2015 seçim yılı.
“Darbe mekaniği” işlemezse diye not düşelim ama barajın yüzde 10 olarak korunduğu bir ortamda (seçim sonuçlarına göre) seçimlerden sonra da işleyebileceği söyleniyor. Gerçi “mevcut koşullarda” sağlıklı bir seçim ortamı olup olmadığı da tartışılıyor, önceki seçimlerde yaşananlar hatırlandığında seçim sonuçlarının güvenilirliği de…
Öyle ya da böyle genel seçim kapıda; üç seçimlik sürecin sonuncusuna geldik. Seçim olunca da AKP’nin seçim başarısının gerekçeleri masaya yatırılıyor ve kamuoyu yoklamalarıyla AKP’nin oylarının azımsanmayacak düzeyde sağlıktaki icraatlarından geldiği tespit ediliyor. Bana sorarsanız bu alandaki icraat başarısı milli eğitimden, dış politikadan az ya da çok değil ama anlaşılan sağlıkçılara sorulmuyor kamuoyu yoklamalarında!
Her neyse (artık tadı kalmasa da) seçimler vesilesiyle sağlıktaki icraatların başarı öyküsüne girilecek anlaşılan. Muhtemel hastanelerde rehin kalmalarla başlayan SSK hastanelerindeki kuyruklarla devam eden bıçak parasıyla tehdit edilen ve bizlerin de eleştirdiği “geçmişten” anılar tazelenecek.
(Bu arada geçerken bir not düşelim: 77 milyonluk Türkiye’de oy kullanacakların sayısı 55 milyon civarında. 55 milyon seçmenin de yaklaşık 21-22 milyonu 35 yaş altında. Bu ne anlama geliyor? Sağlık denilince hastalık akla geliyor ya, işte bu gençler de hastalık nedir pek bilmezler, iş “kazası”/cinayetlerini saymazsak. Bugün 34 yaşında olanların da son 13 yıldır hükümet olarak tek bildikleri AKP, ana muhalefette CHP!)
Geçmişi hatırlatamadıklarımız içinse “bugün” var: Mutlu (!) aile hekimlerinin, mutlu mutlu tuttukları Cumartesi nöbetinde gelen hastalarına verdikleri hizmet anını görüntüleyen çekimler, evde bakım hizmetlerinin şefkat dolu sunumu; ola ki hastaneye gitmişseniz orada sabah kahvesini yudumlarken günlük randevularını gözden geçiren hekimlerin hastası olma karelerinden oluşan kısa filmler bizle paylaşılacak.
Pek bize gösterilmese de biz “acile” bakalım, yani 2015’e acilden giriş yapalım. Neden? Genel seçim sonuçlarına göre herkes acillik olabilir ama o yüzden değil, milletin acilden çıkmaması nedeniyle!
Sağlık idarecilerinin, politikacıların bildik bilmedik, yerli yersiz sık kullandığı bir ifadedir: Acil servisler hastanelerin vitrinidir! Vitrine bakmak bize fikir verebilir. Daha ötesi yönetim hakkında bize fikir verir. IV. Uluslararası Sağlıkta Performans ve Kalite Kongresi’nde bir bölümün başlığı şöyle: Yönetimin bam teli: Acil Hizmetler
Yani? 2003’den bu yana yürürlükte olan Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) beklenir ki en önce acilleri (vitrin ya!) düzeltmiş olsun; SDP aynı zamanda bir yönetim başarısıysa bam teline ayar vermiş olsun.
Bakalım, en güncel rakamlar ne diyor:
Toplam muayene sayısı | Acil muayene sayısı |
Sağlık Bakanlığı hastaneleri 274 milyon (%74) | 85 milyon (%85) |
Özel hastaneler 67 milyon (%18) | 11 milyon (%11) |
Üniversite hastaneleri 30 milyon (%8) | 4 milyon (%4) |
Bu rakamlar ne anlama geliyor? 370 milyonun üzerinde hastane polikliniği, 100 milyonu geçen acil başvurusu! Ülke nüfusunu yukarıda hatırlatmıştık 77 milyon diye. Sadece Kamu Hastane Birlikleri içerisinde ele alırsak toplam başvurunun yüzde 30’u acile yapılıyor. Sağlık Bakanlığı yetkililerinin ifadesiyle “gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 5-8’lerde”.
