''1990'lardan çok daha fazla sayıda örgüt, yayın, bilgi ve feminist var bugün. Ben kendimizi başarılı buluyorum böyle düşününce. Yapamadığımız çok şey var ama yapabildiklerimiz de azımsanacak gibi değil, çok şey öğrendik, deneyim biriktirdik, bazen enerjimiz düşse de yola devam edebilecek istek ve irade var.''
Aksu Bora 90'lardaki feminist hareketi kendi deneyimleri ve Ankara pratiğinden de bakarak değerlendirirken bugünü de böyle yorumluyor.
Doç. Dr. Aksu Bora Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim üyesi, Dekan Yardımcısı. Amargi/ 3 Aylık Feminist Dergi ile Feminist yayınevi Ayizi'nin kurucularından ve editörlerinden. Boşuna mı Okuduk, Yoksulluk Halleri, Kadınlar Sınıfı, 90'larda Feminizm kitaplarının yazarı.
Bora'yla o günkü tespitleri üzerinden 90'lardan bugüne hareketin geldiği noktayı konuştuk.
Öncelikle kısaca, 90’larda hangi örgütlenmeler, eylemler içinde bulundunuz?
1991'e kadar Ankara'daki Perşembe Grubunun bir üyesiydim. Bu gruba örgüt demek ne kadar uygun bilemiyorum. Biz o zaman örgütlenme geleneklerini de problematize ediyorduk çünkü. Perşembe Grubu asıl olarak bilinç yükseltme grubuydu ama 1989'daki ilk ulusal çaptaki feminist buluşmayı da bu grup örgütlemişti: 1. Feminist Hafta Sonu.
Yanlış hatırlamıyorsam 1991'de, İnsan Hakları Derneği'nin Ankara Şubesi'nde bir kadın komisyonu kurduk, sonraki üç-dört yılım orada geçti. Perşembe Grubu'yla anneler günü eylemleri yaptık, anneliği bir feminist mesele olarak tanımlamak, bunun politikasını oluşturmak gibi bir derdimiz vardı.
Yine Perşembe Grubuyla birlikte Medeni Kanun platformuna katıldık, bu çerçevede sokakta imza toplamaktan Meclis'te görüşmelere kadar çok çeşitli şeyler yaptık. Bekâret kontrollerine karşı telgraf eylemleri, protesto gösterileri, basın açıklamaları organize ettik. 438. maddenin kaldırılması için uğraştık.
İnsan Hakları Derneği'ndeyken sendikalardaki kadın örgütlenmeleriyle temas kurmaya çalıştık ve savaşa karşı çeşitli eylemler düzenledik.
Sanırım 1993 yılının 8 Mart'ıydı, Ankaralı kadın örgütlerinin barış talebi etrafında toplanmasını sağladık. 1994 yılından sonra Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde çalışmaya başladım - orası bir "örgütlenme" değildi tabii ama sendika ve partilerin kadın örgütleriyle çalışıyorduk, örneğin Eğitim-İş'in (sonradan Eğit-Sen oldu) kadın kotası koyması türünden gelişmelerde tuzumuz oldu.
90'ların önsözünde eleştirdiğiniz ‘Proje feminizmi’ devam ediyor mu?
Tabii, ediyor. "Proje almak" diye bir şey var. Uluslararası fonlar (özellikle AB fonları) örneğin Sosyal Politikalar Bakanlığı aracılığıyla kullanılıyor, bakanlığın uygun bulduğu kadın örgütleri, bakanlığın uygun bulduğu çerçevelerde projeler yazıp başvuruyor ve destek alıyorlar. Bu alanda çalışan uluslararası şirketler var, ihalelere giriliyor. Yani ayrı bir iş kolu gibi oldu artık. Valilikler de yine bakanlık üzerinden hibe fonlarının kullanılmasında etkililer.
Ben uluslararası fon kullanmaya ilkesel olarak karşı değilim aslında ama "proje almak" diye bir hedef olamaz, bir kadın örgütü varlığını buna bağlayamaz. Bir yerde uzun uzun anlatmıştım (Amargi Dergi 3. Sayı: Proje Feminizmi), kadın hareketinin önceliklerinin ve çerçevelerinin bu projeler aracılığıyla uluslararası kuruluşlar ve bakanlık-valilikler tarafından belirlenmesi çok büyük bir risk.
