Çatışmaların sonlanması ve barışın tesisi için hükümet ve Kürt hareketi arasında örtük de olsa bir müzakere süreci yürürken, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 16 Mart’taki Parti Meclisi’nden çıkan deklarasyonu kimi kesimlerce eksik ve gereksiz, kimilerince de “barış sürecine muhtıra” olarak yorumlandı.
CHP’nin söyleyeceği söz bu kadar mı? CHP sorunun çözümünden ne anlıyor? Hükümete ve PKK’ye yönelik eleştirileri neler? Yanıtları CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner’den alıyoruz…
CHP, Parti Meclisi toplantısından sonra, hükümetin Kürt meselesiyle ilgili yeni politikasını eleştiren bir açıklama yaptı. Açıklama tartışılıyor, “barış sürecine muhtıra” şeklinde de değerlendirildi.
Açıklamada CHP çatışmasızlıktan yana olduğunu hatırlatıp hükümeti de olası risklere karşı uyardı. Kimileri yeterli veya net göremeyebilir. Ama muhtıra demek büyük insafsızlık. Hele hele barıştan söz edip sürekli Kandil’e bomba yağdıranların CHP’nin yaklaşımına muhtıra demesi akılla bağdaşmıyor.
Son açıklama dışında da CHP’nin tutumuna yönelik eleştiriler var ama…
Kürt sorununun tartışılmasında bir günah keçisine ihtiyaç var. Birileri için en iyi fikir CHP’yi günah keçisi seçmek. Yaratılan hava içinde, çok iyi niyetli eleştiriler bile “barış istemiyor” diye gösterildiği için insanlar sesini kısıyor, kalemini oynatmıyor.
Tepkilerin arkasında biraz da partinizden beklentilerin olması yatmıyor mu?
Eğer CHP’nin bu sürece katkı vermesini isteselerdi, “hükümete çözüm konusunda kredi veriyorum” diyen genel başkanımıza, “benim değil, senin krediye ihtiyacın var” yanıtı veren başbakanı eleştirirlerdi.
CHP neden barışı sağlama, hükümeti buna zorlama konusunda esas aktörlerden biri olamıyor?
PKK’yı “Narko-terör örgütü”, “kökü dışarıda” bir hareket olarak nitelendirecek bir sığlığa sahip AKP. Dolayısıyla “ben bu işi Abdullah Öcalan’la çözersem, siyasi rantı da kimseyle paylaşmam” gibi sığ bir yaklaşımı var. Son tutanaklardan da anlaşılıyor ki Öcalan’ın da “Kürt-İslam” sentezinin uygun çözüm olduğuna dair bir yaklaşımı var. Dolayısıyla bu sorunun toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği bir zeminde tartışılması yaklaşımından uzak bir algıları var. Öyle olunca da CHP’ye çok fazla yer açılmadı. Ama CHP genel başkanı, muhalefette olmasına rağmen, “siyasî geleceğime mal olsa da bu sorunun çözümüne katkı sunacağım” dedi. Başbakan, alabildiğine sert Kürt düşmanı bir üslupla toplumu geriyor. El altından da çok enteresan pazarlıklar yürütüyor. Hak ve özgürlükleri pazarlık konusu yapamazsınız. Ama şimdi KCK tutukluları bile masada pazarlık konusu.
Yani siz bu süreci desteklemiyor musunuz?
Kuşkusuz barış sözcüğünün bu kadar telaffuz edilmesi, şimdi olmasa bile ileride çözüme katkı sağlayacaktır. Dolayısıyla çatışmanın sona ermesini desteklememek gibi bir pozisyonumuz zaten olamaz.
Newroz kutlamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Polis müdahale etmediği için hiçbir yerde olay çıkmadı. Toplumda, kutlamaları yapmak isteyenlerin olay çıkardığına dair bir algı vardı. Dolayısıyla bu önemli bir gelişme. Fakat şu saatte mesela, Hacettepe Üniversitesi’nde, öğrencilerin benzer bir gösterisine polis inanılmaz bir şekilde müdahale etti. İçinde bulunduğumuz süreç Türkiye’ye yavaş yavaş bir şeyler kazandıracak. Ama kalıcı, toplumun tamamının içselleştirdiği bir barış olur mu, doğrusu kuşkularım var. Umarım olur. Ama AKP’nin bu tarzıyla biraz zor.
