Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM veya Mahkeme), 26 Nisan 2016 tarihinde İzzettin Doğan ve Diğerleri / TR kararında Türkiye’nin din veya inanç özgürlüğü hakkını koruyan 9. madde ve 9. maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılığı yasaklayan 14. maddeyi ihlal ettiğine karar verdi.
Bu kararda bir kez daha, insan hakları hukukunun normatif talepleri Türkiye’nin devlet-din ilişkisinin merkezinde yer alan konularda köklü değişim gerekliliğini ortaya koydu.
AİHM, Türkiye’de devlet-din ilişkisinde köklü bir değişim yapılması gerektiğine işaret eden kararları içinde belki de en kapsamlı değişikliğe işaret eden kararı vermiş bulunuyor. Kararın Büyük Daire tarafından verilmiş olması da kararın ağırlığına katkı yapıyor kuşkusuz.
Bugüne kadar AİHM’in kimliklerde din hanesi, cemevlerinin ibadet yeri statüsü, vicdani ret hakkının tanınması, zorunlu din kültürü ahlak bilgisi derslerine ilişkin kararlarının hiçbiri uygulanmadı (bakınız: Norveç Helsinki Komitesi / İnanç Özgürlüğü Girişimi 2015 Türkiye’de İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu).
Gerek Türkiye içindeki gelişmeler gerekse AİHM’in ve ulusal mahkemelerin (Anayasa Mahkemesi hariç) hükümete değişim işareti verdiğini söylemek mümkün.
İzzettin Doğan ve Diğerleri / Türkiye kararının neyi söylediğini ve neyi söylemediğini anlamak çok önemli. İçerik açısından oldukça zengin kararla ilgili bazı ön değerlendirmeler yapmak mümkün.
Karar bir yandan apaçık bir eşitsizlik olduğunu tespit ederken, bundan sonrası için bir model önermiyor. Dolayısıyla, eşitsizliğin nasıl giderileceği konusunda Türkiye’de tüm aktörlerin ev ödevlerini iyi bir şekilde yaparak önümüzdeki politika yapım süreçlerine yapıcı bir şekilde katılması katılımcı bir çözüm süreci işletilmesine katkıda bulunacaktır. Kuşkusuz, üretilecek modelin insan hakları normlarıyla uyumlu olması şart.
TIKLAYIN - AİHM'DEN CEMEVLERİ VE ALEVİLERE AYRIMCILIK KARARI
Davaya ilişkin temel bulgular
Başvurucular, gerek tek başına gerekse 14. maddeyle bağlantılı olarak 9. maddeyi temel alarak, dinlerini açıklama haklarının ulusal hukukta yeterince korunmadığı gerekçesiyle AİHM’e başvurdular.
Şikayet konusu, İslam’ın Sünni geleneğine bağlı çoğunluğa sunulan dini kamu hizmetinin Alevi inancına bağlı kişilere de sunulmasına ilişkin taleplerinin reddedilmesiydi.
Taleplerinin karşılanmamasının temelinde, inançlarının devlet tarafından değerlendirmeye tabi tutulması bulunuyordu ve bu da devletin din veya inançlar karşısında tarafsızlığıyla bağdaşmıyordu. Son olarak, Sünni Müslümanlığa bağlı olanlara göre daha az makbul bir muamele gördükleri için ve bunun da ayrımcılığa neden olması nedeniyle şikayetçi oldular.
Mahkeme, söz konusu dini kamu hizmetlerinin Alevilere sunulmasına ilişkin ret kararının başvurucuların din özgürlüğüne bir müdahale oluşturduğuna karar verdi.
AİHM din veya inanç özgürlüğü hakkını koruyan 9. maddenin ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmesini devletin din veya inançlar karşısında tarafsızlığı, din veya inanç gruplarının din veya inançlarını özgürce uygulayıp uygulayamadıkları, Alevilerin görüş ayrılıkları ve devletlerin takdir alanı başlıkları altında gerçekleştirdi.
Devletin tarafsızlığına ilişkin; AİHM, Türkiye Anayasası’nın 2. maddesinin laiklik ilkesini koruduğunu not ederken, devletin Alevi toplumu, dini pratikleri ve ibadet yerlerine yönelik yaklaşımının tarafsızlık ilkesiyle ve dini toplulukların özerk bir şekilde varolma haklarıyla bağdaşmadığını tespit etti.
Alevilerin inançlarını özgürce pratik etmelerine ilişkin; başvurucular inançlarını pratik etmelerinin imkansız olduğunu ileri sürmeseler de, kendilerine kamu din hizmetlerinin sunulmamasının yarattığı zararı vurguladılar. Alevi inancının Sünni İslam’dan farklı bir dinsel mezhep olarak tanınmamasının, dini özelliklerinin inkar niteliği taşıdığına dikkat çektiler.
