ve niteliği başkanlık rejimi açısından oldukça önemlidir. Yüksek mahkemelerinin kararlarına saygı duyulmadığının bizzat devleti temsil edenlerce dile getirildiği, yargıçların suç örgütü üyesi olarak afişe edildiği bir yerde başkanlık sistemi, mahkemeleri başkanın yargısına dönüştürecektir.
Basın-yayın şirketlerinin iktidarlara yakın durarak ihale alıp ayakta kalmaya çalıştığı bir yerde basın özgürlüğü de söz konusu olamaz. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün, 2014 Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında Türkiye, 180 ülke içerisinde 154. sırada gösterilmiştir. Bu gerçeklik de göstermektedir ki bugünkü haliyle basın, başkanlık sisteminde tam bir propaganda aracına dönüşecektir. Basının yanı sıra üniversitelerin ve sivil toplum örgütlerinin de çekingenliği eklendiğinde “şark tipi başkanlık” sisteminin ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Türk tipi başkanlık nasıl bir şey olur?
Siyasi Partiler Kanunu 12 Eylül darbesinin ürünü olup, demokratikleşmenin önündeki ciddi engellerden biridir. %10 gibi yüksek bir seçim barajı, siyasal tercihlere ciddi bir darbe vurmaktadır. Bu Kanun parlamenter sistemdeki siyasal partiler düzenine göre hazırlanmış olup siyasi partiyi genel başkanın kontrol edebilmesi imkânı veren katı disiplini öngören, parti içi demokrasiyi zayıflatan hükümler içermektedir. Oysa başkanlık sisteminde siyasal partiler çok daha özgürlükçü hükümlere göre örgütlenmişlerdir ve milletvekilleri parti tüzel kişiliğine, parti yönetimine ve başkana karşı çok daha güvenceli ve bağımsızdırlar. Bu kanun mevcut haliyle bile genel başkan sultasına neden olduğuna göre başkanlık sisteminde siyasal parti başkanın denetiminde, milletvekilleri ise başkanın meclisteki memurlarına dönüşecektir. Kaldı ki başkanlık sistemi çok partili bir sistemle de bağdaşmamaktadır ve Türkiye örneğinde “tek adam - tek parti” sonucuna da neden olabilir.
Başkan, hepimizin başkanı olabilecek mi?
Türkiye’nin sosyolojik ve siyasal gerçekleri karşısında başkanın da Cumhurbaşkanlarımız gibi Türk, sunni, sağcı, erkek olacağı gerçeği bir yana, başkanlık seçiminde belirli bir bölge (Doğu ve Güneydoğu Anadolu) seçimi kazanamasa bile çok yüksek bir oy oranıyla fiili bir bölgesel lideri işaret edebilir. Nitekim bu bölgelerde oy oranı %70 -80 civarında olan siyasal partinin işaret ettiği adayın bu kadar yüksek bir oy alması durumunda bu kişi bölgenin “fiili-siyasal lideri” olacaktır. Bu durum da ülkenin geri kalanında bölgesel ve siyasal bölünme endişesi doğuracaktır. Bölge meclisleri ve federasyon düşünülmediğine göre başkanlık seçiminin bu sonucu doğurabileceği de düşünülmelidir. Esasen aynı durum cumhurbaşkanı seçiminde de söz konusu olmuştur.
Başkanlık sistemine ilişkin siyasal kültürün ve birikimin çok yeni olduğu, başkanlık sisteminin gerektirdiği kurumların bulunmadığı ülkelerde bu sistemin bir sakıncası ise çok yüksek oranda (örneğin %80) bir oyla seçilen başkanın diktatöre dönüşmesi, % 51 gibi kıl payı bir oyla seçilen başkanın ise toplumun tümünü temsil edememesi olasılığının bulunmasıdır. Genel olarak demokratik rejimlerde yerelliği öne çıkarma çabası varken Türkiye’nin mevcut siyasal yapısı, siyasi partiler düzeni çok katı bir merkeziyetçiliğin ortaya çıkmasına neden olabilir.
Erdoğan “başkan” olacak mı, Davutoğlu “başbakan” kalacak mı?
12 yıldır tek başına iş başında olan güçlü bir siyasal iktidar, birçok anayasa değişikliklerine gitmiş olmasına rağmen daha iyi bir yönetim için Erdoğan başbakanken sıkça başkanlık sistemini savunmuş, bu amaca ulaşılamayınca cumhurbaşkanını halkın seçmesi için çok güçlü bir propaganda yaparak bu yönde anayasa değişikliğini başarmıştır. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla unutulan tartışma, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilmeye başlanmış, 400 milletvekili sayısına ulaşılırsa bunun başarılabileceği Erdoğan tarafından açıklanmıştır. Türkiye’de yaşadığımız için tarafsız Cumhurbaşkanı’nın hangi partinin 400 vekile ulaşmasını istediği, olur da bu başarılır ve anayasa değiştirtilerek başkanlığa geçilirse kimin başkan olacağı/seçileceği, başkanlığa geçilmesi halinde mevcut Cumhurbaşkanı’nın konumunun ve görev süresinin ne olacağı konusunda kafamızda herhangi bir soru oluşması gerekmiyor. Ancak 1992 yılında yaptığı bir konuşmasında başkanlık sisteminin Türkiye karşıtı bir ABD oyunu olduğunu söyleyen Erdoğan, belki de başkanlık sistemini kendisi için istemiyordur. Belki de bu konudaki fikrini değiştirmiştir ve yarın çıkıp “Başkanlık sistemine geçildiğine dair anayasa değişikliği ile mevcut Cumhurbaşkanı bendenizin de görevi sona ersin, zaten ben başkan olmak istemiyorum” diyebilir. Erdoğan 2019 Ağustosundan sonra ikinci kez cumhurbaşkanı, belki bu tarihten önce bile başkan olmayı düşünebilir. Kesin olan ise Erdoğan’ın 2019 Ağustosuna kadar Cumhurbaşkanı olduğu.
