Videolarda, TOMA’nın su sıkıp takla atmasına neden olduğu beyaz giyen adamı üzülerek ve öfkeyle izledik. İzleyenlerin çoğu polislerin kendini bir bilgisayar oyununda sandığını düşündü. TOMA’ya saldıran beyaz elbiseli adam, çaresizlik, etkisizlik ve görmezden gelinmişlik hislerinin yarattığı öfkeyle olsa gerek, tekmeleriyle TOMA’nın insanı fırlatıp atan gücüne karşı ben buradayım demek istiyordu. Etkisizlik hissi o kadar derin olmalı ki kendini kaybetmişti ve kendini riskin ortasına atıyordu.
Aslında, beyaz kıyafetli adamın öfkesi, Türkiye’nin bütün görmezden gelinenlerinin öfkesiydi. Hükümetin son dönemki uygulamaları ve başbakanın açıklamaları bir tür kadirimutlak yanılsama halini düşündürtüyordu. Mecliste çoğunluğu, ana akım medyada tek sesliliği, ekonomide kaynakların kontrolünü sağlamış AKP iktidarı, istediğini yapabilir hale gelmişti. Sanki, politik alanda bir ötekiye ne yer ne de ihtiyaç kalmıştı.
Eğer bir anne bebek ilişkisi söz konusu değilse, kimse kimsenin kadirimutlak yanılsamasının nesnesi olmayı istemez. Hele politika alanında hiç geçerli değildir bu: Politik öznelliğin ve ilişkiselliğin bittiği noktaya faşizm denir. Bununla beraber muktedirin kadirimutlak fantezileri, görmezden gelinende yoğun bir öfke oluşturur. Politik öznelliği görmezden gelinen ve yok sayılan, kendi varlığını ifade etmek zorundadır: Öfkesi kendisini var etmesi için en temel araçlarından biridir.
Sonuçta ortaya çıkan zorunlu ve doğal bir şiddettir. Muktedir, uykusundan uyandırılmıştır ve bir hayal kırıklığıyla karşı karşıya bırakılmıştır: O ne kadar istemese de bir öteki vardır ve ben buradayım demektedir. Hayal kırıklığı öfkeye yol açar ve muktedir saldırır. Ancak, saldırırken kendini savunmak isteyenlerin gayretiyle değil, kadirimutlak olmaya devam etmek isteyenlerin zalimliğiyle saldırır.
TOMA’nın beyaz giyen adama yaptığı saldırı böylesi bir saldırıdır işte. TOMA, kendini kadirimutlak olduğuna inandırmak isteyen bir fantezinin öfkesiyle, suyu beyaz giyen adamı neredeyse yok edecek şekilde püskürtür. Bu püskürtme politik alanın iki kişilik olabileceği ihtimalini yok etmeye çalışılmasının sembolüdür: Ötekinin öldürülmesi, konuşamaz kılınması, çaresizleştirmesi biber gazının temsil ettiği değerlerdir.
Her türlü politik öznellik talebinin yok edilmeye çalışıldığı, varoluş biçimlerinin yalnızca itaat etme ve çıkar sağlamaya indirgendiği bu düzlemde, Beşiktaş taraftarlarının kitlelere tanıttığı şarkının bu kadar popüler olması boşuna değildir. “Delikanlı kim bakalım” diye biten bu şarkı, naif ve erkek merkezci de olsa, kitlelerin politik taleplerini temsil etmektedir bir bakıma ve tam da bu yüzden eşcinseller ve kadınlar tarafından da söylenen bir şarkı olmuş olabilir.
“Kaskını çıkar, copunu bırak” çağrısı, kadirimutlak olduğunu iddia eden, aramızdaki ilişkinin alanı tamamıyla benim kontrolümde diyen muktedire, “gel adil bir çatışma içerisinde olalım” diye seslenen bir çağrıdır. Biber gazının, mesafeyi sabit tutan, çatışmayı sonlandıran, ilişkiyi bitiren gerçekliğine karşı, yumruk yumruğa kavganın bir araya getiren yönüne dair bir güzellemedir bu şarkı. Şarkıyı söyleyenler, şiddeti romantikleştirmenin ötesinde bir şey yapmaktadırlar: Kendi şiddetlerini sahiplenmenin gururunu yaşamaktadırlar. Görmezden gelinmiş ve yok sayılmış insanlar, çoğu zaman kayıtsız kalarak başa çıkmaya çalıştıkları öfkelerini sahiplenip, “uygar” bir şekilde meydan okumaktadırlar. Uygar bir meydan okumadır bu, çünkü biber gazı nefessiz bırakır, kalp krizine dahi neden olur, öldürebilir; ama yumruk yumruğa kavgada bir taraf pes ettiğinde dövüşü sürdürmemek adettendir. Şarkı, yumruk yumruğa kavga çağrısıyla, biber gazının yaşlı ve çocuk dinlemeyen hukuk tanımazlığına karşı, birbiriyle sorunu olan ve çatışmaya hazır özneler olarak şiddetimizi bir yasaya tabi tutalım ve başlayalım demektedir. Kardeşler arasındaki ilişkiyi düşündürür bu açıdan yumruk yumruğa kavga: Şiddet vardır, ama kimse kimseyi öldürmez ve en sonunda herkes akşam yemeği için buluşabilir.
İlkel dediğimiz insanların yazıya geçirilmemiş yasalarında buna benzer birçok şey vardır. Görüldüğü gibi bizimkinden çok daha ahlaki yasalar bunlar. Birazcık psikanalitik tefekkür gösteriyor ki, modern iktidar dediğimiz şey ilkel zamanları mumla aratıyor!
Öfkesini sahiplenenler ve ısrarcı olanlar sayesinde bugün politikanın alanında birden fazla özneye yer olduğu, yer olmak zorunda olduğu anlaşılmıştır. Eylemcilere kapıların açılması, değişim fikrinin gönüllerde ve zihinlerde misafir edilmeye başlandığı anlamına gelmektedir. Ancak, misafirlikte çok konuşmak olmaz, ev sahibine nutuk çekilmez, çok uzun da oturulamaz. Bugün yaşananların, politik bir özne olma talebinin; bir misafirlikten, bir ziyaretten öteye geçebilmesi için, politikada yeni bir ilişkisel alanın inşa edilmesi gerekmektedir. Şimdi meydandakilerin taleplerini sahiplenen ve onların dertleriyle dertlenen herkes için derinlemesine çalışma zamanıdır. (BÖŞ/HK)