Mevcut iktidarın devam eden gösterilerden duyduğu rahatsızlığın temel nedeni, otuz yılı aşkındır siyasallaşmanın meşru mecralarından biri olmaktan çıkarılmış olan sokağın uzun zamandan sonra yeniden ‘kullanıma açılması’. Amerikan ve Fransız Devrimleri’nin miladının sokak eylemlerinin o dönemki biçimleri olduğu hatırlanırsa (yani Boston Çay Partisi ve Bastille’in düşüşü) burjuva demokrasisinin kurucu mecralarından birisi olan sokak siyasetinin eksik olduğu bir siyasal bağlamın demokratik meşruiyetinin sorgulanır hale geldiği anlaşılabilir.
İstanbul Kadıköy’deki Halk Meclisi’nde söz alan bir katılımcının vurguladığı gibi, seçim barajının yüzde 10 olduğu ve kitle medyada hükümet yanlısı bir tekelleşmenin gerçekleştiği bir siyasal hayatta, tek kişiyi (yani Erdoğan’ı) dinlemek için alanlara otobüslerle taşınan kitlelerin sokak siyaseti yaptıklarını iddia etmek gerçekçi bir iddia değil.
Diğer bir deyişle, mevcut iktidar burjuva demokrasinin en önemli siyasi mecralarından biri olan sokağın önü tıkanmışken hegemonik bir güç haline geldi. Sonraki aşamalarda iktidarın kitle medyası üzerinde artan kontrolü bu eksikliğin nedeni değil sonucudur. Bu nedenle sokak siyasetinin yeniden ‘kullanıma açılması’ mevcut iktidarın konjonktürel avantajlarına ciddi bir darbe indirebilir.
Dolayısıyla mevcut iktidar temel çekincesi bireylerin sosyalleşmesi önündeki mevcut engellerin kalkması. Meydanlara bindirilmiş kıtalar getirerek bu açığı kapatmasının mümkün olmadığı AKP’nin düzenlemekte olduğu mitinglerin başarısızlığı neticesinde görüldüğü için iktidarın elinde kalan tek seçenek polis şiddetine başvurmak.
Öte yandan devam eden gösterilerin önümüzdeki seçimlerde ciddi bir karşılığı olacaksa metropol varoşlarından katılımın sağlanması ve varoşlarda benzer bir hareketliliğin ortaya çıkması gerekmekte. Yavuz Yıldırım 7 Haziran’da Bianet’e yayınlanan yazısında devam eden gösterilerin bir kaç hafta içinde Halk Meclisleri/Forumlar ortaya çıkaracağı öngörüsünde bulunmaktaydı. An itibariyle bu öngörü gerçekleştiği için şimdi bu meclislerden ortaya çıkacak irade üzerine kafa yormak elzem.
Bu bağlamda 2011 yılında ABD’de devam eden İşgal Et! hareketinin Philadelphia ayağını gözlemlemiş ve bu sürece katılma fırsatını yakalamış bir kişi olarak oradaki işgal eylemlerinin katılımcılarının ortak karar alma ve diyalog kurma biçimlerinden bahsetmek isterim çünkü bir kaç gün önce başlamış Halk Meclisleri/Forumlarda katılımcılar birçok usülü el yordamı ile öğrenmek zorunda kalıyorlar.