CHP, hangi formüle çözüm diyor? Örneğin âdemimerkeziyetçi bir yeni sistemi benimsiyor musunuz?
Âdemimerkeziyetçiliği çözüm olarak gördüğünüzü anlıyorum. Ama PKK hareketinin, Kürt muhalif hareketinin savrulmalarına bakacak olursak, birleşik-bağımsız Kürdistan fikrinden demokratik özerkliğe… Demokratik özerklik bile artık söz konusu edilmiyor…
Savaşın yarattığı yılgınlık da taleplerin minimize edilmesine neden oluyor mu?
Kuşkusuz, değişik gerekçeleri olabilir. Fakat bu kadar oynak talep seti karşısında CHP’nin nasıl net bir çözüm setiyle ortaya çıkmasını bekliyorsunuz? CHP bundan üç ay kadar önce “Demokratik özerklik iyi bir şeydir” deseydi, şu anda amiyane tabirle ayazda kalmıştı.
Çözümden ne anlıyorsunuz?
Çözümün demokratikleşmeyle, şiddetin koşulsuz sona erdirilmesiyle ve barışın zaman içinde içselleştirilmesiyle hayata geçeceğini düşünüyorum. PKK, “Öcalan’la başbakanın barışması Türkiye’ye çözüm getirir” diye düşünüyorsa, çok büyük saflıktır. Özellikle sol kesimin, sosyalistlerin Kürt sorunundan anladığıyla PKK’nın ve başbakanın anladığı çok çok farklı şeyler. Biz sorunun demokratikleşmeyle, eşitlikle, özgürlükle çözülebileceğine inanıyoruz ama bu da herhalde iki kişinin anlaşmasıyla olacak değil. Çözüm sadece silahların bırakılmasıysa, bunun karşısında da başkanlık rejimine destekse, herhalde tüm ezberlerimizi gözden geçirmemiz gerekir.
Bu süreçten geri dönülürse, ne olur?
Şu anda önemli bir noktadayız. Kürt muhalif hareketi de bir ayrışmadan söz etmiyor. Dolayısıyla ister adına entegrasyon, ister yeni bir toplumsal sözleşme deyin, bunun için büyük bir fırsat da var. Ama maalesef, bahsettiğim aktörlerin bu fırsatı heba edeceği kaygısı taşıyorum. Bu süreçten geri dönüş olursa, korkarım çok daha vahim bir tabloyla karşı karşıya kalırız. Size sorayım. AKP’nin bir sonraki adımda ne yapacağını biliyor musunuz?
Hayır. Ama mesela bianet’e konuşan Taraf Gazetesi yazarı Hidayet Şefkatli Tuksal, mealen “hele bir barış gelsin, demokrasi mücadelesini biz zaten veririz” diyor.
Çok güzel. Çözümü, akan kanın durmasını istememek, siyaseten intihardır, ahlaktan kopmaktır, insanlıktan çıkmaktır. “Demokrasi mücadelesini sonradan birlikte veririz…” .. Pazarlığın bir tarafında başkanlık rejimi gibi, demokratik kazanımları tamamen yerle bir edecek ucube bir sistem çıkarsa, neyin mücadelesini vereceksiniz? Bakın, Hasan Cemal yazamıyor, değil mi? AKP’nin perspektifinden yapılan iyi niyetli uyarılara bile tahammülsüz karşılayan bir otoritenin, önümüze demokratik bir Türkiye koyacağını ya da o demokrasi mücadelesini anlamlı kılacak bir Türkiye bırakıp bırakmayacağını bilmezken, bu sürece gözü kapalı dalalım mı, bilemiyorum.
CHP yeni anayasa konusunda, örneğin “Türk” sözcüğünde ısrar ediyor mu?
