Gezi Parkı’na 15 Haziran Cumartesi günü polisin müdahale etmesiyle, parkı boşaltmak zorunda kalmamızın üzerinden sekiz gün geçti. Parktaki direnişin tozunun dumanın arasında görünmeyenleri görmeye, bundan sonra ne yapabileceğimizi daha ayrıntılı konuşmaya fırsat bulmuş olduk. Neredeyse bütün siyasal ve toplumsal çevreler Gezi Parkı ile ilgili toplantılarını yaptı, değerlendirme yazılarını yayınladı. Muhtemelen üzerine yüzlerce yazı daha yazılacak.
Ancak bugünlerde yazılanlardan öte konuşulanlar daha büyük bir anlam taşıyor. Söz uçmuyor... Gezi Parkı direnişinin son günlerinde Taksim Dayanışması’nın kurumsal yapısının ve kurumsal sözünün dışında, parkta bulunan insanların sözlerini söyleyebilecekleri mecralar oluşturmak için yapılan forumlar, parkın polis tarafından ¨ele geçirilmesinden¨ sonra İstanbul’un hatta Türkiye’nin birçok parkına yayıldı.
Parklarda ne konuşulduğunu gönüllülerden oluşan küçük bir grup www.parklarbizim.blogspot.com adlı siteye düzenli olarak ekliyor. Taksim Dayanışması’nın ve siyasi hareketlerin metinleri dışında kalan kesimlerin sözünü yarına aktararak çok önemli bir iş yapıyorlar. Blog, duvar yazılarının ardındaki politik aklın belli bir kaynakta derli toplu ifade edilmesi açısından çok önemli bir çalışma.
Forumlarda genelde Gezi Parkı direnişinden çıkartılan deneyimler, yerel sorunlar, mücadelenin nasıl devam edeceği vb. gibi meseleler konuşuluyor.
Bir de ülke siyasetine dönük makro meseleler var. Bunlar; AKP iktidarına karşı ortak bir blok kurulması, yerel seçimlerde ortak aday çıkarılması, AKP tabanıyla iletişime geçilip ikna edilmesi gibi konularda sık sık dile getiriliyor.
Ancak parklarda ifade edilen makro siyasete ilişkin sözler, biraz ezber üzerinden söyleniyormuş havası veriyor. Çünkü bu makro taleplerin hayata geçirilmesi için çok çaba sarf etmek gerekiyor.
Parktaki bir araya geliş AKP tarafından, ¨Daha düne kadar birbirlerini yiyenler bize karşı birleşti¨ cümlesiyle ifade ediliyor. Bu fikir Gezi Parkı’ndaki siyasi hareketlerin ¨Düşmanımın düşmanı dostumdur¨ mantığıyla bir araya geldiğini ima ediyor. Bu fikir birbiriyle daha önce aynı mekanda bile durmaktan imtina eden grupların ilk defa bir araya gelmiş olması sebebiyle doğruymuş gibi görünse de meselenin arka planı öyle değil.
Gezi Parkı daha önceleri bir arada bulunmayan, birbirine mesafesi olan ya da önyargısı olan siyasal ve toplumsal hareketleri bir araya getirdi. Gezi direnişi bu grupların taleplerinin birbirlerine engel olmadığını hatta ortak mücadele etmenin imkanlarının olduğunu gösterdi.
Alevilerin Cemevleri ibadethane olsun, zorunlu din eğitimi kaldırılsın talebiyle; İslamcıların ibadetlerini diyanet baskısı olmadan özgürce yaşamak istemelerinin birbirine karşı bir tarafı yok. LGBT bireylerin taleplerinin, heteroseksüellere zarar veren bir tarafı yok. Hatta polisin bulduğu kullanılmış prezervatifleri bile suç unsuru olarak gösterdiği Gezi Parkı’nda ¨Eşcinsellerin kurtuluşu, heteroseksüelleri de özgürleştirecektir¨ cümlesinin doğruluğu bir kez ortaya çıkıyor. Direniş birbirleriyle 1 Mayıs ve büyük toplumsal olaylar dışında bir araya gelmeyen sol hareketlerin günlerce aynı alanda herhangi bir tartışma yaşamadan birlikte mücadele edebileceğini gösteriyor.