Öncelikle ABD’de gerçekleşen işgal eylemleri her ne kadar bir örgüt çatısı altında örgütlenmediyse de kendiliğinden de gelişmedi. Sanal ortamda yapılan tartışmalar neticesinde işgal kararı çıktı ve New York başta olmak üzere bir çok farklı yerde karar uygulamaya sokuldu. Kamusal alan işgalleri en baştan itibaren katılımcıların ortak karar almalarını sağlayan Genel Meclisler (General Assembly) tarafından gün be gün eşgüdüme sokuldu. Bu meclisler işgal edilen alanda her gün aynı saatte toplanmakta ve kararlar oy çokluğu ile alınmaktaydı. Kişiler kendilerini temsil ederken bir grup ya da parti adına gelenler aralarından seçtikleri temsilciler vasıtasıyla karar alma sürecine katkıda bulundular. Karar alma süreçleri daha çok işgal edilen alanda gündelik yaşamın devam ettirilmesi ve yürütülecek genel siyasi faaliyetlere ilişkin idi. Örneğin katılımcılar yurttaşlardan paralarını bankalardan çekip her mudinin hukuken ortak statüsünde olduğu kredi kooperatiflerine yatırmaları yönünde bir kampanya yürüttüler. İşgal edilen alana yiyecek vb. katkılar toplandı. Bir fon oluşturularak para tedariki sağlandı. İsteyen kişiler önceden ortak bir İnternet sayfasından duyurusu yapılmak suretiyle “teach-in” adı verilen katılımcılara açık dersler verdiler. Ünlü akademisyen ve entelektüellerin katılımı desteklendi. Tüm bu konuşma ve dersler aynı İnternet sitesinden canlı olarak sunuldu. Bu sayede örneğin Seattle’da verilen önemli bir ders veya konuşmayı Philadelphia’dakiler takip etme imkânı buldu.
Tüm bu yaratıcı girişimlere rağmen ABD’nin genelinde temel bir stratejik hata yapıldı. Bu hatanın gelişim süreci Philadelphia’da son derece belirgin şekilde seyretti. Philadelphia’nın tam merkezinde yer alan Belediye Binası (City Hall) önünde kamp çadırlarını kuran ve bina önündeki alanı (Dilworth Plaza) işgal eden göstericiler bu alanı yaklaşık iki ay boyunca işgal ettiler. Halkın ve kısmen sendikaların da desteğini alan göstericiler, Demokrat belediye başkanı tarafından da ilk etapta desteklendi. Herhangi bir şiddet eylemine mahal vermeyen eylemciler (yine sendikalı olan) polislerce de büyük oranda sempatiyle karşılandı. Kış aylarının bastırması ve eksi 10’lara düşen hava sıcaklığına rağmen katılım devam ettirildi. Eşzamanlı birçok panel ve forum düzenlendi. Parkta ikâmet eden evsizlere çadırlarda yer verildi.
Öte yandan kentin çeperlerinden katılım nispeten zayıf kaldı. Kent merkezinden yaklaşık 20 km uzaklıkta ve ekseriyetle işçi sınıfı ailelerden gelen gençlerin öğrenim gördüğü okulumda öğrencilerimin çoğunluğu olan bitenden habersizdi. Verdiğim dönem ödevi neticesinde parktaki insanlarla mülakat yapan çoğu yirmili yaşlarında olan birçok öğrencim sunumlarında sürece ilişkin duydukları şaşkınlığa vurgu yaptılar. Kısacası meydanla mahalle arasında bir kopukluk oluştu.
Göstericilerin kendi aralarındaki tartışmalar ise göstericileri bu başarısızlığa neden olan edilgen bir tutuma sevk etti. Philadelphia’nın varoşlarına “dışarıdan bilinç götürme”nin tepeden inme bir siyasal tutum almayı gerektireceğini savunanlar baskın çıktılar ve işgal süreci Belediye Binası önündeki alan ile sınırlı kaldı. Jo Freeman’in Yapısızlığın Tiranlığı (Tyranny of Structurelesness) olarak adlandırdığı dinamiğin bu tartışmalar esnasında göstericileri atatelete sevk ettiğini iddia etmek herhalde yanlış olmaz. Bu ataletin arkasında kısmen Philadelphia varoşlarının önemli bir kısmının siyah mahalleleri olması yatmaktaydı. Ekseriyetle beyaz olan göstericiler “tepeden dayatma” fikri ile “beyaz adamın yükü” olgusunu eş tutarak ataleti meşrulaştırdılar. Neticede ilk başta sürece olumlu bakan belediye başkanı işgal edilen alanda bir buz pisti yapılacağını ilan ederek, inşaat sürecinde göstericilerin kaza geçirebileceğini ve hukuki sorumluluğu belediyenin almasının mümkün olmadığını öne sürdü ve göstericileri alandan polis zoruyla çıkardı (ki bu durum, bu sene 1 Mayıs’ta hükümetin Taksim Meydanı’nı kapatma nedenine benzemekte). İşgal komitesi varlığını sürdürse de süreç sönümlendi. Her ne kadar her kentin farklı dinamikleri olsa da Seattle dışında ABD’de büyük oranda benzer başarısızlıklar İşgal Et sürecinin toplumsallaşmasını örseledi.