CHP’nin onunla ilgili Meclis Uzlaşma Komisyonu’na verdiği teklif var. Ama ben bu iklimde zaten anayasa tartışmasını çok sağlıklı bulmuyorum. AKP’nin teklifi tüm yargıçları başkanın atadığı, başkanın yasa yolu kapalı kararnameler çıkarabildiği, parlamentoyu feshedebildiği, sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilan edebildiği bir devlet yapısını kurgulamaya çalışıyor. Kürt meselesiyle ilgili süreci yürüten aktörler de yeni anayasada kendilerine en yakın partinin AKP olduğunu söylüyorlar. Böyle bir yapıdan barışın çıkması mümkün mü? Bugün Kürtleri dövüyorlar, yarın da bir başka unsuru dövecekler. Kürt sorununun çözümünde anayasadaki vatandaşlık tanımının belirleyici olduğu savı çok yanlış. Diyarbakır Cezaevi’nde herhalde anayasadaki Türklük tanımından hareketle o işkenceleri yapmadılar. Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirenler de hakeza.
Kürtlerin varlığı inkâr edildiği için, böyle bir talepte bulunmaları normal değil mi?
Kürtlerin varlığını reddeden, şu anda çözüm ve barıştan yana olduğunu iddia edenlerin dayandığı zihniyetti. Değişik renkleriyle solun, CHP’nin böyle bir yaklaşımı hiç olmadı. İnanın şu an bu süreci yürütülmez kılacak bir olay olsun, tekrar devletin ve bahsettiğim iktidarın faşizan, ceberut yüzünü göreceğiz. Anayasada şu anda belirlenmiş pek çok özgürlük, gerçek hayatta yokken, siz oraya ne yazarsanız yazın, çözüme varamazsınız. İşte, anayasada toplantı ve gösteri yürüyüşü güvence altına alınmış olmasına rağmen Hacettepe Üniversitesi’nde öğrenciler dövülüyor. AKP’nin zikzakları, keskin dönüşleri, iş bitirici, pazarlıkçı yaklaşımı beni bu süreçte ürkütüyor. Tekrar söylüyorum, umarım bu sorun çözülür. CHP’nin bu sürece yapacağı en büyük katkılardan biri, hâlâ anayasa masasından kalkmamış olması. Çünkü bu masaya otururken başkanlık rejiminden söz edilmiyordu ve AKP dışındaki üç parti, “başkanlık rejimi olursa biz bu işte yokuz” demişti. Buna rağmen başkanlığı masaya getirdiğiniz ve şu andaki görüşmelere katılmayıp fiili olarak anayasa çalışmalarını bloke ettiğiniz zaman, siz zaten iyi niyetli değilsinizdir.
Başkanlık rejimine karşılık barışın sağlanması fikrine ne diyorsunuz?
Başkanlık sistemi barışı getirmez. Çözümden aynı şeyi mi kastediyoruz diye sorarken buna işaret ediyordum. Evet, Newroz’da olaylar çıkmadı ama bugün (18 Mart) Türkiye’nin her yerinde olaylar vardı. “Şu çatışmayı sonlandıralım ama öbür tarafta alabildiğine kavga yürüsün veya özgürlükleri kısalım” dediğiniz zaman, onun adı barış olmaz. Daha kapsamlı bir barış ve demokratikleşmeden bahsediyorum. Belki Kürt hareketini ehlileştirmiş olursunuz ama herhalde barıştan kastımız bu değil. Barıştan kastımız herkesin özgürlük içinde yaşadığı bir ortam.
Muhalefet, AKP dirense bile barış ve demokrasiyi aynı anda tesis etme konusunda etkili olamaz mı?
İktidar çok antidemokratik bir tavırla kendi oyun alanına başka hiçbir kesimin müdahil olmasına izin vermiyor. Kapitalizmin dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar vahşi bir uygulaması var. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin koruyucu şemsiyesinden kopuyor. Yargı alanı inanılmaz bir geriye gidiş içinde. Böyle bir yapıdan biz barış çıkacağını umuyoruz. İktidarın müdahale ettirmediği alanlara, tüm toplumsal dinamiklerin bir şekilde sızması lazım. Bunun ilk yöntemi de afişe etmektir. CHP’nin TMK’yla ilgili, TCK’nin 220. Maddesiyle ilgili verdiği onlarca teklif var. Diğer partilerin de demokratikleşmeyle ilgili verdiği teklifler var. AKP hepsini reddediyor. Çatışmasızlık ortamının hayata geçmesini kimse reddetmez. Ama belki biraz daha o alana sızıp, gerekirse müdahil olunması lazım. AKP için de söylüyorum; toplumu germekten geri duran, daha dikkatli bir dil, çözüme daha fazla hizmet edecektir. (İA/HK)