Eylül ayının gelişiyle birlikte havaların soğukluğu kendini iyiden iyiye hissettirir oldu.
Hapishane kocaman bir beton yığını olunca…
Duvarların ortasına bahar geç gelmekle kalmıyor, yazda çabucak bitiyor.
Gün boyu havalandırmayı dolduran güneş hızla bizi terk ediyor.
Erken bahara aldanıp Şubat başında çiçek açan erik ağacının yaprakları çoktan sarıya, kahverengiye dönmeye başladı.
Yabani incir ise, bugünlerde sonbaharın gelişine aldırmadan meyve verme derdinde.
Duvarın dibindeki çatlağa ektiğimiz sarmaşık duvarın üzerindeki nato tellerine ulaşmanın erişilmezliğini yaşıyor.
Üç buçuk yıl önce çekirdekten yetiştirdiğim limon, yanı başında biten akşamsefasının solgun yapraklarının baskısı altında.
Plastik kasalardaki süs biberlerinin yaprakları sararmaya başladı.
Anlayacağınız, bizim havalandırmaya da sonbahar geldi.
Bir sonbahar gününde sokaktan gözaltına alınmış.
Dört günlük gözaltının ardından da tutuklanmıştım.
Bugün gözaltına alınışımın 8. yılı.
12 Eylül’de de tutuklanışımın 8. yılına gireceğim.
Hayatlarımızdan çalınan yılların hesabını kim verecek diye sık sık kendi kendime soruyorum?!
Biliyorum ki, Türkiye’de polis imalatı kağıt parçalarıyla yargılanan tek kişi ben olamadığım gibi.
Haksızlığa, adaletsizliğe maruz kalan tek kişi de ben değilim.
Bildiğiniz gibi son yıllarda Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri TMK sayesinde rekor üzerine rekor kırıyorlar!
Polis- mahkemeler el ele vermişler…
Akıl ve vicdanı olan herkesi isyan ettirecek bir pratikle, çerez dağıtır gibi ilerici, devrimci demokrat ve sosyalistlere çocuk yaşlı demeden her yaştan ve meslekten kadın ve erkeğe hapis cezaları dağıtıyorlar.
Gazeteciler, avukatlar, öğrenciler, Kürt siyasetçiler, çocuklar, Gezi direnişçileri memleketin hapishanelerine doldurulmuş.
En basit bir hak talebine bile onlarca yıla varan hapis cezası veriliyor.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerine müebbet, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarını bir defa vermek yetmediği gibi.
Birkaç defa aynı cezayı verip, üzerine de yüzlerce yıla varan hapis cezası ve binlerce lira para cezası ekleyerek kararlar veriyorlar.
Yargılama yöntemi ise malumunuz!
İddianame savcıları polis fezlekelerini kopyala yapıştır sistemiyle iddianame olarak mahkemelere sunuyorlar.
Özel yetkili ACM’ler de o iddianamelere, yani polis fezlekelerine göre milleti yargılıyorlar.
Mahkeme savcısı da o iddianameyi bir kez daha kopyala yapıştır sistemiyle esas hakkında mütalaa olarak mahkemeye sununca!
Bir biri ardına geliyor yargı yoluyla işlenen cinayetler!
Yargı yoluyla işlenmekte olan bir cinayetin kurbanlarından biri de benim.
4 Haziran 2013 tarihinde İstanbul Çağlayan’da 10. ACM’de görülen duruşmada, savcı 7 yıldır süren bu davaya girdiği ikinci duruşmasında esas hakkında mütalaasını verdi.
Mütalaada satırı satırına şunlar yer alıyor:
“ 6) sanık Füsun Erdoğan
“ Sanığın 08.09.2006 tarihinde Aydın Nazilli Ocaklı köyünde yapılan operasyon sırasında yakalandığı, [gözaltına alınışıma dair bütün bilgilere www.bianet.org adresinden ulaşılabilir]
“Sanık Füsun Erdoğan’ın MLKP isimli örgütün Merkez Komitesi Üyesi olduğu, mali işler ve legal alan faaliyetlerinden sorumlu yönetici konumunda bulunduğu,
“Sanık Füsun Erdoğan’ın Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs, örgütün yöneticisi olmak suçlarından ve ayrıca örgütün merkez komite üyesi olması ve örgütün maili işler ve legal faaliyetlerinden sorumlu olması sıfatıyla örgütün yöneticisi konumunda bulunduğu, bu sebeple 1 Haziran 2005 tarihi itibariyle örgüt üyelerinin işlediği tüm suçlardan TCK’nun 314/3 maddesi yollamasıyla TCK’nun 220/5 maddesi uyarınca asli fail gibi sorumlu olduğu.”(Esas Hak. Mütalaa sf.111)
Böylesine ağır bir ceza istemine esaslı kanıtlar olmalı değil mi?
Ne yargılandığım ve binlerce sayfayı bulan dava dosyasında, ne iddianamede hakkımda iddia edilen MLKP örgütünün yöneticisi, açık alanlar ve mali sorumlu olduğuma dair tek bir somut kanıt söz konusu!
Sadece İstanbul TMŞ demiş ki fezlekesinde Füsun Erdoğan Yasadışı MLKP örgütünün Merkez Komite üyesi, açık alanlar ve mali sorumlusu.
Bunun için de kendi bilgisayarlarında hazırladıkları bilgisayar çıktısı kâğıt parçalarını kanıt diye sunmuş!
Ancak o hazırladığı kâğıt parçalarıyla şahsım arasında tek bir maddi kanıt söz konusu değil.
O kâğıt parçalarının altına adımı soyadımı, yazmış!
Polisin bu beşinci sınıf senaryosu savacıya da, ACM’ye de yetti!
Oysa ortada tek bir gerçek var.
O da Özgür Radyo’nun kurucusu ve yöneticisi olmam!
Muhalif sosyalist bir radyocu, gazeteci olmam.
Tutsaklığımın kısacık öyküsü böyle!
24 Eylül 2013 tarihinde İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde sabah saat:10.00 da 10. ACM’de bir kez daha hâkim karşısına çıkacağım.
Bir kez daha uğradığım haksızlığa, adaletsizliğe karşı sesimi yükselteceğim.
Uğradığım hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı meslektaşlarımı, duyarlı insanları yanımda görmek bana güç verecektir.
Hepinizi duruşmaya katılmaya ve benimle dayanışmaya çağırıyorum. (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, 8 Eylül 2013, Gebze Kapalı Hapishane