Diyarbakır'da 10 yıl JİTEM'de kadrolu olarak çalışan Abdulkadir Aygan, çok yoğun güvenlik önlemlerine karşın, Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ın gün ortasında ağır otomatik silahlarla öldürülmesinin ancak resmi bir kimlikle yapılabileceğini söyledi.
Aygan, JİTEM ile Gaffar Okkan'ın başında bulunduğu Diyarbakır polisi arasındaki çatışmayla ilgili olarak son derece çarpıcı açıklamalar yaptı. Aygan, JİTEM'e çalışan itirafçı Muhsin Gül'ün poliste işkenceye alınıp çözüldüğünü, daha sonra Gül'ün JİTEM tarafından öldürüldüğünü kaydetti.
İşte Abdulkadir Aygan'ın anlatımları...
"Diyarbakır'da 10 yıl görev yaptım. Ne tür güvenlik önlemleri alındığını iyi biliyorum. Bir kişinin, resmi bir hüviyete sahip değilse ya da arkasında bir resmi güç, askeriye, emniyet, MİT yoksa silahlı olarak şehir içinde eylem yapması, sonra da uzaklaşıp gitmesi ve izini kaybettirmesi çok zordur.
Şimdi Gaffar Okkan'ın bir özelliği vardı, oraya geldiği zaman JİTEM'in elemanlarından bazılarını sorguladı. İtirafçı Muhsin Gül'ü de sorgulamışlardı. Muhsin bana anlattı. 'Beni, askıya astılar ve JİTEM'de ne yapıyorsun, JİTEM size neler yaptırıyor' diye sormuşlar. JİTEM komutanlarını sormuşlar. Emniyette bayağı sıkıştırmışlar. Muhsin Gül'ü kurnazlıkla kendilerine çekmeye çalışmışlar; 'Sana yardımcı oluruz' demişler. Muhsin Gül, JİTEM'e geldiği zaman kimse herhangi bir şey sormadı. Yani 'Emniyete bizim hakkımızda şu bilgiyi vermişsin, JİTEM hakkında ifade vermişsin' gibi sorular sormadılar.
En sonunda o çocuğu kaybettiler. Hatta kaybettikleri gün, pazar günü idi. Ben Hizbullah'la ilgili bir dosya hazırlıyordum. Binbaşı bana dedi ki; 'Bu dosyayı bitir, pazartesi günü toplantıya götüreceğim, daktiloya çek.' Bunun için pazar günü JİTEM'e gittim. Muhsin Gül beni evden eşime sormuş. Eşim, işyerinde olduğumu söyleyince, telefonu kapatmış. Muhsin JİTEM'e gelmişti. Ben lavaboya gitmek için odadan çıktığımda onu gördüm, Uzman Çavuş Hakan vardı. Jandarma İstihbarat Timi'nin kapısında gördüm. Ondan sonra yazıları saat 14:00 gibi bitirdim. Yazıları teslim ettikten sonra çarşıya çıktım. Akşam Muhsin'in abisi bana telefon etti. 'Muhsin senin yanına geldi ve bu saate kadar gelmedi. Nerede?' dedi. Çavuş bana demişti, 'Yüzbaşı Zahit Engin onu çağırmış, nasıl gelmez' dedi.
Ben de, telefon açtım JİTEM'e. 'Muhsin'in ailesi beni arıyor. Muhsin benim yanıma gelmişti. Ama sizin orada gördüm' dedim. Kızdılar ve 'Nasıl bizim burada görürsün' dediler."
