Burası Türkiye buradan çıkış yok! Bu da onun yargısı; ondan da kaçış yok!
Bu yargının eline düşen 'suçlu'lardan biri de Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş.
Demirbaş "Herediter Derin Ven Trombozu" isimli kalıtsal bir hastalıktan muzdarip. Sağlık nedenleriyle tahliye edildiği Mayıs 2010'dan bu yana yurtdışında tedavi olmak için yargı makamlarına dört kez başvurdu. Dört kez reddedildi. Sonuncusu geçen haftaydı.
Demirbaş bu talepte bulunurken her seferinde mahkemeye Türkiye'nin farklı tıp fakültelerinden uzmanların hazırladığı raporlar sundu.
Söz konusu raporlar Demirbaş'ın hastalığının bir tedavisi olduğunu, ancak tedavinin bir takım spesifik genetik testler yapılarak kontrollü olarak başlatılması gerektiğini, bunun da ancak Belçika, İsveç ve Avustralya gibi sayılı birkaç ülkedeki bu konuda uzmanlaşmış klinikte mümkün olduğunu söylüyor.
Raporlarda ayrıca bu tedavinin acilen uygulanması gerektiğini, aksi takdirde Demirbaş'ın günden güne artan bir hayati riskle karşı karşıya olduğu söyleniyor.
Ancak bu raporlar yargı makamını tatmin etmedi: Demirbaş'ın 'yurtdışına kaçma şüphesi' olduğu gerekçesiyle yurtdışında gerekli tedaviyi almasına müsaade edilmedi.
Demirbaş herhangi biri değil. Türkiye'nin büyükşehirlerinden Diyarbakır'ın Sur ilçesinin yüzde 66 oyla, yani 30 binden fazla oyla seçilmiş belediye başkanı. Önceki seçimde yüzde 56 oy almıştı; görevden alındı. 2009'da oyların yüzde 66'sını alarak geri geldi.
Mühim bir nokta daha var: Demirbaş'ı bu kadar hasta eden, aslında yine bu adli sistem. Demirbaş'ın hastalığı kalıtsal bir hastalık. Uzun zamandır bu hastalıkla yaşıyor. O meşum 24 Aralık 2009 günü tutuklanarak içeri alındığında hiçbir sıkıntısı yoktu Demirbaş'ın: Diyet, egzersiz ve ilaç tedavisi kombinasyonuyla hastalığı kontrol altında tutabiliyordu. 14 Mayıs 2010'da tahliye edildiğinde ise hastalık epey ilerlemiş, eski tedavi artık işe yaramaz olmuştu.
Abdullah Demirbaş sağlığını yitirdiği o beş aylık tutukluluk süreci boyunca da sağlık sorunları nedeniyle tahliyesi için defaatle başvurmuş, her seferinde reddedilmişti. Şimdiki gibi yurt içinde ve dışında imza kampanyaları başlatılmış ve beş ayın sonunda sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmişti.
Demirbaş cezaevine konuldu. Sağlığı bozuldu. Tahliye edildi. Yaşam kalitesi iyice düştü. Bir yılı aşkın zamandır sağlık sorunlarıyla boğuşuyor ama sağlığına kavuşması için yurtdışına gidip tedavi olmasına izin verilmiyor.
Sakın?.. Failden muaf, faili anonime programlı profesyonelce tasarlanmış bir 'kötü muamele' örneği olmasın bu? İnsanın aklına gelmiyor değil.
'Mahkeme kararıyla değil, kaçarak gitsene yurtdışına!'
Şunun da altını çizmek lazım: Bu yurtdışına çıkış yasağı 'edebi mantolama' olarak alabileceğimiz incelikli bir hakareti de barındırıyor: Siz tedavi için diye gider bir daha gelmezsiniz, sonra biz yargıyı uygulayamayız, diyerek Sur Belediye Başkanı'na ve onu seçen 30 bin seçmene ince bir hakaret savruluyor.