Bu (anormal) durumda gerekçeleri bir bilenden öğrenmek yerinde olur; Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Sağlık Tesisleri Acil Sağlık Hizmetleri Daire Başkanı Sağlıkta Verimlilik Dergisinin Kasım 2014 tarihli sayısında şöyle yazıyor:
“a) Basamak sağlık hizmetlerinin yetersizliği sebebiyle hastaların acil servisi tercih etmesi
b) Hastane iç ve dışından acil servislere uygunsuz olarak yönlendirilen, diğer birimlerde sonuçlandırılması gereken hastaların acil servisler üzerinde yarattığı ek yük
c) İç sevkler- polikliniklerden tedavi, yatış ve basit işlemler için acil servislere yönlendirilen hastalar
d) Kronik hasta bakım olanaklarının yokluğu sebebiyle bu hastaların acil servisler dışında alternatifinin olmaması
e) Randevusuz bakım olanaklarının olmaması dolayısıyla bu şekilde hizmet veren tek yer olan acil servislere hastaların başvurmak zorunda kalması
f) Adli vaka giriş-çıkış muayeneleri, enjeksiyonlar, pansumanlar, hastalık raporu alma, işbaşı kağıdı alma gibi acil olmayan durumların acil servis üzerinde yarattığı ciddi iş yükü
g) Acil servis hizmetlerinin acil olmayan haller için diğer birimlere göre daha ucuz olması”
Bu bilgilere ek acillerin en fazla şiddetin yaşandığı birimler olduğunu da ekleyerek soralım:
Yukarıdaki şıkların her biri sağlık alanındaki yapısal bir soruna işaret etmekte midir?
Yanıt “evet” ise ve bunlar çözül(e)meyerek acilleri içinden çıkılmaz bir hale getirdiyse, 12 yıldır yürürlükte olan başarılı program acildeki sorunları azaltmak bir yana arttırdıysa, özlücesi “vitrin” buysa “mağazadan” içeri girer misiniz?
Kuşkusuz mantığı tersten de kurabiliriz. Hastaların artmış acil başvurusu acillerden memnuniyetin bir göstergesidir. Acillerde hizmet o kadar yetkin ve tatminkardır ki vatandaş her sağlık sorununa çözüm bulabilmektedir. Şaka bir yana belki de acil dışında vatandaşın artık bir hizmet beklentisi kalmamış olabilir.
Bu aşamada yazının başında sunduğumuz verileri tekrar hatırlamakta yarar var. SDP’nin vatandaş nezdinde memnuniyet yaratan ana noktasının hizmete erişimi kolaylaştırmak olduğu yaygın kabul gören tezdir. Bunun sonucu olarak 2003-2012 arasında yıllık hekime başvuru sayısı üç kata çıktı.
“Konu ile ilgili literatürde, sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştığı ve dolayısıyla arttığı durumda, kişiler sağlık problemleri acilleşmeden sağlık kurumlarına ulaşabildiğinden dolayı acil servislere başvuru oranlarının düşmesi beklenmektedir. Bununla birlikte acil servise başvuru maliyetlerinin normal polikliniğe başvuru maliyetinden yüksek olmasından dolayı, erişim artışı ile birlikte acil servislerden böyle bir tasarrufa da gidilmesi olasıdır. Bu duruma örnek olarak ABD ile ilgili yapılan bir çalışma sonuçları gösterilebilir. Çalışmada, sağlık sigortası olmayan ve sağlık hizmetine ulaşamayan kişilerin sigorta kapsamına alındıktan sonra sağlık hizmetlerine erişimlerinin kolaylaştığı dolayısıyla arttığı ve acil servislere başvuru oranlarının anlamlı şekilde düştüğü gösterilmektedir. (…)
Sağlık hizmetlerine erişim arttığında acil servislere başvuru oranlarının düşmesi beklentisi Türkiye’de gerçekleşmemiştir.”
Şimdi acile başvuruların azaltılması amacıyla aile hekimliği devreye sokulmaya çalışılıyor. 2006’da büyük iddialarla başlayan ve 2010 itibariyle bütün ülkede uygulamaya geçilen aile hekimliğinde ilk grevin 2013’de olduğunu hatırlatmak bir veri olabilir. Meselenin iç yüzünü bilenler, özellikle aile hekimliği süreciyle birlikte tecrübeli pratisyen hekimlerin acilleri terk etmesiyle hizmetin niteliği açısından doğan sorunlardan da haberdardırlar.
“Sağlıkta” seçime acilden başlanabilir: Aciller sağlık alanında çözülen değil üstü örtülen yapısal sorunların olduğunu bas bas bağırmaktadır ve SDP yapısal sorunlara çözüm getirmemektedir. (EB/HK)
Kaynaklar
* "Muayene sayısındaki artış, anlamlı bir erişim artışını mı ifade ediyor?" Selin Arslanhan, Araştırmacı TEPAV Politika Notu; Eylül 2010