İtirafçı JİTEM'de kaybedildi
İtirafçı Muhsin Gül'ün kaybedilmesi olayının ardından kendisinin de JİTEM'de dayak yediğini belirten Aygan, olayın devamını şöyle anlattı:
"Ertesi gün Yüzbaşı Zahit Engin, ufak bir sorunu bahane edip, bir subay gönderdi ve kaldığımız evin numarasını, telefonunu istediğini iletti. Ben de ona, Ali Yıldız Albay'ın bu konuda kimseye bilgi vermememiz emrini verdiğini söyledim. Bunun üzerine birden bire bütün tim odada benim üzerime saldırdı. Yumruk atıp kafamı duvara vurdular. Sürükleyip odadan dışarı çıkardılar. Kemal Emlük ve Saniye Emlük de oradaydı. Onlara da hakaret ettiler, ama karışmadılar. Özellikle beni tartaklayıp, karanlık hücrelere götürmeye çalıştılar. Benim üzerimde silah vardı, az daha çekecektim. Çünkü beni oraya götürseydiler, sağ çıkarmayacaklardı. Kimsenin şahitlik de yapmayacağını biliyordum. Bunlardan kimse hesap da sormaz. Orada Nuri Ateş diye bir astsubay vardı, araya girdi. Beni misafirhaneye aldı, yüzbaşıyı sakinleştirdi. Kemal ve Saniye Emlük de olanları gördüğü için göze alamadılar. O misafirhanede bir iki saat tutup, bıraktılar.
Daha sonra Yüzbaşı Zahit Engin sürekli, 'Muhsin Gül'ü sen vurdun' diye takılıyordu. Ben de kendisine o sırada yazı yazdığımı söyledim, bilmediğimi söyledim."
Okkan göz açtırmıyordu
JİTEM'in itirafçı ve korucuların istedikleri kişileri alıp sorguladıktan sonra öldürebildiğini kaydeden Abdulkadir Aygan, bu sürecin Gaffar Okkan'ın Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'ne gelmesiyle durulduğunu anlattı. Aygan bu süreci şöyle özetliyor:
"Gaffar Okkan Diyarbakır Emniyet Müdürü olunca, Asayiş Şube Müdürlüğü'nü kendi prensibiyle çalıştırmaya başladı. Bunlar, JİTEM'e, elemanlarına göz açtırmıyordu. Daha önce korucular, itirafçılar ve JİTEM elemanları şehir içinde kendi başına buyruk hareket edebiliyorlardı. İstedikleri kişiyi yakalayıp 'Sizi Emniyet'e götürüyoruz' deyip, kaybediyorlardı, işkence yapıyorlardı.
Hatta korucular, o dönem kendi hasımları olan bazı kişileri vurdu. Asker ve polis yerine kendileri hasımlarını kovalıyorlardı. İkincisi, o dönemde artık çocukları kayıp olanlar ellerinde dilekçelerle JİTEM'in kapısına, Bölge Valiliği'nin kapısına dayanmaya başlamıştı. Bu dönemde, tamamen bitmediyse de faili meçhuller büyük oranda kesildi."
Saldırganlar 'Biz polisiz' demişti
Diyarbakır Emniyet Müdürü A. Gaffar Okkan, 24 Ocak 2001 günü Emniyet Müdürlüğü binasından ayrıldıktan hemen sonra, saat 17:00'da Şehitlik Semti Sezai Karakoç Bulvarı'nda makam aracının içinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Saldırıda Okkan'ın yanı sıra Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un yeğeni Atilla Durmuş, Mehmet Sepetçi, Mehmet Kamalı, Sabri Kün ve Selahattin Baysoy adındaki beş polis de yaşamını yitirdi. 20 kadar saldırganın bulunduğu olayda bomba ve kalaşnikoflar kullanıldı. Olay yerinde tam 460 boş kovan bulundu. İstanbul aksanı ile konuşan saldırganların, saldırının hemen ardından dükkanlara girerek "Polisiz" diyerek, arama yapması dikkat çekmişti. Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan da suikastin Hizbullah tarafından yapıldığı bilgilerini teyit etmemişti.
