Haberin İngilizcesi için tıklayın
Cumhuriyet Gazetesi davası kapsamında 291 gündür cezaevinde olan gazeteci Ahmet Şık’ın eşi Yonca Şık, 69. Frankfurt Kitap Fuarı’na konuk oldu.
Pazar günü düzenlenen “Türkiye’den Muhalif Sesler” paneline gazeteci İrfan Aktan, avukat Can Atalay ve yazar Aslı Erdoğan’la birlikte katılan Yonca Şık, panel sonrası Deutsche Welle Türkçe’den Başak Demir’in sorularını yanıtladı.
Tutuklu Cumhuriyet gazetesi çalışanları konusunda Türk hükümetine savunma için 23 Ekim’e dek ek süre tanıyan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni (AİHM) “Burada kişisel hak ve özgürlüklerden bahsediyoruz. AİHM’in Türkiye'de hukuk varmış gibi davranması aslında Türkiye’deki hukuksuzluğun yeniden üretilmesine neden oluyor” sözleriyle eleştirdi.
Yonca Şık’ın yaşanan sürece dair aktardıkları şöyle:
“Çok fazla dayanışan insan var”
* İki kişinin sırtlandığı bir hayat kuruyorsunuz. Daha sonra devlet, o hayatı sırtlanan bir kişiyi söküp alıyor ve siz o hayatı tek başına üstlenmek zorunda kalıyorsunuz.
* Fakat bu süreçte şanslı olduğumu düşünüyorum. Çünkü hem 2011’de hem şimdi bizimle çok fazla dayanışan insan var. Ahmet’in gazeteci arkadaşları, onunla ve aslında tüm tutuklu gazetecilerle dayanışıyorlar.
* Tek başıma “Eyvah başıma ne geldi?” diye hissetmiyorum. O yükü en azından alan arkadaşlarımız, dostlarımız var. Olumlu tarafı bu diyeyim, ama tabii ki çok kolay değil.
“Ahmet tecritte, tek başına kalıyor”
* Şu an koşullar 2011’e göre çok daha zor. Kötü derken daha sert, yani bir tecrit meselesi ile karşı karşıya Ahmet bugün. Tek başına bir koğuşta kalıyor.
* Daha önce avukat görüş kısıtlılığı da vardı. Herhangi bir doküman alışverişi olmaması için avukatlarını sadece haftada bir saat kamera kaydı ve bir gardiyanın gözetimi eşliğinde görebiliyordu.
* 24 Temmuz’da yapılan ilk duruşmadan sonra o avukat kısıtlılığı kalktı ama tecrit sürüyor. Bu ne demek? Yani tek başına kalıyor. Bütün bir gününü hiç konuşmadan geçiriyor ve bunun çok garip olduğunu söylüyor bana.
“İçindeki öfke Ahmet’i güçlü tutuyor”
* Ahmet 28 yıldan beri esas olarak hak odaklı gazetecilik yapıyor. Devlet, polis veya asker, yurttaşa yönelik hak ihlalleri konusunda, hayatı boyunca çok tutarlı bir şekilde çalıştı.
* O anlamda devleti çok iyi tanıyan birisi. Devletin ne kadar organize kötücüllük barındırdığını bilen birisi ve moralinin o anlamda iyi olduğunu söyleyebilir.
* Elbette öfkesi çok, çünkü çok büyük bir haksızlıkla karşı karşıya. Bir hukuksuzlukla karşı karşıya.
* Sadece kendisi değil kendisi gibi 150’den fazla gazeteci, siyasetçi pek çok insan aslında bir haksızlıkla karşı karşıya ve bu öfke de onu güçlü tutuyor.
* Ama sağlığı yerinde, öyle söyleyebilirim. Biraz gözlerinde bu tecritten dolayı bir sıkıntı var. Kolay değil elbette ki onun için. O da çok zorlanıyor ama tabii ki bu durumla da baş etmeye çalışıyor.
“Tecrit insanlık suçu”
* Haftada bir kez görebiliyorum. Ve iki ayda bir sadece bir saatliğine açık görüş yapabiliyoruz. Onun dışındaki görüşlerimiz haftada bir, kalın bir camın arkasında gerçekleşiyor.
* Aynı zamanda mektup alması veya mektup göndermesi yasak. Üç ay önce nihayet kitap verebildik. Daha önce sadece kütüphanedeki kitapları okuyabiliyordu. Bunun gibi pek çok kısıtlılığı var.
* Sonuçta tecrit bir insanlık suçu ve bu uygulamanın da uzun vadede insanların üstünde hem fiziksel hem psikolojik bir takım etkileri oluyor. Ve tabii ki bunun derhal tüm tutuklular için kaldırılması gerekiyor.
“Raif Bedevi Ödülü çok onurlandırdı”
* (Ahmet Şık’a Raif Bedevi cesur Gazeteciler Ödülü verilmesiyle ilgili) Raif Bedevi 10 yıllık bir cezaya mahkum oldu ve kırbaç cezası var. Oldukça zor koşullarda kalıyor. Ailesi ve çocuklarından ayrı olmak zorunda ve Cesur Gazetecilik Ödülü çok kıymetli bir şey.
* Ahmet bir meslektaşının söylediği gibi cesur olmanın yanında iyi de bir gazeteci. O anlamda Ahmet’i çok onurlandıran bir ödül de oldu.
“AİHM, Türkiye hukuk devletiymiş gibi davranıyor”
* Aslında tüm tutuklu arkadaşlar ve Ahmet için şu aşamada en önemli şey AİHM meselesi. Türkiye hükümetinin 3 Ekim’e kadar Cumhuriyet gazetesi tutukluları için AİHM’e savunma vermesi gerekiyordu.
* Türkiye 6 hafta uzatma istedi ve AİHM üç hafta uzatma verdi. AİHM böylece Türkiye'ye 19 hafta süre vermiş oldu. Türkiye, Ahmet'le ilgili savunmasını 23 Ekim'de yapacak.
* Burada kişisel hak ve özgürlüklerden bahsediyoruz. Burada Türkiye’de sanki yargı bağımsızmış, iç hukuk yolları açıkmış, bir hukuk devleti varmış gibi davranması aslında Türkiye’deki hukuksuzluğun yeniden üretilmesine neden oluyor.
* Bu arada hükümetin 24 Ekim’e kadar Deniz Yücel için de AİHM'ye bir savunma vermesi gerekiyor.
“Hukukun işlemediği bir ülkeye yönelik mekanizmaların geliştirilmesini istiyoruz”
* Diğer yandan Nuriye ve Semih ile Barış Akademisyenleri'nin başvurusu AİHM'de kabul görmemişti.
* Sonuçta Türkiye bir hukuk devleti değil, bu çok açık bir şey. Bu nedenle siyasi nedenlerle cezaevinde bulunan kişilerin birer siyasi rehine olduğunu tekrar ve tekrar hatırlatmak gerekiyor.
* Türkiye’de gazetecilik adına, basın ve ifade özgürlüğü adına mücadele veren kurumlar var, siyasi partiler, platformlar, kişiler var. Ve onların bir şekilde desteklenmesi gerekiyor.
* AİHM’in burada tercihini, evrensel hukuk değerlerinden olan kişisel hak ve özgürlüklerden yana kullanmadığını görüyoruz, ne yazık ki.
* Biz bir siyasi karar değil, hukukun işlemediği bir ülkeye yönelik birtakım mekanizmaların geliştirilmesini ve buna yönelik bir karar alınmasını bekliyoruz. (EKN)