İşin 'edebi olarak mantolanan' kısmı da şu: Gerçekte, 'Neden kaçmıyorsunuz?', 'Mahkeme kararıyla falan değil, kaçarak gitsenize yurtdışına' deniliyor. Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş şahsında bütün KCK sanıklarına neden kaçmıyorsunuz, neden ülkeyi terk etmiyorsunuz, deniyor.
KCK Davası'nda 2 bin 500'den fazla Kürt politikacı iki buçuk yılı aşkın zamandır tutuklu. Peyderpey tutuklandılar. Kaçmak kimsenin aklına gelmedi. Aralarında kararı yurtdışındayken öğrenip ülkesine dönmekte tereddüt etmeyenler de var. Kaçmak 'kötü bir şaka' olarak bile anılmadı.
Şimdi o sanıklardan birine, 30 bin seçmenin kefil olduğu Abdullah Demirbaş'a bir kaçma ihtimali atfediyorlar.
Hiç inandırıcı gelmiyor... Tam tersine, bu yasak... Testler yapılıp, uygun tedavi rayına oturur oturmaz, hiç vakit kaybetmeden ülkesine dönüp çalışmaya koyulacağını bildikleri için koyulmuş olmasın sakın...
Çok dilli belediyeciliğe devam edeceği için...
Okullarda yasaksa anadili evlerde öğreniriz, demeyi ve bunu eyleme geçirmeyi sürdüreceği için...
Altından, üstünden, çevresinden dolaşarak bütün yasakları aşmanın bir yolunu bulacağı için...
Ve bu tavrıyla Kürtlerin ülkeden kaçmalarının söz konusu olmayacağını, verilen bunca mücadelenin özünde tam manasıyla 'ülkeye dönmek' için olduğunu gösterdiği için...
Evet, Burası Türkiye ve insan, ülkesinin her yerinden çıkışı olan ama kimsenin çıkmak istemediği özgür ve adil bir ülke olmasını istiyor.
Ülkenin yargı makamına 'yaşama hakkının kutsallığı'nı hatırlatan tuhaf (!) yazılar yazmak durumunda kalmak istemiyor.
Onun sağlığı, Türkiye'nin sağlığı
Ülkesinin Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'ına, Adalet Bakanı'na ve milletvekillerine "siyasi hasım olmak başka şeydir, bir insanın canına kast etmek başka şeydir. Bir belediye başkanı protokolün, dolayısıyla devlet kurumunun bir üyesidir ve onun sağlığı için seferber olmak ilk önce sizin sorumluluğunuzdadır" diyen, onların zaten çok iyi bilmeleri gereken şeyleri hatırlatan yazılar yazmak da istemiyor.
"Halihazırda devletle Kürtler arasında mevcut bir güven sorunu olduğunu, yaşananların şu haliyle bile bu güvensizliği perçinlediğini, eğer Demirbaş'ın başına bir şey gelecek olursa işlerin iyice içinden çıkılmaz bir hal alacağını" yazmayı düşünmek bile istemiyor.
Bundan dört yıl önce Abdullah Demirbaş çok dilli belediyeciliği ilk uygulayıp hemen akabinde görevden alındığında Yıldırım Türker, "Abdullah Demirbaş'ın serüvenine dikkat edin" diye yazmıştı.
O serüveni dikkatle takip edince, Demirbaş'ın 'çok dilli belediyecilik'te ve 'anadilde eğitim'deki ısrarının devlet aklında bir sarsıntı yarattığı ve yüzde 66 oyla yeniden belediye başkanı seçilmesinin bir hazımsızlığa yol açtığını görüyor ve bugün yaşananların üstü kapalı bir cezalandırma olduğunu düşünüyor insan.
Eğer böyleyse (her ihtimale karşı); bunun çok çirkin, çok kirli bir oyun olduğunu buraya not düşelim.
Türker'in yukarıda alıntıladığımız cümlesinden de feyz alarak yaşayan, yani şimdi bir uyarıyken ileride bir ithama dönüşebilecek olan şu bir çift cümleyle bitirmek istiyorum:
Abdullah Demirbaş'ın sağlığına dikkat edelim. Abdullah Demirbaş'ın sağlığı Türkiye'nin sağlığıdır. (BK/ŞA)