Harbiye’deki Askeri Müze’nin salonları, 1998’in Aralık ayında bir haftasonu canlı, hareketli, cıvıl cıvıl bir müzik panayırına ev sahipliği yapıyordu. Pozitif ve Açık Radyo’nun ortaklaşa düzenlediği İstanbul Müzik Şenliği’nin ikinci senesiydi. Programda onlarca konser ve performans arasında deneysel Kürt müziği icra eden Reşo ve Anadolu Ermenilerinin şarkılarını çalıp söyleyen Knar grubu da bulunuyordu. Ancak Reşo ve Knar’ın sahneye çıkması yasaklandı.
Bir ev sahibi, evini kiraladığı kiracısının gelenine gidenine, misafirine karışmak için hukuki bir dayanak bulamazdı elbette, ama siyasi gerekçesi çoktan hazırdı. Askeri Müze yetkilileri (tam adıyla TC Genelkurmay Başkanlığı Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı), yazılı iptal kararında, bu iki konserin “ideolojik amaçlı birer etkinliğe dönüşme potansiyeli taşıdığını” bildirmiş, “ülkenin içinde bulunduğu durum” klişesini de şifahen ekleyivermişti.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 50. senesi kutlamasına bir hafta kala “ülkenin içinde bulunduğu durum” buydu. Aynı günlerde Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün Uluslararası İnsan Hakları Kolokyumu kürsüsünden yaptığı konuşmaya bakılırsa, insan hakları denen şey, sanki bir evrensel normlar bütünü değil de, hükümetlere, devletlere bir ayak bağıydı: “İnsan hakları bahane edilerek bir ülkenin içişlerine karışılmaması gerekir. Bu müdahalelerle terör hareketleri cesaret, destek ve cüret bulabilir”.
Peki neden Müzik Şenliği’nin Etnik Müzik başlığı altında düzenlenen konserlerinde Laz, Gürcü, Yunan, Balkan ekipleri serbestçe müzik yaparken, Reşo ve Knar’ın adı olağan şüpheliler (bugünkü tabirle “makul şüpheliler”) listesine yazılıyor, Kürt ve Ermeni sözcükleri askerlere doğrudan doğruya siyaseti çağrıştırıyordu acaba?
Kimlik siyaseti
Gerçekten de 90’lar, protest müzikte bir “eksen kayması”nın, belki de bir “alan genişlemesi”nin yaşandığı senelerdi. Memleketin muhalif şarkılar repertuarı, 60’lardan itibaren sınıf siyasetinin doğal bir uzantısı olagelmişken, 90’larda kimlik siyasetini de çığırmaya başlamıştı. Bu geçişin en belirgin izleri Ahmet Kaya’daydı.
1985’ten itibaren “Şafak Türküsü”, “Metris’in Önünde”, “İçerden Çıkan Adam” gibi şarkılarıyla 12 Eylül karanlığında cezaevlerinde çürüyen solcuların gür sesi olan Kaya, 1989’da benzer temaya sahip bir şarkısında “Diyarbakırlıymış, adı Bahtiyar” diyerek, üstü örtük de olsa ilk kez Kürt kimliğini dillendiriyordu. 90’larda “Şarkılarım Dağlara” gibi albümler yapacak, “Adı Yılmaz” gibi şarkılar söyleyecek, 1999’da “Kürtçe bir şarkı yapıyorum, bir de klip çekeceğim” dediği için çıkan olaylar ve kovuşturmalarla birlikte sürgüne yollanıp ertesi sene hayatını Paris’te yitirecekti.
90’lar bugün Türk popunun patladığı seneler olarak anılıyor, ama aynı dönemde Kürtçe müzik patlamasının sesi de Güneydoğu’da ve büyük şehirlerde az yankılanmadı. Kürtçe şarkılar ve halaylar, televizyon, radyo ve konser salonlarından ziyade evlerde kaset ve CD çalarlarda, ama en çok da düğünlerde duyuldu. Bunlar tam da korkulduğu gibi “ideolojik amaçlı birer etkinliğe dönüşme potansiyeli taşıyan” düğünlerdi!
Bir Ciwan Haco kaseti alıp evdeki Pink Floyd, Bruce Springsteen, Cem Karaca kasetlerinin yanına yerleştirenler, herhalde sadece Kürt gençleri değildi. Ciwan Haco ve Şivan Perwer gibi yıldızların yanı sıra, geleneksel ezgilerden rock’a kadar giden bir yelpazede onlarca yeni grup ve şarkıcı tüm baskılara rağmen derdini haykırırken, etkileri, Kürtçe bilsin bilmesin, solla tanışmış tüm üniversiteliler arasında yayıldı. Bir de madalyonun ters yüzü vardı: Geçtiğimiz haftalarda attığı bir tweet’te Abidin Parıltı “90’lı yıllarda çok saçma, tamamen ajitatif Kürtçe müzik grupları vardı. Hiçbiri bugüne kalmadı. İyi ki kalmadı!” diyordu.