AİHM’e göre, din hizmetlerinin sunulmasının reddedilmesi nedeniyle Alevi toplumunun özerk varlığı inkar ediliyor ve 677 Sayılı Kanun çerçevesinden “yasaklanmış tarikatlar” statüsüne hapsedilme etkisi yaratılıyor. Bunun sonucunda Aleviler önemli yasaklarla karşı karşıya kalıyorlar; “dede” unvanı ve Sufi pratiklerinin gerçekleştiği yerlerin yasaklanması gibi.
Hükümetin AİHM’e yaptığı açıklama uyarınca, bu yasaklar uygulanmıyor, fakat AİHM’in de not ettiği gibi bu durumda, Alevilerin inançlarını pratik etmeleri idari yetkililerin iyi niyetine bağlı kalıyor.
AİHM, Besserabya Metropolitan Kilisesi/Moldova kararındaki önemli tespitini hatırlatıyor -hoşgörü hukuki güvence sağlamıyor. Kararın bu kısmı kuşkusuz İslam içindeki tarikatlar için de geçerli.
AİHM sık sık Alevi Açılımı nihai raporuna gönderme yaparak, Alevilerin pek çok alanda yaşadıkları sorunlara değiniyor; ibadet yeri kurmaya ilişkin belirsizlikler, bağış almada yaşanan sorunlar, tüzel kişiliğin bulunmaması nedeniyle hukuki güvenceye sahip olmamaları ve dernek veya vakıf olarak varolma çabasında yaşanan zorluklar…
Sonuç olarak, yetkililerin ileri sürdüğü gibi Alevilerin 9. maddeden kaynaklanan haklarını tam olarak yaşayabildikleri konusunda Mahkeme ikna olmuyor.
Takdir alanına ilişkin; hükümet sahip olduğu takdir alanına işaret ederken, AİHM devlet-din meseleleri söz konusu olduğunda -ki demokratik toplumlarda bu konuda görüşler çokça farklılık gösterebilir- ulusal politika yapıcıların rolüne özel bir ağırlık verilmesi gerektiğini de kabul ediyor.
Yine de, AİHM’e göre, eldeki davada hükümetin bu takdir alanını aştığı açıktır, çünkü dinsel mezhepleri o kadar dar bir şekilde yorumlamaktadır ki, Alevi inancı gibi geleneksel olmayan veya azınlık sayılabilecek bir inanç biçimi hukuki korumadan yoksun bırakılmaktadır.
Alevi toplumu içinde fikir birliği olmaması; AİHM’e göre, Alevi inancının temel ilkeleri ve Alevi toplumunun taleplerine ilişkin Alevi toplumunun içinde görüş alışverişinin sürüyor olması, 9. madde temelinde haklarının korunması gereken bir toplum olmaları konusunu değiştirmiyor. Dolayısıyla, Mahkeme, Alevi toplumu içinde devam eden tartışmanın, söz konusu din hizmetinin verilmemesi için bir neden oluşturamayacağı görüşünde.
Sonuç olarak, AİHM’e göre, tarif edilen durum Alevi toplumunun tanınmaması, üyelerinin din özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanamaması anlamına gelmektedir.
Özellikle de Alevi toplumunun özerk varoluşu inkar edilmiş, ibadet yerlerini (cemevi) ve dini liderlerinin unvanlarını kullanmalarını imkansız hale getirmiştir.
Devlet tarafından ilgili (geçerli) ve yeterli gerekçelerinin yokluğu dikkate alındığında Türkiye’nin takdir alanını aştığı görülmektedir. Söz konusu müdahale demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olarak değerlendirilemez.
Ayrımcılık yasağı
Başvurucuların, 9. madde bağlamında 14. maddeye (ayrımcılık yasağı) ilişkin şikayeti, benzer koşullarda bulundukları halde, kendilerinin Sünni Müslümanlardan farklı ve daha az makbul bir muameleye tabi tutulmalarını temel alıyor. Sünni Müslüman toplum Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) aracılığıyla pek çok hizmet alırken, DİB başvuruculara bu tür hizmetler sunmamaktadır.
AİHM, özellikle başvurucuların durumuyla, dini kamu hizmetlerinden yararlananlar arasındaki açık dengesizliği görüyor. Alevi toplumu bir taraftan bir tarikat olarak nitelendirilerek, 677 Sayılı Kanun temel alınarak pek çok sınırlamaya tabii tutulduğu gibi, dini kamu hizmetlerinden de yararlanamıyor.
