Tanıl Bora, geçen Ocak’ta yayımlanan Cereyanlar: Türkiye’de Siyasî İdeolojiler kitabı üzerine, akademisyen Mehmet Öznur Alkan ile Salt Galata’da bir araya geldi.
Alkan’ın kitaba dair sorularını Bora’ya yönelttiği söyleşi dinleyicilerin sorularıyla devam etti.
Alkan aynı zamanda düşünce tarihçiliği açısından kitabın önemini ve Tanıl Bora’nın bu literatüre katkılarını aktardı:
“Tanıl aslında bugünün Türkiye’sini anlamaya çalışıyor. Bu bağlamda da her ne kadar tarihçi olmadığını söylese de düşünce tarihçiliği yapıyor. O kavramın, akımın, ideolojinin geçmişine bakıyor. Bu kitap, noktası konmuş değil yeni sorular sorduran bir çalışma.”
Bora ise sözlerine kitabın ortaya çıkışının arkada kalan duygusal planını aktararak başladı. 11 Eylül 1980’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydolduğunu belirten Bora, “Cereyanlar” kitabının, kendisi okula başladıktan iki yıl sonra okuldan atılan hocası Mete Tunçay’a ve aynı fakülteden Kanun Hükmünde Kararnameler ile ihraç edilen arkadaşlarına bir borç ödemesi olarak ortaya çıktığını söyledi:
“Mete Tunçay’a, sayısı çift haneli rakamları bulan işten atılan arkadaşlarıma ve öğrencilerime hem bir borç ödemesi hem de bir dönemin kapanması gibi bu kitabın bende büyük bir sorumluluğu var. Çünkü onların ördüğü koza içerisinde olabilmişti bu çalışma. Bir yandan boşluk duygusu da var böyle berbat bir zamanda bitmiş olmasıyla ilgili. Benim için bu kitap, böyle bir duygusal karmaşa ifade ediyor.”
Türkiye’de ideolojiler, süreklilik ve kopuş
Türkiye solu açısından süreklilik ve kopuş kavramlarını değerlendiren Bora, zihniyet kavramının bu noktada yüz yıllar boyunca değişmeyen ideolojik unsurları ifade etmesi açısından önemini vurgularken bu iki kavramın salt sol harekette bir sorun olmadığını kaydetti:
“Sadece solla ilgili bir sorun değil bu. Ancak solda özellikle önemli olduğunu düşündüğüm birikememe meselesi var. Bu genel olarak bütün cereyanlarla ilgili ancak solda çok önemli. Düşünsel devamlılığın olmaması, siyasal devamlılıkların güçlü düşünsel içerikleri taşıyamaması... Kah mitleştirmeyle, kah iç husumetin çok yoğun olmasıyla kısmen açıklayabileceğimiz bir şey.
“Ama daha temelde sadece solla ilgili olmayan şöyle bir şeyle de açıklanabilir: Ben mesela neden kitaba Türkiye'de siyasal düşünce tarihi değil de ideoloji dedim? Düşünceden elbette söz edebiliriz ama Türkiye’de gerçekten biriken, kendini geliştiren, kendi üzerine düşünen düşüncenin belirli bir kısırlığı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Gerçek anlamda düşünce demek, kendisi üzerine düşünen, kendisi üzerine katlanabilen, kendini süzebilen ve yeniden üretebilen düşüncedir. Bu bakımdan hakikaten göreceli bir zayıflığımız olduğunu ve bu konuda en hassas, en bereketli olması gereken yer olarak solun da zaaflı olduğunu düşünüyorum.
“İdeolojiyi küçümsemek için söylemiyorum bunu. Fakat ideolojilerin popülerleşmesini, siyasallaşmasını sağlayan güçlü düşünsel içeriklere özenmekle ilgili bir zaaf özellikle sol açısından önemli. Her kuşakta yeniden keşfetmek zorunda kalmak, yeniden tanımlamaktan bahsetmiyorum. Fazla unutmak ve gerçek teorik politik tartışmalardan ziyade husumet ve demagojiye çok enerji ayırmak devamlılıkla ilgili temel problem diye düşünüyorum.”
Süreklilikteki kopuşun telafisi
Süreklilikteki kopuş ve yeniyi üretmek yerine geçmişi yeniden üretmeye dair, Türkiye solundaki biriktirme krizinin aşılması adına daha anlayışlı olmak gerektiğini belirten Bora, unutmaya yer vermeden daha kopuşçu ve araçsallıştırmadan eskiye bakmanın önemini anlattı:
“Tarihsel bir değişim ve çalkalanma döneminden de geçiyoruz. Mevcut çerçevelerin tamamen bir kenara atılmasını icap ettiren bir durum değil ama kolay teşhislerle geçiştirilemeyen bir dünya zamanındayız. Dolayısıyla bu bakımdan belki biraz anlayışlı da olmak lazım.
“Belki hatta tam tersine asla unutmacı değil ancak daha kopuşçu ve daha yeniyi tarife dönük bir açık zihin daha da fazla gerekiyor şu zamanda. Ama mirasla, geçmişle ilişki bir mitolojikleştirme ve nostaljizmden uzak durmalı. Kötü zamanlarda nostalji ve geçmiş mitolojisi teselli sağlayabilir ama hakikaten ancak teselli. Bir de araçsallaştırmadan mirasa bakmak, onun sandığını kurcalamak bize formül veya anahtar değil ama ilham yine verir; ama böyle bir zihinle yani daha yenilikçi daha kopuşçu bakınca verir.
Alkan ise, 1965 yılına kadar Türkiye'de sol yayınların yasak olduğunu ve “siyasi, cerrahi operasyonların” da kopuklukları yarattığını belirterek “bir kuşağın kendi birikimini bir sonraki kuşağa devredemediğini” hatırlattı.
“Neci olduğuna değil ne dediğine bakmak”
Bora, kitaptaki siyasi ideolojiler bölümleri üzerine gelen soru ve eleştirileri cevaplarken Feminizm bölümünü hazırlarken hikayesini baştan sona bütünlüklü hazırlamanın yeni bir deneme gibi geldiğini ve dolayısıyla en hevesle uğraştığı bölümün bu kısım olduğunu belirtti.
Aynı isimlerin birkaç ideoloji ile kesişmesinin olduğu noktalarda tasnifi neye göre yaptığı sorulan Bora, “Kimin neci olduğuna değil ne dediğine bakmak kaydıyla” bu tasnifi kurguladığını belirtti:
“Böyle bir kitabın ve bölümlemenin şöyle bir sakıncası vardır ve bu bizim günlük siyasal tartışmalarımızda ve sohbetlerimizde de meylettiğimiz bir şeydir: ‘Ne diyor’ değil, ‘nerede duruyor’ diye sorarız. Tasnifler kuşkusuz önemlidir. Ancak bu ‘bu ne diyor’u unutturacak kertede olduğu zaman hiçbir hayrı olmadığını düşünüyorum. Olabildiğince ‘ne diyor’a yer vererek bu tasnifi kurgulamaya çalıştım.” (TP/BK)
Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, Tanıl Bora, İletişim Yayınları, Ocak 2017, İstanbul.