Türkiye’de devam eden sürece ilişkin an itibariyle en çarpıcı gelişme ise (Gezi Parkı’nın dağıtılması ve Güven Park’ın işgalinin engellenmesi nedeniyle) göstericilerin tek bir semt yerine farklı semtlerde Halk Meclisleri/Forumlar kurmaya başlamış olmaları. Bu gelişme Türkiye’de olan bitenleri ABD’de olanlardan farklı kılmakta. Her ne kadar kentte merkezi alanların işgali belki ileride göstericiler önünde yeniden bir seçenek haline gelebilecekse de şu anda devam eden süreç farklı semtlerdeki katılımcıların birbiriyle irtibata geçmesini sağlayan mecraların oluşturulması olarak tarif edilebilir.
Türkiye’de devam eden süreç ise bu bağlamda ABD’den farklı ve daha olumlu bir seyir izlemekte. Bu bağlamda bir öneri ve bir uyarıyı paylaşmak isterim.
Öneri şu: Her kentin kendi dinamikleri var ve katılımcılar her kentte farklı kültürel kodları öne çıkarıyorlar. Daha da önemlisi polis gücü göstericilere karşı kent bazında stratejiler geliştiriyor. Bu nedenle, ulusal seviyede eşgüdümü sağlama kaygısını geri plana atmadan her kentteki meclis/forumların öncelikle kendi aralarında iletişimi sağlaması göstericiler açısından kritik bir gereklilik gibi gözükmekte. Aynı kentin farklı semtlerindeki meclisler/forumların kent seviyesinde eşgüdüm sağlaması halinde göstericiler kendilerini daha etkin şekilde ifade edebilirler. Ulusal eşgüdümün türlü nedenlerden tıkandığı durumlarda da her kent kendi inisiyatifini geliştirebilir.
Uyarı ise ABD’de Yapısızlığın Tiranlığı neticesinde fiilen kent varoşlarına mesafeli yaklaşma kararının verilmesi neticesinde İşgal Et! hareketinin katılımcıların hedeflediklerinden önce sonlanmış olması ile birebir bağlantılı. Meclislerin/Forumların büyük kentlerin farklı semtlerinde oluşması göstericiler açısından büyük bir fırsat: Bu mecranın şu ana kadar iktidarın kalesi olarak görülen semtlerde de görünür kılınmasını sağlayacak yöntemlerin tartışılması ve iletişim kanallarının açılması bu nedenle göstericilerin ABD’deki göstericilerin yaşadıklarına benzer bir başarısızlığa uğramamaları açısından kritik. İktidarın en güçlü olduğu semtlerde bile mevcut iktidarın uygulamalarından rahatsız olan binlerce kişi devam eden gösterilere destek veriyor. Bu kişilerin kendi mahalle ve semtlerinde örgütlenmelerini kolaylaştıracak yardımların ne şekilde organize edileceği tartışılmalı.
Bu nedenle öncelikli yapılması gereken, konuyu Gezi Parkı’nın kaderine sıkıştırmak ya da ulusal seviyede (parti kurmak, seçimlere hazırlanmak v.b. gibi) büyük hedefleri tartışmak yerine, kent merkezlerinden sağlanan katılım yelpazesinin nasıl genişletilebileceğine ilişkin tutulan alanlarda ve sosyal medyada bir tartışmanın başlatılması. Bu başarılamazsa devam eden süreç ABD’de olduğu gibi kendi içine çökebilir. Bu başarılabilirse, göstericilerin birçoğunun hedeflediği daha çoğulcu bir burjuva demokrasisine dönük adımlar daha kolay atılabilir. (UB/HK)