Çünkü burada kendi hedeflerinizi belirleyip destek bulmaya çalışmaktan değil, belirlenmiş hedefler doğrultusunda oluşturulmuş fonlardan pay almak söz konusu. Tabii yapılan hiç bir şeyin boşa gitmediğine inanmak istiyorum ama bu işleyişte korkunç bir israf, kötüye kullanma, hükümet politikalarını kadın örgütleri aracılığıyla uygulama gibi sonuçlar ortaya çıkıyor.
Üniversitelerdeki kadın çalışma bölümleri politik odak haline geldiler mi?
1990'larda epey etkili olmuşlardı. Şimdi başta Ankara Üniversitesi'ninki olmak üzere etkinliğini sürdüren birkaç merkez var ama bunların çoğu için bir "odak" denmesi mümkün değil. Bunlar daha çok akademik alanda kadınlara ve cinsiyet çalışmalarına alan açmaya yaradılar.
Hareketin genç kadınlar için tekrar bir çekim alanı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu soruya cevap vermem zor, uzun zamandır hareketin çok kıyısındayım. Görebildiğim kadarıyla epeyce farklı ve çeşitli eğilimler var. Bazen genç kadınlar kendilerini dışarıda bırakan feminist yapılardan yakınıyor, bazen kendileri örgütleniyorlar, bazen karma örgütlerde kendilerine alanlar açıyorlar.
90’larda Kürt kadınların feminizmin ‘Türk’lüğünü sorgulaması ve ‘Müslüman feministler’in feminist hareketin 'seçkinci-tahakkümcü tavrına karşı çıkışı'ndan bahsetmiştiniz. Bu sorgulamalar hareketi 2000’lerde nasıl değiştirdi?
Bu sadece kadın örgütlerine bakarak anlaşılabilir bir süreç değil, Türkiye'nin politik gündemindeki değişimlere de bağlı. Kürt hareketi içinde kadın varlığı hep çok ağırlıklı ve önemli oldu ama feminizmle ilişkileri değişti. Şimdi feminizme değil ama "jineoloji" dedikleri bir şeye sahip çıkıyorlar. Bunun ne olduğunu tam olarak anlayabildiğimi söyleyemeyeceğim.
"Müslüman feministler" için de benzer bir şey söyleyebilirim. Feminizmle ilişkileri 90'lara göre daha mesafeli (bu mesafe tek yanlı değil anladığım kadarıyla) ve kendi aralarındaki farklılaşma da 90'lara göre daha fazla gibi görünüyor.
Feminizmin bu karşılaşmalardan sonra nasıl değiştiği ise son derece zor bir soru. 2000'lerde artık bir ana gövdeden bahsetmek bile güç, çok sayıda örgüt, çok sayıda yaklaşım ve çatışmalı bir hareket alanından söz etmeliyiz. Artık "feministler" ile Kürt hareketi yahut dindar kadınların ilişkilerinin nasıl yürüdüğü sorusunun kendisi geride kalmış görünüyor. Bütün politik hareketler içinde feministler, en azından feminizan eğilimler var, bunların feminizm kavrayışları ve politikaları, öncelikleri, dilleri birbirinden epey farklılaşıyor.
90’lardaki kurumsallaşma sürdürülebilirliğe evrildi mi? Ne tür-hangi örgütlenmeler dağıldı, hangileri sürdürülebilir oldu?
1990'larda (ve öncesinde) kurulan önemli kurumlar varlıklarını sürdürüyorlar- Ka-Mer, Ka-Der, Mor Çatı, Kadın Dayanışma Vakfı, Kadın Eserleri Kütüphanesi... Bence kurumsal varlığın sürdürülmesinden daha önemlisi, feminist eylemliliğin, etkinliğin, feminist sözün varlığını sürdürüp sürdürmediğidir. Hem yaygınlık hem de çeşitlenme anlamında, bunun güçlenerek sürdüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bazen insanın morali bozuluyor, feminist hareketle ilgili bir dağılma izlenimine kapılıp gidebiliyor ama 1990'lardan çok daha fazla sayıda örgüt, yayın, bilgi ve feminist var bugün. Ben kendimizi başarılı buluyorum böyle düşününce. Yapamadığımız çok şey var ama yapabildiklerimiz de azımsanacak gibi değil, çok şey öğrendik, deneyim biriktirdik, bazen enerjimiz düşse de yola devam edebilecek istek ve irade var.
