Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, Gezi protestolarında dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasının Eskişehir dışında görülmesi hakkındaki Valilik görüşlerini haberleştiren Radikal gazetesi muhabiri İsmail Saymaz’a e-posta göndermiş.
Vali Tuna’nın 2 Ekim 2013 saat 03.56’da “[email protected]” resmi e-posta adresinden, İsmail Saymaz’a gönderdiği e-postada; “Oğlum İsmail, yine rahat durmuyorsun. Benim Ali İsmail ile ilgili söylemediğim bir sözü tekrar ısıtıp veriyorsun ki sana özel olarak telefonda bunu izah ettiğim halde her fırsatta alçaklıkla bunu tekrar ediyorsun. Failler belirlendi, tutuklandı, yargılanıyor. Bunlardan pek memnun olmadın herhalde. Sana malzeme kalmadı derken, mahkeme bize bir soru soruyor. Biz de, savcılık da kamu düzenini düşünerek yüz binlerce insanın yaşadığı bu şehirde olay çıkmasın diye görüşümüzü yazıyoruz. Bunlar her nasılsa yandaş avukatlarınız tarafından herhalde anında sizlere servis ediliyor. Kuşlar söyledi deme sakın, inanmam! Neyse hiç önemli değil. Zaten biz ne dersek diyelim siz vermek istediğinizi veriyorsunuz. Siz bizim Ali İsmail için çok üzüldüğümüze de inanmazsınız. Demokratik tepkiye eyvallah ama amaçları kaos çıkarmak olanların fırsat beklediği bir ortamda bu davanın başka yerde görülmesini istemek Eskişehir’e ve halkın yararına bir şey yapmak demektir. Tabii ki takdir yargının. Diğer konulara girmiyorum çünkü yargılama devam ediyor. Ama siz zaten hem savcı, hem hâkim, hem avukatsınız. Müebbet bile sizi kesmez. Bir daha aynı şekilde yorum yaparak bu konuyu işlersen sen adi ve şerefsizsin. Yerin altı da var unutma, eninde sonunda orada görüşeceğiz.” demiş.
Devletin e-posta adresi kullanılarak gönderilen, basında haber olan ve içeriğine itiraz edilmeyen, hatta “kişiye özel” denilen e-posta içeriğine göre; gazeteci İsmail Saymaz haberlerinde her fırsatta alçaklıkla…” Valinin söylediği bir sözü tekrarlamaktadır.
Yine Devletin Valisi; gazeteciye “Bir daha aynı şekilde yorum yaparak bu konuyu işlersen sen adi ve şerefsizsin” demektedir. E-postanın bütünü “haber yaptığı için” gazeteci İsmail Saymaz’a hakaret edildiğini ve açıkça tehdit edildiğini göstermektedir.
Bu tehdit ve hakaretler aynı zamanda Radikal gazetesine yapılmıştır. Durum çok ciddidir. Ama siyasal iktidar ciddiye almayacaktır. Lakin “medya” bu tehdidi unutmamalı ve geçiştirmemelidir.
İtalyan felsefecisi N. Bobbio, iktidarı üç ana başlıkta sınıflandırır. Ekonomik iktidar, ideolojik iktidar ve siyasal iktidar. Siyasal iktidar, fiziksel şiddet uygulama aracı olarak kullanılabileceği olanaklara sahip olmayı temel alır (Gianfranco, Poggi. ‘Devlet’ Bilgi Ünv. Yay. İstanbul. 2007. s.4, 5,16). En katı tanımıyla, buna “zor kullanıcı iktidar” denir.
Devlet; siyasal iktidarın kurumsallaşmış halidir. Çok daha kapsamlı olgunun sadece bir yönüdür. O yüzdendir ki devletin “demokratik meşruiyeti” sürekli sorgulanmalıdır.
İfade özgürlüğü varsa eğer; devlet vardır, eğer yoksa devlet yoktur diyebilir miyiz?
Bu sorunun nedeni, devletin varlığından çok, ifade özgürlüğünün korunmasında devletin “pozitif yükümlülüğünü” sorgulamaktır.
İfade özgürlüğünün korunmasında Devletin pozitif yükümlülüğü nedir? Bu sorunun yanıtını veren AİHM kararlarından birisi gazeteci Hrant Dink, diğeri ise Özgür Gündem kararıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Dink kararında, ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili kullanımının sağlanmasının sadece devletin bu alana müdahaleden kaçınma yükümlülüğü ile sınırlı olmadığına değinmiştir. Özellikle bireyler arasındaki ilişkilere varıncaya kadar ifade özgürlüğü için devletin pozitif koruma önlemlerini alması gerekir. Devlet, bu ilişkilerden sorumludur.