Özgen'i Yüzbaşı öldürdü
JİTEM'de kadrolu çalışan cellat Abdulkadir Aygan, Diyarbakır Jandarma İstihbarat Tim Komutanlığı'na getirilen Yüzbaşı Zahit Engin'in 73 yaşındaki Fikri Özgen'i öldürdüğünü ifade etti. Aygan, Zahit Engin ile ilgili olarak şunları söyledi: "Çanakkaleli ve faşist zihniyetli birisiydi. Timini hiç boş bırakmıyordu. Gece gündüz insanları yakalayıp getiriyordu. Sorguladıktan sonra, infaz edip kaybetmek onun asıl göreviydi. Binamız aynı olduğu için bunların faaliyetlerini görüyorduk. Orada birçok insanı yakalatıp kaybetti. Zahit Engin'in öldürdüğü kişilerden bir tanesi ise Ahmet kod adlı Ferdi Özgen isimli gerillanın babasıydı. Yaşlı bir amcaydı, onu da onlar götürüp infaz ettiler; ama ne şekilde yaptıklarını bilmiyorum. Silvan'dan iki kişinin öldürülme olayında kullanılan itirafçı Muhsin Gül de, daha sonra JİTEM'e getirip öldürmüştü."
Hizbullah'a göz yumuldu
Aygan, PKK'ye karşı örgütlendirilen ve gerçekleştirdiği failli meçhul cinayetler ile gündeme gelen Hizbullah'ın faaliyetlerine devlet yetkililerinin göz yumduğunu ve yakalananların da serbest bırakıldığını söyledi. Aygan, Hizbullah hakkında şunları kaydetti:
"Binbaşı Cahit Aydın bizi Silvan'a bir Hizbullah faaliyetini araştırmaya gönderdi. Ben ve Kemal Emlük gittik. Burası, Diyarbakır-Silvan yolu üzerinde bulunan Yolaç köyü. Hatta şehitlikleri de var onların. Bir sorumluları da varmış. Onun hakkında bilgi almak için karakola gittik. Karakol bilgi vermeye çekindi. 'JİTEM Komutanı bizi gönderdi' dedik, yine 'yok' dendi. 'Silvan'a, filan adamların yanına gidin, filan tüpçü şudur, budur'. Ya da 'Emniyet'e gidin bu konuda daha bilgili' dendi. Emniyet amiri mi, yoksa müdürü mü, onun yanına gittik. 'Komutanımız bir rapor hazırlayacak yukarıya. Hizbullah konusunda bilgi istiyor, siz daha bilgilisiniz' dedik. O bize, 'Vallahi çocuklar, düşmanımın düşmanı benim dostumdur. Bunlar PKK ile mücadele ediyorlar. Onların üzerine gidilmemesi lazım, bizim işimizi kolaylaştırıyorlar. Bunların üzerine şimdilik gidilmesine karşıyım' dedi. Yani eli boş döndük. Görüştüğümüz kişi Silvan'da 1992-1994 yılları arasında görev yapıyordu. Bizi göreve gönderen komutan da o dönemde görev yapıyordu. Bölge'de olaylar meydana gelirken Hizbullah ortaya çıktı. Hizbullah'tan devletin haberi vardı ve devlet tarafından yönlendiriliyordu."
Vücuduna naylon dökmüşlerdi
PKK'ye finans sağladığı iddiasıyla kaçırılan; ancak "JİTEM'deki sorgusunda yoksul olduğu" ortaya çıkmasına rağmen, telle boğularak öldürüldükten sonra 21 Aralık 1994'te Mardinkapı Mezarlığı'na bırakılan Abdulkadir Çelikbilek'in eşi Aynur Çelikbilek, suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. Çelikbilek, eşinin tırnaklarının çekildiğini, vücuduna naylon döküldüğünü ve üzerinde sigara söndürülerek telle boğulduğunu anlattı.
Aynur Çelikbilek, eşinin kimler tarafından öldürüldüğünün Abdulkadir Aygan'ın itiraflarıyla ortaya çıktığını belirterek, "Devletin saklayacağı bir şey kalmadı. Devlet bunun karşısında nasıl cevap verecek? Açıklama bekliyoruz. Savcılığa suç duyurusunda bulunacağım" dedi. Şoreş ve Hevidar isimli iki çocuk sahibi olan Aynur Çelikbilek, eşinin kaçırılmasından önce ağabeyine, bilmediği kişilerce takip edildiğini, 2 kez bu kişilerce kovalandığını; ancak kaygılandığı için konuyu kimseye açmadığını anlattığını kaydetti.
