Özgür Gündem gazetesinin Kadırga’da bulunan binasının bombalı bir saldırı sonucu yerle bir edilişinin ardından 20 yıl geçmiş. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in devleti tüm kurumlarıyla terör estiren bir mekanizmaya dönüştürdüğü o yılları unutmak mümkün değil.
Doksanlı yıllardan söz ediyorum; Kürt özgürlük mücadelesine karşı devlet, sınır tanımayan tatbikleri ile "terör canavarına" dönüşmüştü.
Kürt işadamları başta olmak üzere siyaset ve medya alanında ön plana çıkmış kimseler de hedefteydi. Evlerinden veya iş yerlerinden alınanlardan bir daha haber alınamıyordu. Faili meçhul cinayetler, devlet eliyle neredeyse rutin, beklenen durumdaydı.
Kanlı sürece tanıklık eden aydınlar, sanatçılar çok güçlü olmasa da seslerini çıkartmaya çalışıyor; basın toplantılarıyla seslerini duyurmaya çalıştıkları yerlerin başında Cağaloğlu’ndaki Tabipler Odası geliyordu. Türkiye’nin vicdan sahipleri cinayetleri durdurmaya çalışıyordu.
Aziz Nesin...
Devlet kendisine muhalefet eden herkese düşmandı. Katliam ve zulüm politikalarına isyan eden aydınlara, sanatçılara da. Bundan nasiplenen aydınlarımızdan biri de Aziz Nesin idi.
Aziz Ağabeyi Almanya’da bulunduğum 1980’li yılların ortalarında düşünce özgürlüğü konusunda konferanslar için geldiğinde tanımıştım. Yine bir Almanya ziyareti sırasında evime konuk olmuş, kendisine bağlamamla türküler söylemiştim; Drama Köprüsü, Nurhak Sana Güneş Doğmaz, Odam Kireç Tutmuyor... Aziz Ağabey bilindik edasıyla yanındakilere dönerek, “Aferin, sesi güzel. Bizi mest etti bu çocuk yahu” diyerek, gururlandırmıştı. Dersim’den söz açmış, “Daye” isimli ağıtı da okumuştum kendisine.
Aziz Nesin, 1980 Darbesi sürecini anlatırken, Kenan Evren’in okul arkadaşı olduğundan da bahsetmişti. Her zamanki esprili üslubuyla Evren’in ruh hastası olduğunu, böyle birinin Genelkurmay Başkanlığına kadar yükselmiş olmasının kendisini de şaşırttığını anlatmıştı.
“Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlıklı, o ünlü aydınlar dilekçesi de sohbet başlıklarındandı. Dilekçeye önce imza verip daha sonra geri çekenlerden tiksindiğini söylemiş; hatta bu kişilerin darbecilere gidip “Aziz Nesin bizi kandırdı” şeklinde kendisini ihbar ettiklerini anlatmıştı.
Darbenin yarattığı vahşetin yakın tanıklarından biri olan Aziz Nesin’i büyük bir ilgi ve heyecanla dinliyorduk. O, Türkiye’nin önde gelen aydınlarından biriydi. Aydın olmanın sorumluluğunu yerine getiriyordu. Darbecilerden hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğuna emindi.
Yüzümü Kürdistan’a döndüm...
1980’li yılların ortalarında yedi yıl boyunca yaşadığım Almanya’dan ülkeye geri dönmüş ve hayatımı zor da olsa burada sürdürmeye karar vermiştim. Ülkeye döndüğümde, tam da Aziz Nesin’in deyimiyle “Akılsız, otoriter faşist bir zihniyet"in yönettiği gerçekle karşılaşmıştım. Hemen hemen her konserimin ardından gözaltına alınıyor ve absürt gerekçelerle saatlerce sorgulanıyorduk. Bu baskının arka planında anadilimde söylediğim ağıtlar da vardı. Böylece yeni konserde Kürtçe eserlerin sayısını artırıyordum.