Burada sorun yine Kürt halkının taleplerinde düğümleniyor. Taleplerinin anlaşılmaya çalışılmadığı, empatiden uzak tutulan tek grubun Kürtler olduğunu söyleyebiliriz. Bu empati yoksunluğu karşısında Kürtlerin de kırgın olduğunu Burcu Karakaş Bianet’teki 21 Haziran tarihli yazısında ifade etmişti. Karakaş, Kürtler ile Gezi direnişinin arasındaki mesafeyi duygu yüklü bir şekilde anlatmış, bu empati yoksunluğunun büyük bir sorun olduğunu belirtmişti.
Ancak sadece Kürdistan’da değil Türkiye’deki de en örgütlü güç Kürt özgürlük hareketi ve bu güç uzun yıllardır toplumsal muhalefetin merkezinde bulunuyor. Durum böyle olunca birçok insanda Gezi direnişinin de merkezinde olmaları gerektiği yönünde bir beklenti oluştu.
İlk günlerdeki bocalamanın ardından nihayetinde Kürt özgürlük hareketi tarihsel ve siyasal bir sorumlulukla davranarak meseleyi daha geniş ele alan, olumlu yanlarıyla beraber tehlikelerine de işaret eden bir çerçevede görüş belirtti. Gelen mesajlarla birlikte özellikle İstanbul’da Kürt özgürlük hareketinin alandaki varlığı ve inisiyatifi arttı. Gezi Parkı direnişi demokratik özerlik projesinin batıda anlatılmasının ve savunulmasına somut imkanlar sundu. Kürt Hareketinin bu imkanı ne kadar verimli değerlendirip değerlendiremediği, bu süreçteki eksiklikleri ayrı bir yazı konusu. Ancak hareketin süreç içerisinde yer alışı tartışılmaz bir durumdu.
Kürt hareketi gecikmeli de olsa alandaki yerini almış olmasına rağmen Gezi Parkı direnişine destek veren ulusalcı güçler hala Kürt halkının talepleriyle birlikte alanda oluşunu görmezden gelmeleriyse anlaşılır bir durum değil. Ulusalcı güçler sokakları dolduran milyonlarının sadece AKP karşıtı bir saikle var olmalarını istiyor. Kürt halkının talepleri karşılanmadan bir ittifakın içine girmelerini beklemek otuz yıllık mücadelelerini yok saymaktan başka bir şey değil. Kürt özgürlük hareketine önerilen şeyin siyasal taleplerinden vazgeçmeleri ve AKP karşısındaki en büyük kuvvete yedeklenmelerini istemekten başka bir anlamı yok. Bu ittifakı önerenler aynı şeyi sosyalist harekete ve tüm toplumsal muhalefete de öneriyor. Bu yedeklenme yerine Kürt hareketinin ve sosyalist hareketin taleplerinin içselleştirilmesi hayati bir önem taşıyor. Bunu yaparken de öncelikle Kürt halkının taleplerini anlamak gerekiyor. Kürtler içeri talepleri dışarı formülü ile hiçbir yere varılamaz.
Toplumsal hareketin taleplerinin kabulü ve içselleştirilmesi başarılabilir. Başarılabileceğini dün Taksim’deki Trans onur yürüyüşünden anlayabiliriz. Geçen seneki yürüyüşte sadece birkaç yüz kişi yürümüştük ve saldırıya uğramıştık. Bu sene neredeyse LGBT onur haftası yürüyüşü kadar kalabalıktı. Yine dün Kadıköy’de Madımak katliamının 20. yılında yapılan Alevi mitingi de çok kalabalıktı. Bize düşen esas görev toplumsal hareketlerin taleplerinin toplumun bütün kesimleri tarafından kabulü için çaba sarf etmek. Çünkü hepimizin ortaklaştığı yer özgürlük ve demokratikleşme. Ve bugün bunu yapabilmenin imkanları hiçbir zaman olmadığı kadar mevcut. Bunu Trans Onur yürüyüşünde okunan metin şu cümleyle billurlaştırmış: Çok zor kavuştuk çok zor barıştık ve artık birbirimizi bırakmayalım…
Daha çok barış... Daha çok ittifak... Daha çok direniş... (AS/HK)