Taksim’de başlayıp bütün kentleri saran toplu direnişlerden sonra ülkedeki her şeyin değişeceğini bir kaç gün içinde fark etmeyen kalmadı. Her ne kadar toplumsal olaylardan bağımsızmış gibi algılanması için bir çaba olsa da, ekonomi de söz konusu değişikliklerin yaşanacağı alanlar arasında.
Son on yıldır ne zaman ekonomiden söz edilse, cümle içinde istikrar sözcüğü mutlaka geçiyor. Burada istikrardan kastedilen, ekonomi politikalarının önemli değişiklikler olmadan sürmesi. Üniversitelerde öğrencilerin dövülmesi, dağlarda insanların vurulması, işçilerin toplu olarak işten atılması istikrarı bozmuyor. Fakat ekonomi politikalarının tutarlı biçimde devam etmesi önemli çünkü küresel sermayeye yıllarca ülkeden kaçmayacak şekilde güven vermenin başka yolu yok.
On yıldır Türkiye ekonomisinin en güçlü yanı istikrarlı olması. Tabii ki, teknik ve sosyal altyapının büyük ölçüde geliştirilmiş olması, temel ihtiyaçları karşılayacak düzeyde insangücü yetiştirilmesi, sendikasızlaştırılmış bir işçi sınıfına sahip olma, uluslararası kuruluşlarla uyumlu ekonomi politikaları sürdürme iradesi gibi ön koşullarla birlikte.
Türkiye bu istikrara sahip. Demokratik bir ülkede pek görülemeyecek biçimde çoğunluğu olan bir iktidar partisi ve yine demokratik bir ülkede pek görülemeyecek biçimde dediği dedik bir başbakanı var.
Uluslararası finans kurumları için bundan daha cazip bir durum olamaz. Hele iktidara gelmesine kimsenin ihtimal vermediği zayıf muhalefet partilerini de düşününce, bu tür bir istikrarın yıllarca sürmesi beklenir.
Sermaye kuruluşları istikrara çok önem verir fakat o istikrarın nasıl sağlandığı ile pek ilgilenmez. Burada toplumsal dengelere, uyuma ve uzlaşmaya dayalı bir istikrardan söz edilmediği çok açık. Söz konusu olan otoriteye dayanan bir istikrar. Nitekim Evren-Özal ikilisinin yönettiği 12 Eylül Türkiye’sinde de istikrar vardı ve hepsi bu durumdan hoşnuttu.
Gerçi bu şekilde sağlanan istikrarın bazı sakıncalı tarafları olabiliyor. Örneğin, ülkeyi yönetenler istikrarın tamamen kendi güçlerine bağlı olduğunu hissedince, pek anlamadıkları konularda da ileri geri konuşma hakkını kendilerinde bulabiliyorlar.
Söz gelimi bir başbakan çıkıp, işsizliğe son vermek için her firmanın fazladan iki işçi almasını isteyebiliyor. Ya da günün birinde yerli otomobil ürettirme hevesine kapılıp, iş adamları içinde babayiğitlik yarışması açabiliyor. İş adamları bu teklife yanaşmayınca da verip veriştiriyor. Kiminin yaptığı binayı yıkmasını istiyor, yıkmazsa yüzüne bakmıyor. Bu arada medya patronlarına, dükkanlarında ne tür adamları istihdam etmeleri gerektiğini söyleyebiliyor.
İstikrar otoriteye dayanınca, otoritenin sınırlarını belirlemek de güçleşiyor. Başbakan bazen hızını alamayıp yurt dışındaki kuruluşları da azarlamaya kalkışabiliyor. Yatırım yapmayan şirketlere, hesabını sorarız diye gözdağı veriyor. Türkiye’nin notunu bir türlü yeteri kadar yükseltmeyen kurumları haşlıyor. Hatta Ekonomi Bakanı da ona özenip bu kurumlara kendi çapında fırça çekmeye yelteniyor.
Böyle sağlanan istikrarın firma sahip ve yöneticilerinin davranışını etkilememesi mümkün değil. Firmalar davranışlarını otorite sahibinin isteklerine göre ayarlıyorlar. Çünkü ülke ekonomisinin istikrarı başbakanın varlığına ve gücüne bağlı. İşlerini yürütebilmeleri için başbakanın istikrar bahşedici otoritesinin güçlü olması lazım. Bu arada özgürlük, demokrasi gibi kavramlar iyice önemini yitiriyor, otoritenin sürdürülmesi başlı başına bir amaca dönüşüyor.
İstikrar tutkunları pazartesi günü büyük bir şok yaşadılar. Borsa yüzde on dolaylarında düştü. Dolar, euro yükseldikçe yükseldi. Sıcak paranın ne kadar kaçtığı, daha ne kadar kaçacağı belli değil. Ülke notunu düşürürler mi, biraz daha idare mi ederler, bilinmiyor. Televizyon ekranlarına her çıkan istikrarın vazgeçilmez öneminden söz etmeye başladı. Önümüzdeki günlerde daha da düşmesinden endişe ediyorlar. Haklılar, isyan zamanlarında istikrar olmaz. İstikrar olmayınca da başlarına ne geleceği belli değil.
İş çevreleri istikrar istemekte haklı fakat anlaşılan bundan sonra istikrarın nasıl sağlanacağının hala farkında değiller. Artık şunu görmeleri gerekiyor; otoriteye dayalı istikrar sona erdi. Artık başbakanın hışmı istikrar sağlamaya yetmeyecek. Sert bakışlarıyla, bağırıp çağırmayla kimseyi korkutamayacak.
Başbakanın güç gösterileri artık ekonomik istikrarın önündeki en önemli tehdit oldu. İstikrar, bundan sonra ancak herkesi ikna etme yollarını arayarak ve otoriteleri uzlaşmaya zorlayarak sağlanabilir. İş çevreleri artık başbakandan o kadar korkmasın. Onlar için artık Taksim, Kızılay, Konak ve diğer meydanlardaki gençler başbakandan daha önemli olacak. (BD/HK)