Kürtçe ezgilerin yarattığı coşku ve heyecan, dönemin gelişen özgürlük mücadelesiyle doğru orantılıydı. Mücadelenin etkilerinin Türkiye metropollerinde yaşayan halkı sarıp sarmaladığını bu konserlerden anlamak mümkündü. 1988 yılında Beşiktaş Tarihi Çay Bahçesindeki bir konserde Halepçe Katliamını kınadıktan sonra, “Daye Daye” isimli ağıtla seslenmiştim. Alanı dolduran binlerce insanın gösterdiği coşkunun nasıl büyük bir özlemi ve umudu yansıttığını yaşayarak görüyordum. Şarkı söylemek gerçekle yeniden tanışmamın vesilesi oluyordu. Halk sanatçısı olmaya çalışırken benden beklenenin ne olduğunu anlıyor; yüzümü Kürdistan’a, bu coğrafyadaki yaşanan hakikate dönmemi sağlıyordu.
Öyle de oldu zaten. Sadece yüzümü çevirmedim; şarkılarımla birlikte gövdemi de oraya taşımaya gayret ettim. Konserler için zorlu yıllardı ve İnsan Hakları Derneği üyesi olarak heyetlerde yer alıyor ve bölgede yaşanan vahşete bizzat tanıklık ediyordum. Aynı zamanda bir insan hakları aktivisti olarak hayatım daha bütünlüklü anlam kazanmıştı.
Kürt hareketi devleti sarsmış, bizi etkilemişti
'90'lı yıllarda Kürt Özgürlük Mücadelesi devleti, bütün olarak sistemi sarsarken bizi de etkilemiş, kendimizi bu mücadelenin yanında ve giderek içinde bulmuştuk. Kürt özgürlük hareketinin öncülüğünde yeni bir süreç yaşanıyordu. Bu yıllar aynı zamanda sol-sosyalist hareketlerin giderek tartışma ve bölünmelerle zayıfladığı yıllardı. Buna karşın Kürt hareketi devletin topyekûn geliştirdiği katliamlara rağmen gelişerek büyüyordu ve bu bakımdan yarattığı heyecan, coşku şarkılarımıza, halkla beraber de konserlere yansıyordu. Albümlerde dile getirdiğimiz gerçek aslında bu sürecin yakıcılığını ve umudunu temsil ediyordu. Katliam ve soykırımlarla anlamını bulan bir tarihin sonunu getirecek bu yeni isyan, sadece Kürtleri değil sol sosyalist kesimleri de etkilemiş ve yanına çekmişti.
1994 yılı içinde ilk kez gittiğim Diyarbakır’da verdiğim konseri dün gibi hatırlıyorum. Salonu dolduran halkın üzerine dışarıdan özel timlerin örgütlediği kişilerce taş atılıyordu. Bu taşlardan bazıları sahnede bana isabet edince konseri yarıda kesmek zorunda kalmıştım. Taş yağmuru altında insanlar kendilerini üstü açık sinemadan dışarı atarlarken ben kuliste polislerin dayak, hakaret ve tehditleriyle boğuşuyordum. Saldırı ve tehditler arttıkça benim özgürlük mücadelesine olan ilgim ve yakınlığım aynı aranda büyüyordu. Baskı ve zulüm altında gerçekleşen Newroz kutlamaları ve katliamların tanığıydım.
***
Karanlık günlerde Aziz Nesin’i yanımızda hep gördük. Cağaloğlu yokuşunda koluna girip basın toplantıların gerçekleştiği Tabipler Odasına kadar eşlik ettiğim o günleri unutmadım. “Yahu sen Almanya’yı tümden terk ettin” diyerek orada söylediğim türkülerin kendisinde bıraktığı etkiden söz ediyordu. “Aziz Abi ben sana burada da istediğin kadar çok türkü söylerim” diyerek yanıtlıyordum kendisini.
Ne yazık ki, bir daha söyleme fırsatım olmadı ancak demokrasi ve düşünce özgürlüğü mücadelesinde çoğu kez kendisine eşlik etme onurunu yaşadım.
Kürt sorunu söz konusu olduğunda Aziz Nesin, devletin uygulamalarını reddediyor; Kürtlerin bir gün mutlaka kendi özgürlüklerine kavuşacaklarını yüksek sesle ifade ediyordu. Kürt kurumlarına, aydın ve iş adamlarına karşı gelişen saldırılar kendisini kaygılandırmıştı; saldırıların durması için İnsan Hakları Derneği (İHD) ve bağımsız inisiyatiflere desteğini esirgemiyordu.
Devletin otoriter, faşizan uygulamalarına karşı Aziz Nesin’in de içinde bulunduğu birçok eylem ve etkinlik gerçekleşti. Bu eylemlerden akılda kalanı ise İHD tarafından 1994 yılında organize edilen ve Aziz Nesin’in öncülük ettiği İstanbul’dan Ankara’ya “Düşünceye Özgürlük Yürüyüşü” idi. Yankıları büyük olan bu yürüyüşün katılımcılarından biriydim. Türkiye’nin düşünce özgürlüğü alanında yaşadığı sorun dünyanın da gündemine taşınmıştı. Dönemin hükümetine yönelik uluslararası baskılar artmıştı.
Yine aynı yıl için Aziz Nesin, düşünce özgürlüğü için yaptığı çalışmalar nedeniyle "Uluslararası Basın özgürlüğü Ödülü“ne layık görülmüştü. Ödülü, merkezi New York'ta bulunan Gazetecileri Koruma Komitesinden almıştı. Aziz Nesin bugün yaşamıyor ancak onun eşit, özgür ve demokratik bir Türkiye özlemini yansıtan hatıralarını unutmak mümkün değil. Hepimizin Aziz Ağabeyi idi o. Kendisine büyük bir özlem duyuyorum.
***
Ankara'ya yapılan İfade Özgürlüğü yürüyüşünde Aziz Nesin, Akın Birdal, Vicdan Baykara ve Ferhat Tunç. Fotoğraf: Nadire Mater |
Dünden bugüne ne değişti, diye sorulabilir. Bu mücadelenin çok şeyi değiştirdiğini kabul etmek durumundayız. Bugün aramızda olmayan Aziz Nesin’le birlikte ilerlemiş yaşına rağmen özgürlüğü haykıran Yaşar Kemal, Vedat Türkali ve diğer birçok aydınımızın hakkını vermek durumundayız.
Kürt hareketi devleti mecbur ediyor...
Kürt özgürlük hareketi halihazırda, ağır bedeller pahasına yürüttüğü mücadele ile Türk devleti gibi bir aygıtı en azından 'çözüm süreci'ne mecbur etti. Henüz başlamayan müzakerelere rağmen, Türkiye’nin Kürtleri için olduğu kadar diğer ezilen kesimler için de büyük bir kazanım ve fırsatlar söz konusu. Bu kazanıma sahip çıkmak, bir taraftan Aziz Nesin gibi aydınlarımızın ortak vatan, ortak yaşam özlemine sahip çıkma değeri taşıyor.
Türkiye demokratikleşmedi, özgürlüklerin önü açılmış değil ancak dünle mukayese edilemeyecek kadar gelişen bir halk duyarlılığı ve özgüven var. Türkiye halkları otoriterlerşen mevcut iktidar karşısında çaresiz değil ve bu, mevcut iktidarda fobi halini aldı! Korkusuyla saldırganlığı paralel işliyor; güvenlikçi yasalara sığınıyor.
2015'in, her şeye rağmen, tarihi adımların atılacağı bir yıl olmasını temenni ediyorum. Aziz ağabey yaşasaydı Cumartesi günü 99 yaşında olacaktı. İyi ki doğdun Aziz ağabey! (FT/HK)