"Ben anayım", "Ben babayım"
70’lerde bazı Hakkı Bulut ve Orhan Gencebay şarkılarıyla siyasallaşmanın eşiğine gelen arabesk, 12 Eylül sonrasında kimisi yeni burjuvaziye yamanan, kimisi sadece “en alttakiler”in sessizliğine seslenen starlarıyla paramparça bir görünüme bürünmüştü. Buna rağmen, 90’ların “düşük yoğunluklu savaş” ortamının belki de en anlamlı, en kapsayıcı protest şarkısı arabeskçilerden çıktı. Küçük Ceylan’ın “Ben Anayım”, Azer Bülbül’ün “Ben Babayım” adıyla söylediği şarkı, “Vurma kardaş vurma sakın / Ben insanım av değilim / Nerelisin diye sorma / Buralıyım el değilim” dizeleriyle başlıyor, şöyle devam ediyordu: “Üç oğlum var, biri dağda / Biri asker, biri zorda / Anaları kara yasta / Ben babayım taş değilim”.
Bülent Ortaçgil’in “Normal” şarkısı 90’ların taze, güncel, kusursuz bir özeti gibiydi: “Dedim ki Türkiye? / Dedi normal! / Peki dedim ya DGM? / Normal! / Ya OHAL, o kadar yıl? / Bilmem, normal!”
Bulutsuzluk Özlemi, içinde “Acil Demokrasi”, “Şili’ye Özgürlük”, “Cezaevinde Bayram Görüşmesi” gibi şarkıların yer aldığı “Uçtu Uçtu” albümüyle bir protest müzik başyapıtına imza atarak 90’lı senelerin açılışını yaptı. Bülent Ortaçgil tribute albümünde “Normal”i seslendirmek de Bulutsuzluk Özlemi’ne düştü: “Ya Susurluk, kamyon? / Valla gayet normal!”
Söz Susurluk ve kamyona gelmişken, 90’lar Türkiye’sinin muhalif şarkıları arasına aslında bir Afrika havasını da sıkıştırmak lazım: Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemleri esnasında Başbakan Necmettin Erbakan’a “Gulu gulu dansı yapıyorlar, yamyam dansı yapıyorlar” dedirten, kimsenin bilmediği, işitmediği şu meçhul Afrika havasını…
Maşallah gulu gulu dansı öyle sağlam, öyle dayanıklı bir danstı ki, seneler sonra hortlayacak, o günün İstanbul belediye başkanı, 2013’ün başbakanı Tayyip Erdoğan’ın dilinde “Tencere tava hep aynı hava”ya dönüşecekti.
"Cilveli aşka havası"
Gezi direnişine Erdoğan’ın bu sözünden mülhem “Tencere Tava Havası”nı armağan eden Kardeş Türküler, 90’ların ortasında kuruldu, resmî tezlerin dışında, çok dilli, çokkültürlü bir Anadolu’yu türküleriyle yaşatmaya cesaret etti. Suya sabuna dokunmayan, kendi deyimleriyle “cilveli bir aşk şarkısı” olan “Kara Üzüm Habbesi”, sırf Kürtçe-Türkçe çift dille söylendiği için siyasi bir kıyafete bürünerek popülerliğe ulaştı.
Anadolu’nun protest müzik geleneğinin genetiğinde en büyük pay sahibi olan Aleviler, 2 Temmuz 1993’te üç kuşaktan üç büyük ozanını yitirdi. Nesimi Çimen (62), Muhlis Akarsu (45), Hasret Gültekin (22) Sivas katliamında Madımak Oteli’nde can verdi.
Sivas katliamı, ülke tarihinin dramları arasında, hakkında en çok şarkı yazılanıydı hiç kuşkusuz. Edip Akbayram, Zülfü Livaneli, Grup Yorum ve Aşık Mahzuni’den Antisilence, Radical Noise gibi hardcore gruplarına kadar… “Manası Yok” ve “Köpekler”de Sivas’ı anan Duman, 1999 tarihli ilk albümündeki “Dönek” şarkısında, etkileyici bir kuşak mukayesesi yapıyor, 68 kuşağı isyankârlarıyla 90’ların gençliğini karşılaştırıyordu.
68’lilerin zirvedeki gruplarından Moğollar, 1992’de Leman karikatüristi Kaan Ertem’in düzenlediği bir imza kampanyasının etkisiyle yeniden kuruldu. “Issızlığın Ortasında” adlı Sivas ağıdı, “Bi’şey Yapmalı” adlı evladiyelik protest şarkı Moğollar’ın yeni döneminin ürünleriydi. Genç rock müziğinin muhalif çizgisiyse Duman’dan başka Mor ve Ötesi, Rashit gibi 90’larda kurulan gruplar tarafından ilerleyen senelerde kesintisiz sürdürüldü.
