İşsiz kalmış bir gazeteci olarak yazıya, hele de neden ve nasıl atıldığıma ilişkin bir yazıya başlamak hayli zormuş.
Bilgisayar ekranının karşısında bir süredir oturup ne yazabilirim diye boş gözlerle bakıp duruyorum.
En iyisi bu anları anlatarak yazıya başlamak. 3 Mayıs bugün. Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanması istenen günlerden biri.
Herkese özgürlükler
Bizim ülkemizde de 'kutlanıyor'. Yetkililer, yetkisizler, meslek örgütü temsilcileri, uzun uzun sıfatları olanlar herkes çeşitli açıklamalar yapmış ya da yapıyordur.
Ben de buradan, hiç haddim olmayarak işli işsiz tüm gazetecilerin 'özgürlük' günlerini kutlayayım madem.
Hem, işten atılmama neden olan konu şeklen bir alacak verecek davası gibi görünse de birazcık analitik düşünüldüğünde bunun da bir gazeteci olarak özgürlük kavgası olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz.
İlk stajyerken atıldım
Mesleğimin 15. yılı içinde ikinci kez işten atılıyorum. Aslında ilki hiç de önem arz etmiyordu.
İlginçtir ikisinde de Doğan Grubunda çalışıyormuşum. Henüz üniversitenin 1. sınıfında iken Milliyet Gazetesi'nde stajyer muhabir olarak başlamıştım mesleğe.
Tam 11 ay parasız çalıştırıldıktan sonra bir gün kovuluverdiğimi öğrendim.
Bacak bacak üstüne atınca
Gerekçesini sonradan dost sohbetinde öğrendim: Şefimin karşısında bacak bacak üstüne atıp sigara içiyormuşum.
Her ne kadar modern görünümlü binalarda, cicili bicili insanlarla çalışsak da kölelik düzeniyle yönetilen kurumlar için pek de hafif bir suç sayılmaz.
O zamanlar böyle koca koca modern mimarinin gösterişli binalarında da değildik ama oralarda da düzen daha ağır bir halde sürüyor.
İlki pek bir sürprizdi ama, daha dün öğrendiğim bu ikinci atılma hiç sürpriz olmadı.
Yedi aydır müfettiş bekliyorum
Sen kalk muhabir başına işverenini, 'çalışanlarının maaşlarının yarısını bordrolarda göstermemesine' karşın yine de son bir kaç yılın vergi şampiyonu olan Aydın Doğan'ı önce Çalışma Bölge Müdürlüğü'ne şikayet et (Bu arada üzerinden yaklaşık yedi ay geçmesine karşın halen bir müfettiş gelmemesi ya da geldiyse sonucunun ne olduğunu bildirilmemesi de ilginç).
Fazladan ödemesiz çalıştırma ve kreş
Sonra yetmezmiş gibi bir de dava aç. Şikayet konusuna bak: "Haftalık çalışma süremizden fazla çalıştırılıyormuşuz, bayramlarda resmi tatillerde çalıştırılıyormuşuz üstüne üstlük bunlar için hiç bir ödeme yapılmıyormuş.
Yasa işyerinde kreş açılsın demesine karşın, ne kreş açılıyormuş ne de çocukları kreşe gidenlere herhangi bir ödeme yapılıyormuş...".
Bu elbette ki hiç de alışılmış bir durum değildi. Zaten öyle olmadığını da açtığım davanın celbinin gazeteye ulaşmasından kısa süre sonra öğrendim.
Münir beyden önce sansür
Upuzun bir sıfatı, Doğan Gazetecilik İnsan Kaynaklarından Sorumlu İcra Kurulu Üyesi, olan Münir Cankurtaran beni odasına çağırdı.
Kendisiyle son bir yıldır çeşitli vesilelerle karşı karşıya geldiğimiz de olmuştu. Mesela çalıştığım, pardon atıldığım, gazetenin de içinde bulunduğu Doğan Medya Center (DMC) içinde kullanıma açık olan web sayfasında dava konusu olan taleplerimi sıraladığımda ya da kreş açmanın zorunlu olduğunu anlatan yasa maddelerini anlattığımda Cankurtaran'ın çözümü gönderdiğim yazıların web sayfasına girmesini sansürlemek olmuştu.
İnsan kaynakları ne yana düşer?
Sonra, çalışanlar için yeni hak gaspları getiren iş sözleşmelerini imzalatmak istediğimizde Cankurtaran yine karşımızda idi.
Kendisi insan kaynaklarından sorumlu idi ama sanırım görev tanımını çalışanların karşısında olmak diye belirlenmiş olmalı ki söz konusu sözleşmelerin imzalanması için hayli uğraşmıştı.
Ama son 10 yılda bir ilk gerçekleştirildi ve DMC'de çalışanlar birlikte hareket etmenin faydasını yeni hak gasplarını engelleyerek gördü.
Al parayı kapat işi
Bir de sendikal örgütlülük kavgasına girince binada sabıka kaydımız hayli kabarmıştı birilerinin gözünde.
Her neyse dava ile ilgili ilk görüşmemize dönersek pek de iç açıcı konuşmalar olmadı.
Bay İcra Kurulu üyesi konuşmasına, "Mahkemeden ne kadar para almayı hesapladıysan o parayı ödeyip bu işi kapatalım" diyerek başladı.
Ne kadar para istiyorum?
Şaşırmadım dersem yalan olur. Doğal olarak bunun parasal bir mesele olmadığını, bir takım usulsüzlüklerin giderilmesi için açılan bir dava olduğunu anlatmaya çalıştım.
O ısrar etti. İlla da ne kadar para istiyorsun diyordu. Ben de, yolsuzluk yapan birinin haberini yaparken rüşvet teklif edilirse bunun kabul edilemeyecek bir hakaret olduğunu ve kendi teklifinin de bundan farklı olmadığını anlattım.
"Basın sektörünün yarısından çoğu Aydın beyin..."
Bu kez önümde en az 25 yıl ömrü olan, mesleğini layığıyla yapan iyi bir gazeteci olduğumu hem müdürlerimden hem de başkalarından duyduğunu belirtip, "Biz şirket olarak gerekli önlemleri alacağız. Burada rahat edemezsin. İşsiz kalman da kötü olur" deyiverdi.
Sonra da nasıl işsiz kalacağımı özetleyiverdi: "Basın sektörünün yarısından çoğu Aydın beyin oralarda işe alınmazsın. Geri kalanında da zaten biz seni çalıştırmayız".
"Güvenlikli" odada "performans"
İyi madem öyle olsun dedik. Görüşme bitti. Aradan üç hafta geçmişti ki 30 Nisan cumartesi günü önce maaşımın yatmadığını gördüm.
Kısa süre sonra da İnsan Kaynakları Müdürü arayarak acilen gazeteye gelmem gerektiğini Bay Cankurtaran'ın benimle görüşmek istediğini söyledi.
Görüşmeye gittiğimde Cankurtaran'ın odasının önünde güvenlik görevlisi karşıladı beni. Güldüm geçtim. Odada son aylarda performansımın düştüğü ve verim alınamadığı belirtilerek savunma yapmam istendi.
Savunma yetmedi, buyurun!
Avukatımla konuşup pazartesi size savunmamı veririm deyip çıktım.
Pazartesi olduğunda ise savunmama son günlerde yaptığım haberlerin dökümünü belirtip dava açmamın ardından performansımın düşük olduğuna yönelik savunma istemenin kötü niyetlilik göstergesi olduğunu belirtmeyi de ihmal etmedim.
Bir saat geçmişti ki insan kaynaklarından savunmamın yeterli bulunmayıp işime son verildiğini söylediler.
Tazminat "bordro"daki gibi
Bordroda görünen maaşım üzerinden tazminatımın ödendiğine dair hazırlanan ve imzalamadığım ibranamede bir de 'bayram ve resmi tatiller ile fazla çalışma mesailerimin ücretlerinin ödendiğini' eklemeyi de unutmamışlardı.
Uzun oldu ama. Atılmamın öyküsü böyle işte. İyi kötü sekiz yıl geçirdiğim bir gazete idi Radikal. Önemsenecek işler yaptığımı düşünüyorum.
Hepimize "hayırlı olsun"
Hakkını yemek istemiyorum Radikal bu haberleri layığıyla duyurmayı ihmal etmedi. Sorunlar olmadı mı elbette oldu.
Ama haberci olarak, yaptığım işin kamusal önemini ön planda tutarak yaptığım haberlerin yayımlandığı Radikal'de yaşadığım pozitiflikler daha fazlaydı dersem yalan olmaz.
Bir de dünden bu yana herkes arayıp 'geçmiş olsun' diyor. Hayır arkadaşlar.
Hayırlı olsun, hem de hepimiz için. Bakarsınız bu davayla şu şirket politikalarına belki bir son veririz. (AŞ/NM)