Ancak AKP içtüzüğündeki en çok 3 dönem üst üste milletvekili seçilebilme koşulu nedeniyle aralarında Beşir Atalay, Bülent Arınç, Bekir Bozdağ, Ali Babacan gibi bakanların da olduğu yaklaşık 70 kişi haziran 2015 seçimlerinde aday olamayacak. Türk bürokrasisinde birçok kişinin gönlünde bir gün milletvekili olma hayali olduğu bir gerçek. Her şeyden önce inanılmaz bir özlük hakkı ve hukuki-siyasi güvenlik söz konusu. Dikkat edilirse üçüncü dönem kuralına takılan hiçbir vekil başkanlık konusunda Erdoğan’ı destekleyen açıklamalar yapmadı. Aynı şekilde, Başbakan Davutoğlu da ya da partinin diğer yetkilileri de bu konuda kesin bir açıklamada bulunmuş değiller. Dikkat edilirse M. Metiner ve Ş. Tayyar dışında başkanlığı ve açıkçası Erdoğan’ın başkanlığını destekleyen kimse de yok. İktidar partisi içindeki aday belirleme ve aday listelerini oluşturma süreci içinde yaşanacak gerilim ve tartışmalarla beraber başkanlık sistemi destekçilerine listelerde yer verilmemesi, aynı zamanda parti içindeki Erdoğan destekçilerinin dışlandığını da gösterecektir. Kısacası, üç dönem kuralına takılmayan mevcut vekillerin asıl telaşı yeniden vekil olabilmek, aday adaylarının telaşı ise seçilebilecekleri bir yerden aday olabilmektir. Ancak burada insanın ve siyasetin doğasından gelen bir ikilem söz konusu olacaktır. Açıkça başkanlık sistemini ve yüksek sesle Erdoğan’ın başkanlığını destekleyenlerin aday olup olmayacaklarına nihai olarak Davutoğlu karar vereceğine göre, kendisinden çok Erdoğan’a bağlı olan bu kişilere partide yer verecek midir? Kısacası iktidar partisinde adayların asıl derdi sistemin ne olacağı, kimin başbakan ya da başkan olacağı değil, kendilerinin seçilip seçilemeyeceğidir.
Sonuç
Bir ülkedeki siyasal kültür, insani gelişmişlik, demokrasi ve özgürlüklerin düzeyini de belirler. Demokratik ve özgürlükçü bir toplumda rejimin adının krallık, başkanlık ya da cumhuriyet olması siyasal sorunların çözülmesine engel değildir, ancak demokrasi ve özgürlükler konusunda sorunlar yaşayan ülkelerde rejimin adının değişmesi sorunları çözmeye yetmediği gibi daha yeni sorunlara neden olur. Çünkü başkanlık sistemi, demokratik bir rejimin önşartı değildir.
Türkiye’de bugün yaşanan yapısal ve ciddi kimi siyasal sorunların geçmişte bulunan-denenen panik çözümlerden kaynaklandığı unutulmamalıdır. Türkiye açısından bakıldığında başkanlık sisteminin kimi avantajları da olabilir. Hatta Türkiye’de bakanların başbakanlar karışındaki konumları, başkanlık sisteminde sekreterlerin başkan karşısındaki konumlarından çok daha zayıftır. Türkiye’deki demokrasi ve özgürlükler konusundaki eksiklikler başkanlık sistemini tek adam rejimine dönüştürebileceği gibi, Türkiye’deki siyasal sorunlar başkanlık sisteminin bölgesel fiili liderler çıkarmasına da neden olabilir. 1946’dan beri süregelen çok partili siyasal sistemin apar topar değiştirilmesi çok daha yeni sorunlara neden olabilir. Mevcut parlamenter sistemin daha demokratik olması için acilen yapılması gerekenleri erteleyerek başkanlık sistemiyle tüm bu sorunların çözülebileceğini zannetmek Türkiye için “rus ruleti” oynamaktır. Mevcut sistem bu sorunları çözmediği gibi başkanlık sistemine geçilmesi de bunları çözemeyecektir. Olası bir Türk tipi başkanlık sisteminde meclis fiilen ve hukuken daha da zayıflayacağı için siyasal sorunların daha da derinleşeceği açıktır.
Türkiye ve hiç kimse birkaç ay sonraki seçimin sonucunu kestiremez. Seçim anketleri ve TV’lerde saatlerce süren propagandaya rağmen Türkiye’de halkın gündemi bambaşka. Rakamların gösterdiği, Türkiye’nin iktisadi ve sosyal olarak istiap hacminin üstüne çıktığı, kültürel olarak dibe vurduğu, ciddi hukuki-siyasi-iktisadi sorunlarının kangrene dönüştüğü açıktır. Bu sorunlar ancak daha çok özgürlük, demokrasi ve gelir adaleti ile çözülebilir. Türkiye’nin ciddi sorunları, sokakta biber gazıyla, siyasette başkanlık sistemiyle çözülemeyecek derecede vahim boyutlara ulaşmıştır. Bir toplum için en tehlikelisi de budur zira uysal atın çiftesi sert olur ve ne zaman nasıl patlayacağı belli olmaz. (DA/HK)
* Yrd. Doç. Dr. Devrim Aydın, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi