Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bugünlerde biraz öfkeli. Ve anlaşılır gerekçeleri var bu öfkesinin. Zira şablonları pek seven Türk medyasının “güleryüzlü siyasetçi” olarak nitelediği - gerçekten güler yüzlüdür ama o ayrı- genç başkanın artık gizleyemediği öfkesinin kaynaklarını bulmak için çok derin araştırmalara ihtiyaç yok.
12 Eylül anayasasının -istemem yan cebime koy - mirasçıları için “biz mi getirdik kardeşim” detaylarından olan seçim barajını -hem de her türlü olanaksızlığa ve engellemelere rağmen - yerle bir edip 80 kişilik bir grupla geldikleri meclisin “tekrar” seçim kararıyla hükümsüz kılınmış olması bir sebep mesela…
Ya da kampanya çalışmalarını yürütmek yerine, muhasara altında tutulan şehirlerin girişlerinde kolluk kuvvetleriyle kovalamacaya tutuşmak, çatışma mağduru sivillere hastane hastane dolaşmak ve tabii bu sürecin en dramatik gerçeği olan taziye ziyaretleri…
Bu iç karartan rutin yazının girişinde yaptığımız “biraz öfkeli” belirlemesinin yetersiz kaldığını bile düşündürebilir. Neyse. Sözkonusu öfkenin dillendiği bir enstantanelerden biri de önceki gün yansıdı kameralara. “Kameralara yansıdı” lafın gelişi aslında. Klavye alışkanlığı bir klişe.
Zira aslında öfke kameraların gördüğünün ekranlardan yansıtılmıyor oluşuyla ilgiliydi biraz da. Silvan’dan seslendi Selahattin Demirtaş. Seçim sonrası egemen olan çatışma sürecinin ölüm kusan klasiğine dönüşen uzun sokağa çıkma yasağının duraklarından Silvan’da. İlçede 4 gün süren yasak boyunca yaşanana saldırılarda hayatını kaybeden 17 yaşındaki Vedat Akcanım’ın taziye ziyareti çıkışında. Bir gencin daha acımasızca katledilmesine öfkeliydi. Öfkesi savaşın sorumlusu saydığı Adalet ve Kalkınma Partisi’neydi (AKP) ve ona göre iktidar partisinin bölgede siyaseten bir karşılığı yoktu.
Çok uzatmayan Demirtaş sözlerini tamamlarken öfkesinin başka bir kaynağını daha dillendirdi. “AKP Ankara’dan gönderdiği özel infaz timleriyle ayakta duruyor.” dedi ve ekledi “Türkiye’nin batısı da eminim bu söylediklerimin çoğunu duyamayacak. Çünkü şuradaki 20 kameranın çektiği görüntünün 15’i görüntüleri yayınlayamayacak.”
HDP’ye yönelik medya ambargosunun gerekçelerini merak edenler CNN Türk’ün ekran yüzlerinden Şirin Payzın’ın dediklerine göz atabilir. Yetinmeyenler Hürriyet Gazetesi’ne yapılan saldırıda saldırganlar tarafından yapılan değerlendirmelere ya da ortalama demokrasilerde izahı mümkün olmayan bu sansürü kendince delmeye çalışan Ahmet Hakan’ın başına gelenlere bakabilir.
Sevimsiz değil mi? Bu sevimsizliğin bolca tartışıldığı yalnız ve güzel ülke Türkiye’de yine bu iklimin tesirinde ziyadesiyle biçimsiz bir hadise daha yaşandı. Bianet okurları biliyordur; Demirtaş’ın sözünü ettiği görüntüleri yayınlayan ve yayınlayacak olan kameraların başına geldi bu hadise.
DİHA muhabiri Serhat Yüce ile Özgür Gün TV muhabiri Murat Demir polisin hedefi oldu. O sırada kayıtta olan Özgür Gün TV kamerasına yansıyan görüntülerde polisin sadece görevini yapmaya çalışan Serhat Yüce’nin başına silah dayayıp “akıllı ol, ben sana çekme demedim mi?” diye bağırdığı görülüyor.
Olayın diğer tanığı olan HDP Diyarbakır Milletvekili Sibel Yiğitalp’in acı çığlıklarından mı etkilendi bilinmez tetiğe basmadı görüntüdeki polis. Gözaltına alındı gazeteciler. Silvan Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldükten 5 saat sonra serbest bırakıldılar.
Buraya kadar bir Kürt illeri klasiği olan hikaye sonradan biraz daha tuhaflaştı. Ölümle burun buruna gelen genç gazeteciler mağduriyetleri bir kenara bırakılarak cezalandırıldı. Kılıf belliydi ‘sokağa çıkma yasağını ihlal”. İki gazeteci şimdi 208’er lira ödemek zorunda. Evet. Ölümün kıyısında gezinmekten korkmuyorsanız ve cebinizde de sokağın ben yaptım oldu denilerek yasaklandığı her gün için 208 liranız varsa gazetecilik yapmanızın önünde hiçbir engel yok…
Çalıştıkları kurumların kaynaklarının sınırlı olması nedeniyle son derece mütevazı rakamlar aldığını tahmin ettiğim gazetecilerin muhattap oldukları bu sevimsiz olay ve sonrasında yaşadıkları bana yavuz hırsızın hikayesini hatırlattı.
Delikanlı evlerine giren hırsızı iş başındayken yakalar ve babasına seslenir ‘baba, hırsızı yakaladım’ “getir evladım” der babası ama diklenince hırsız delikanlı yeniden seslenir babasına “gelmiyor” diye. “Bırak gitsin o zaman’ diyen babasına “ben onu bıraktım da o beni bırakmıyor”
Böyle işte dünyanın başka ülkelerinde sorumlularını makamlarından edebilecek olan bu tür olaylarda bedel mağdura ödetilir.
Bense meraktayım şimdi sırf HDP'li vekil Altan Tan’ı yayına çıkardığı için uğradığı saldırıda burnu ve kaburgası kırılan Ahmet Hakan’a hangi bahaneyle kaç lira ceza yazılacak… (YK/HK)