O halde “kişiye özel” denilen e-posta ile gazeteci İsmail Saymaz’ın devletin valisi tarafından tehdit edilmesini devletin bizzat kendisi önlemelidir. Çünkü devletin özel kişilerden gelen saldırılara karşı herkesin ifade özgürlüğünü koruması da ödevidir ve bu koruma gereklidir. Hele hele “zor kullanıcı” siyasal iktidarın ve devletin valisinden gelen bir tehdit varsa eğer; herkes, gazeteciler ve gazeteler tehdit altında demektir.
İfade özgürlüğü mutlaka korunmalıdır ve devlet bu görevi nasıl yapar veya yapmalıdır?
İşte bu devletin demokratik meşruiyetinin sorgulamasıdır. Çünkü bu anlamda devletin “pozitif yükümlülüğü” vardır.
Fuentes Bobo - İspanya, (No. 39293/98) kararında ifade özgürlüğünün korunmasında devletin yükümlülüğüne değinen AİHM, Özgür Gündem kararında bir gazetenin yanı sıra, bu gazeteye mensup personelin mağduru oldukları şiddet ve korkutma kampanyasına karşı soruşturma ve koruma önlemlerini almak suretiyle gazete mensuplarının korunması için devletin pozitif yükümlülüğünün bulunduğuna karar vermiştir.
16 Mart 2000 tarihli AİHM “Özgür Gündem v. Türkiye” kararına göre, basın özgürlüğü “işleyen bir demokrasinin ön koşullarından biri olarak anahtar öneme sahiptir.”
Mahkemeye göre, “Bu özgürlüğün gerçek ve etkin şekilde kullanılması, sadece devletin müdahalede bulunmaması ödevine bağlı değildir ve fakat bunun yanı sıra, bireyler arasındaki ilişkiler de dâhil olacak şekilde, koruyucu pozitif önlemlerin alınmasını da gerektirir.” Dink kararının bir bölümünde AİHM; gazetecinin mahkûmiyete hükmedilmesi nedeniyle gazetecinin kamuoyu önünde, özellikle de aşırı milliyetçi gruplara karşı, tüm Türk kökenlileri aşağılayan bir birey olarak gösterildiğini tespit etmiştir. AİHM’ne göre; “Fırat [Htant] Dink’in mahkûmiyet kararının Yargıtay tarafından onanması tek başına ya da ilgiliyi aşırı milliyetçi militanlara karşı koruma önlemlerinin yokluğu olgusuyla birlikte dikkate alındığında, Sözleşme’nin 10/1. maddesinde korunan ifade özgürlüğüne müdahale niteliği taşımaktadır.”
Siyasal iktidar, gazetecileri hedef almamalıdır, korumalıdır. Kimseye, hiç kimseyi hedef göstermemelidir. Devlet, gazeteleri ve gazetecileri tehdit etmez. Kim ne ise odur ama İsmail Saymaz ve Radikal gazetesi alçak, şerefsiz ve adi değildir.
Gazeteci İsmail Saymaz’ı tehdit edemezsiniz. Gazeteci devletin valisinden ve devletten mutlaka korunmalıdır.
Devletler, gazetecilerin etkili biçimde korunması için bir “demokratik” sistem inşa etmelidir. Kamusal tartışmalara ilgililerin ve herkesin katılımı için uygun bir ortam yaratmalıdır.
Resmi makamlar tarafından savunulan görüşlere ya da kamuoyunun önemli bir bölümüne ters olsa da, hatta onlara şaşırtıcı, sarsıcı ve rahatsız edici gelse bile gazetecilerin ve herkesin fikir ve düşüncelerini korkusuzca ifade etmelerine olanak sağlamalı, müdahale etmemeli ve izin vermelidir. Yapılması gerekli olanlar bu kadar basittir ve devlete görev olarak yüklenmiştir.
Gazetecileri sadece devletin şerrinden korumak değil, kamu yöneticilerinin her türlü biçimde baskısından özellikle korumak; devletin başta gelen görevidir.
Ama “ben devletim tehdit ederim, hakaret ederim” diyorsanız eğer; açıkça deyin de bilelim.
Yoksa devlet olarak size göre gereği ne ise;“gereğini yapın” da görelim. (Fİ/HK)