Türkiye rap ve hiphop’la 1995’te Almancı Cartel’le tanıştı. Almanya’da “ezilen halklar” vurgusuyla dinlenen protest şarkıları, Türkiye’nin sol çevrelerinde fazlasıyla milliyetçi algılandığı için pek de hayırhah bir tutumla karşılanmadı. Neyse ki bu optik yanılsama seneler içinde giderildi, bugüne kadar pek aşılamayan doğrudanlık ve netlikteki o ilk albümleri kalıcı oldu.
90’ların sonunda “Demirden Leblebi” adlı bir hiphop denemesi de kaleme alan Nazan Öncel, erkek egemen toplumsal yaşama kadınca itirazıyla, dönemin söyleyecek sözü olan özgün şarkıyazarları arasına girdi.
1990’ların gazete sayfaları Grup Yorum konserlerinin yasaklanması, kadrosundaki pek çok müzisyenin yasadışı örgüt üyeliği zannıyla gözaltına alınması haberleriyle doluydu. Müzikleriyle değilse de bu rekorları sayesinde, o günlerde Kadir İnanır’ın bir kanaldaki haber programı “Böyle Gitmez”e çıkarak, anaakım medyada ilk kez görünür oluyordu Grup Yorum.
Mahsun Kırmızıgül, sözleri itibariyle bir kafa karışıklığını yansıtan “İnsan Hakları” ve naif “Kardeşlik Türküsü”yle herkesi şaşırttı, böylece arabesk sosyetesinden farklı bir kulvara adım attı, magazin sayfalarından haber ve yorum sayfalarına yatay geçiş yaptı.
Antimilitarizm
Sezen Aksu’nun Cumartesi Anneleri için yazdığı “Cumartesi Türküsü” sönük bir örnek olarak kaldı. Şarkının bir dergi eki olarak dağıtılan kaseti kolayca unutuldu, unutanların başında da, o dönem verdiği konserlerde bu şarkıyı seslendirmeyen Aksu’nun kendisi geliyordu. Yaşar Kurt “Sokak Şarkıları” albümüyle antimilitarizmin sesi oldu. Özellikle “Haydi Erkekler Savaşa” ve “Korku” isimli şarkıları üniversite çevrelerinde kulaktan kulağa yayıldı: “Orduya istiyorlar savaş çıkar diyorlar / Silah veriyorlar anne bana öldür diyorlar / Yat diyorlar anne kalk diyorlar / Beynimi yiyorlar anne beynimi yiyorlar”.
Televizyonlarda engel
O senelerde kurulan özel radyo ve özel televizyon kanalları ile sayısız yeni Türk pop yıldızı, birbirlerini karşılıklı besleyip büyüttüler. Çokkanallılık hiçbir zaman çokseslilik manası taşımadı, protest şarkılara TRT’de nasıl geçit verilmiyorsa, özel kanallarda da verilmedi. Fikret Kızılok’un “Süleyman Hep Başbakan” klibi, her kanalda bol bol bulunan ve saatlerce süren müzik programları yerine, bir kere, bir kanalın haber bülteninde, o da lütfen yayınlanabildi.
Kıl Oldum Abi
Türk popu şarkılarının içeriği çok tartışıldı, genç starların yeni lisanı sorgulandı, Tarkan’ın söylediği tipik şarkılardan “Kıl Oldum Abi” bunların başında geliyordu. Bir şarkıda “kıl olmak” gibi bir argo tabir yakışıksız bulunuyordu. Oysa tartışılması gereken, kıl olup olmaması değil, neye kıl olup neye olmadığı olmalıydı! Tarkan acaba eşitsizliklere, adaletsizliklere, baskılara, zulümlere mi kıl olmuştu ya da mesela “olağanüstü haller, geçiş dönemleri, sıkıyönetimler, şimdi sırası değiller, fikir suçları, idam cezası, 141-142, radyasyon meselesi, hor görülen cinsler, nesli tükenen kaplumbağalar ve 84. madde”ye mi? Yok hayır, Tarkan’ın kıl olduğu şey kızın dağınıklığı, rüküşlüğü, perperişan hali ve kaçık çoraplarıydı sadece.
Bugünden bakıldığında, tıpkı “Kıl Oldum Abi” gibi hoş ve boş bir seda bırakan bir diğer şarkı da Yonca Evcimik’in “Abone”siydi. “Abone”ye o günlerde Cem Karaca hafif tertip kızıp köpürmüş, en az şarkının barındırdığı mizah kadar dalgacı bir dille verdiği beyanatta, protest song’lara hasret kalmışların yüreğine su serpmişti: “Ben bir genç kıza, kendisine zengin bir çocuk bulup, onunla köşeyi dönmesini tavsiye edecek bir şarkının pek aklı başında bir şarkı olduğu kanaatini taşımıyorum. Zengin bir çocuk bul, yazıl ona, dön köşeyi, ballı lokma tatlısı… Yok böyle şey, bana çok ters geliyor.” (DB/HK)