90’larda odaklanılan konular arasında, kadına yönelik şiddet, bekaret kontrolü, sığınma evleri, medeni kanunda değişiklik ve 438. maddenin kaldırılması var. 2000’lerden sonra feminist hareketin gündemi nasıl değişti? Nazik Işık’ın kitaptaki bir değerlendirmesi 90’larda kadın hareketinin cezaevlerindeki açlık grevlerine karşı ‘siyahlı protesto’ dışında başka insan hakları mücadelelerine ilgi göstermediği, bu değişti mi?
İnsan hakları gündemi ve içeriği de değişti bu süreçte, feminizmin katkısıyla. Ben kadınların hak mücadelelerini insan hakları mücadelesinin parçası olarak değerlendirme eğilimindeyim. Bu bakımdan, öyle bir "ilgisizlik" söz konusu değil bence. Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi insan hakları bağlamından apayrı bir şey olarak görebilir miyiz yani?
Feminist hareketin gündeminde şiddet hep ön sırada yer aldı, acil ve vahim bir mesele olduğu için. Siyasal katılım yine önemli bir gündem maddesi ama 1990'lardakinden daha derinlikli biçimde tartışabiliyoruz bu konuyu, kota ve sayısal eşitlikten daha geniş bir konu olarak. Kadın Koalisyonu'nun yerel siyasetle ilgili çalışmaları bu konuda son derece ufuk açıcı. Umarım yaptıkları çalışmaları ve deneyimlerini daha fazla paylaşırlar da bu tartışmayı feminist hareketin gündemine sokabilirler.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) temsil ettiği neoliberal politikalar, özellikle beden politikaları çeşitli tezahürleriyle (kürtaj, sezaryen, çocuk sayısı...) gündemimize girdi özellikle 2000'lerin ortasından itibaren. Tuhaf biçimde, 1990'larda (bekaret kontrolleri hariç) pek az konuşulan konulardı bunlar.
Feminist hareketin 87'eki dayağa hayır kampanyasından beri odak noktalarından biri olan kadına şiddet ve aile içi şiddet bugün daha görünülür olduğu için çok gündemde. Ancak bu meselenin de popülerleştikçe, yüzü makyajla morartılar içinde bırakılmış ama ‘seksi’ kadınlı kampanyalarla içinin boşaltıldığına şahit oluyoruz bir yandan. Bu 2010’lara özgü bir şey mi?
Feminizmin "seksi bir konu" olmasını isteyenler hep vardı, yine var. Daha geçen gün birisi söylüyordu, ''feminizm kendini haktı hukuktu gibi işlerle sınırlıyor, daha spektaküler eylemler lazım'' diye. Biliyorsunuz, "görünür kılmak" diye bir mevzumuz da var. Bir yandan kadınların deneyimlerinin dikkate alınması, cinsiyete dayalı ayrımcılığın politik bir mesele olarak gündeme getirilmesi hala önemli; diğer yandan bu "görünür kılma" işinin bir gösteriye, bir performansa dönüşmesinin kadınlara ve feminist harekete ne faydası olduğundan emin değilim.
Bunun bir örneği şiddetle ilgili söylediğiniz yaklaşımsa, bir başka örneği de meme kanseri ile ilgili kampanyalardır mesela. Kadın bedenlerinin piyasa tıbbının alanı haline gelmesinin berbat bir örneği olarak görüyorum bunları.
"Kadın sorunu" dedikleri şeyi devlet politikalarının bir aracı haline getirmeleri gibi, piyasanın avadanlığı olarak kullanmaya da teşneler. Feminist mücadelenin devlet ve piyasa politikalarına karşı olduğunu söylerken bunu kast ediyoruz zaten. Sezaryen oranlarındaki inanılmaz yüksekliği bir feminist sorun olarak tanımlamaktan AKP'nin fıtrat söylemi içinde tüketmeye izin vermemekten bahsediyoruz mesela. (Eİ/BA)