Diyarbakır Postanesi önünden beyaz bir arabayla kaçırılan eşinin arabaya alınırken, bir arkadaşı tarafından görüldüğünü ifade eden Çelikbilek, şunları söyledi: "Eşim kıraathaneden arkadaşına, eve gideceğini söyleyerek çıkmış. O esnada iki kişi onu takip etmiş. Beyaz bir arabaya almışlar. Bir arkadaşı alınmasını görmüş. Bize gelerek eşimin polisler tarafından beyaz bir otoya bindirildiğini, dikkatli olmamız gerektiğini söyledi. Biz de savcılığa giderek bir dilekçe verdik. Fakat dilekçemiz kabul edilmedi."
Tırnakları çekilmişti
Cesedin bulunduğu sabah evlerine polislerin geldini söyleyen Çelikbilek, şöyle devam etti: "Polisler eşimi sordu. Ben de nerede olduğunu bilmediğimi söyledim. Onlar da eşimin yaralı bir şekilde hastanede olduğunu söyledi. Ben ise, onun kaybolduğunu belirttim. Bana 'Sizin düşmanlarınız var. Korucular eşini öldürmüş olabilirler' dediler. Ben de bizim 33 yıl önce köyden geldiğimizi, korucularla herhangi bir ilişkimizin olmadığını ifade ettim. Bunun üzerine gittiler. Ertesi gün devlet hastanesine gittim. Hastene önündeyken, öldürüldüğünü duydum. Orada beklerken, akşam bizim eve gelen polislerden birisini gördüm. Yakasına yapışarak bize neden yalan söylediğini sordum. Sonunda cenazeyi Mardinkapı Mezarlığı'ndan getirdiler. Ben cenazeyi almak istedim. Fakat cenazeyi bana vermediler, morga götürdüler. O esnada özel timler bize saldırdı. Bizi hastaneden çıkarıp kapıyı kapattılar. Hastane önünde üvey kızım polislere, 'Bu kan yerde kalmayacak' dedi. Polisler de kızarak 'Kızınızı susturun yoksa onu da götüreceğiz' diye bizi tehdit ettiler. Cenazeyle birlikte eve doğru geldik. Giderken polisler de bizi takip ediyorlardı. Eşimin boğazında tel izleri vardı. Vücuduna naylon dökmüşlerdi. Tırnakları çekilmişti. Vücudunda sigara söndürmüşlerdi. İşkence yapmışlardı."
Savcılığa başvuracak
Eşinin kimler tarafından öldürüldüğünün ortaya çıkması için suç duyurusunda bulunduklarını; ancak aradan 10 yıl geçmesine rağmen herhangi bir gelişmenin yaşanmadığını dile getiren Çelikbilek, şunları aktardı: "Gündem'de dizinin yayınlanmasıyla meraklanmaya başladım. Benim okumam yazmam olmadığı için, çocuklarıma okuttum. Eşimin öldürülmesi olayını okuduğumda çok sinirlendim. Devlet, eşimi öldürdüğünü inkar etti. Fakat gazetedeki haberle her şey ortaya çıktı. Devletin saklayacağı bir şey kalmadı. Devlet bunun karşısında nasıl cevap verecek. Devletten bir açıklama bekliyoruz. Kayıp olduğu sırada eşimin kontralar tarafından kaçırıldığını biliyorduk; ama elimizde bir delil yoktu. Eşimin kimler tarafından kaçırılıp öldürüldüğü, nasıl öldürüldüğü ortaya çıktı. Eşimi boğarak öldüren Şehmuz kod adlı Uzman Çavuş Uğur Yüksel ve kaçıranlar hakkında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na giderek suç duyurusunda bulunacağım."