Oysa, DİB tarafından anlaşıldığı biçimiyle Müslümanlık dini, neredeyse tamamıyla devlet tarafından destekleniyor.
AİHM’e göre Alevi inancının tanınmaması ve dini kamu hizmetlerinden dışlanmasının gerekçesinin laiklik ilkesiyle açıklanması mümkün değil. En azından Mahkeme bu konuda ikna olmuyor.
AİHM ne Alevi inancının mezhep veya tarikat olma niteliği ne de hangi dini hizmetleri alıp almaması gerektiği konusunu belirleme görevinin kendisine ait olmadığını ve devlet-din ilişkilerinde devletin geniş bir takdir alanı olduğunu teslim ediyor, fakat her durumda devletin objektif ve ayrımcı olmayan bir kriter oluşturma yükümlülüğü olduğuna dikkat çekiyor.
AİHM için belirleyici olan İslam’ın çoğunluk anlayışına sağlanan statü (dini kamu hizmeti aracılığıyla) ile neredeyse kategorik olarak dışlanan Alevi toplumu arasındaki açık dengesizlik. Türkiye’de söz konusu düzenlemeyle korunmak istenen meşru amacın laiklik ilkesi olduğu söylense de (ulusal mahkemeler tarafından) bunun ölçülülük ilkesiyle bağdaşmadığı görülüyor.
Bir başka deyişle, Alevi toplumu için ortaya çıkan durum fazlasıyla ağır. Sonuçta, Alevi başvurucuların maruz kaldığı farklı muamelenin objektif ve makul bir gerekçesi bulunmadığı için 9. madde ile ilgili olarak Sözleşme’nin 14. maddesi de ihlal edilmiştir.
Karar ne diyor, ne demiyor?
İzzettin Doğan ve Diğerleri/Türkiye kararı, Türkiye’nin Alevi inancını özerk bir inanç olarak tanımayı reddederek, bu inanca mensup bireylerin din veya inanç haklarını etkili bir şekilde yaşayamamalarına neden olduğunu söylüyor; yani bu inancı Sufi bir tarikat olarak tanımlayarak bir yandan bu inanca yönelik kamu hizmeti verilmiyor, bir yandan da tarikatlara yönelik yasal sınırlamalar nedeniyle inanç özgürlüğü hakkının birçok unsuru kullanılamaz hale geliyor.
DİB tarafından anlaşıldığı biçimiyle çoğunluğun Sünni Müslüman anlayışı çerçevesinden sunulan dini kamu hizmetinin Alevi topluma sunulmaması ayrımcılık yaratıyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin bir taraftan inanç özgürlüğüne ilişkin sınırlamaları ortadan kaldırması, diğer taraftan da DİB’in işleyişiyle ortaya çıkan eşitsiz durumu düzeltmesi gerekiyor.
Diğer taraftan bu karar DİB’in Alevi toplumuna veya başka herhangi bir topluma dini kamu hizmetleri sunmasını zorunlu hale getiren bir karar değil. Nitekim, insan hakları hukuku devlet-din ilişkisinde herhangi bir model öngörmez. Genel olarak devletlerin dini kamu hizmeti sunma konusunda pozitif bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Burada kritik mesele gerçekleşmesine izin verilen eşitsizliğin düzeltilmesidir.
Kararla ilgili en ilginç konulardan biri devletin din veya inanç özgürlüğü alanında pozitif ve negatif yükümlülükleri hakkında. Nitekim, kısmen karşı kısmen aynı görüşte olan yargıçlar (Villeger, Keller ve Kjolbro) 9. maddenin ihlal edilmediğini, sadece 9. maddeyle bağlantılı olarak 14. maddenin ihlal edildiğini savunuyorlar.
Yargıçlar 9. maddenin devletlere dini kamu hizmeti sunma konusunda pozitif bir yükümlülük getirmediğine, haklı olarak, işaret ediyorlar. Fakat gözden kaçırdıkları konu şu; başvurucular kendilerine dini kamu hizmeti sunulmamasını şikayet konusu yaptıkları halde, AİHM -belki de biraz aktivist bir mahkeme olarak- asıl yargılama konusunu dini kamu hizmetlerinin DİB tarafından sunulmasıyla oluşturulan sistemi ve bunun Alevi toplumunun inanç özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanamamasının nedeni olması temeline taşıyor. Kararını bu çerçevede veriyor.
Her durumda, Alevi toplumunu İzzettin Doğan ve Diğerleri / TR başvurusunu yaptıkları ve ulusal ve uluslarüstü insan hakları mekanizmalarını kullanarak, zorlu ve uzun bir hukuki süreci tamamladıkları için kutlamak gerekir. Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulanacağı kuşkusuz. (MY/YY)