"Bir Türkiyeli olarak tarihimizde Ermeni Soykırımı'nın yaşandığını nasıl öğrendiniz? Bu yüzleşme hayatınızı nasıl etkiledi?"
Ermeni Soykırımı'nın 100. yılı vesilesiyle bu soruyu soykırımı kendine çeşitli düzeylerde dert edinen ve yüzleşmenin gerekliliğini düşenen bu topraklarda yaşayan Ermeni olmayanlara sorduk. Herkesin anlatacak bir hikayesi, bir anısı, açıklayacağı bir fikri olmalıydı ve öyle de oldu... Elimizden geldiğince farklı kesimlerden insanlara danıştık. Kime sorsak bizi kırmadı. Bu sorunun yanıtlarını bu topraklarda hala yaşayan Ermenilerle yaptığımız söyleşilerle beraber 24 Nisan gününe kadar yayınlayacağız. 100. yılın 100leşmenin gerçekten başladığı bir milat olması dileğiyle...
“Ah kızım” dedi, “hep kestiler, kestiler…”
Gülengül Altıntaş - Akademisyen
Henüz aklımın tam ermediği zamanlardı... 10’lu yaşlarımın başı, 90’ların başı. Ankara'da, Cumhuriyetçi bir ailenin çocuğu olarak büyümüştüm. TED Ankara Koleji’ne gidiyordum. Tanıdığım herkesin Türk ve Müslüman olduğundan emindim ve hatta Müslüman derken Sunni demek istediğimin farkında bile değildim. Aksinin bir seçenek olduğu hiç aklıma gelmemişti, kimse de bana söylememişti. Evet birileri vardı herhalde, başka birileri, farklı birileri, ama tabi çok eskiden... Herhalde taa o zaman, Osmanlı Dönemi’nde falan, yani milat kadar eski ve artık yoklardı.
Ankara’da yanında büyüdüğüm anne tarafım Arapgirli, baba tarafım Malatyalıydı. Sonra bir gün Arapgirli dedem bana babasından dinlendiği bir hikaye anlattı. Bir gece köyde kapıları çalınmış. Bir adam gelmiş demiş ki, bakın kapılarınıza, hepsi işaretli! Ermeniler hepsini işaretledi. Köyün dışına da geniş bir çukur açtılar, bu gece sizi öldürüp içine atacaklar. “İşte o gece köyde ne kadar Ermeni varsa köydekiler öldürüp sonra da onları kendi kazdıkları o çukurun içine atmışlar” dedi dedem. “Kimmiş peki o adam?” diyebilmiştim sadece. “Ne bilelim” demişti dedem. Bilemediğimiz bir adam bir gece gelmiş, çaldığı her kapı bir kıyıma açılmıştı.
“Taa o zaman” birden öyle yakına gelmişti ki kafam karışmıştı. İki kuşak geriye gidince “taa o zaman” oluvermişti. Dedemi hep çok sevdim. Ben hayatta insanları sevmeyi ve emeğe saygı duymayı dedemden öğrendim. Eline bir tef geçti mi hemen beni oynatır, sabahları çiçeklerine şarkı söyleyerek yapraklarının tozunu alır, sokağa çıktı mı üç beş ahbap edinmeden gelmezdi. Adaletli, merhametli ve iyi biriydi. Bundan hiçbir zaman şüphe etmedim. Anlattıklarını hazmetmek çok zordu. Kabullenişini anlamak çok zordu. Kafam karışmıştı. Demek ki olan olup biten kötülük çok anlaşılmaz ve karışık bir şeydi.
Malatya’ya ilk gittiğimizde babaanneme sordum. Hastaydı, canım benim, hep biraz hastaydı, yataktaydı. “Ah kızım” dedi, “hep kestiler, kestiler, anam kaç bi kere, sonradan da, sonradan da çok kestiler.” Sonra işte herkes biraz anlattı. Eskiden çok Ermeni varmış, şimdi kalmamış. Ama 1915’de kesmişler de sonra kesmemişler. Korkutmuşlar, kaçırmışlar, mallarını gasp etmişler. Eskiden mesela, 70’lerde, 80’lerde, “Ermeni zengini” diye bir laf varmış. Ermenilerin mallarıyla zengin olana denirmiş. Malatya’da da çok Ermeni zengini varmış. Biz Alevi olduğumuz için bizimkiler çok saklamış, kaçırmış ama işte hepsi geçmişte kalmış bunların. Alevi ne demek diye sormadığımı hatırlıyorum. Aklım erene kadar tüm sorularımı ertelediğimi.
Sonradan babaannem ve büyükbabamın Alevi oldukları için neden 80’lerde Malatya’yı terk edip bir süre Mersin’de yaşamak zorunda kaldıklarını ve hatta daha da sonradan babamın bir tarafının Kürt olduğunu ama 60’larda yasaklanınca kimsenin artık Kürtçe konuşmadığı için onun da unutulduğunu öğrenecektim. Bu toprakların kökenleri nasıl da kazınıp atılmış ve biz bunu hiç bilemeden nasıl da büyümüşüz, hala aklım ermiyor. Hala dedemin bana anlattığı hikaye, anlatırken ki kabullenişi, hafızamda, içimde taşıdığım dedemin anısıyla yan yana gelemiyor.
* * *
1.500.000+1 dövizi
Eli Haligua - Öğrenci
1915'te yaşananların öğretildiği gibi mukatele değil de soykırım olduğu ilk kulağıma Hrant Dink'in söylemleriyle çalındı, tam olarak netleşmesi ve konuya derinleşmem ise Hrant Dink'in öldürülmesiyle oldu. 1.500.000+1' dövizi taşıyan yaşlı bir kadının fotoğrafı her şeyin netleşmesini sağlıyordu.
Yüzleşmek hayatımda çok bir şey değişikliğe yol açmadı. Zaten ötekileştirilen bir toplumun ferdi olduğunuzda, bir de elden geldiğince hak mücadelesi içerisinde yer alınca bu gerçekle yüzleşince hayatınızda çok bir kırılma yaşanmıyor. Ancak 1915'te yaşananların, Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyası'nın, Varlık Vergisi'nin, Trakya olaylarının, 6-7 Eylül olayları gibi giden bir dizi olayın ilk halkası olduğunu ve yaşananları ulusallaştırma projesinin bir sistematiği olarak görmeye başlamama neden oldu.
* * *
Bulduğum cevaplar "insan olan yerlerimi acıttı"
Elif Avcı – Lambdaistanbul
Oldukça "beyaz" bir ailede büyüdüm. Sanırım ailemin yapmaya çalıştığı 80'lerde gözü korkutulmuş yaşıtlarının yapmaya çalıştığı duyarlı ancak çok etliye sütlüye karışmayan kendi halinde bir çocuk yetiştirmekti. Daha ortaokul döneminde okuldan kaçıp 1 Mayıs'a katılmaya gittiğim düşünülürse pek başarılı olamadılar.
Sanırım bu konudaki en büyük hataları bana okuma sevgisi aşılamak oldu. Çocuk kitaplarıyla başlayan süreç ne bulursam okuduğum bir sevdaya dönüştü. Kitaplardan öğrendim ben Ermeni Soykırımını, Dersim Katliamını ve daha nicesini…
Hafızama kazınmış fotoğraflar geliyor gözümün önüne, yan yana, üst üste sıralanmış cesetler... Bir yanda şanlı Türkiye Cumhuriyetini anlatan kitaplar, diğer yanda sevdiklerini kaybedenlerin ilk ağızdan deneyimleri...
Doğruyu kim söylüyordu? İşte bu soru beraberinde daha çok soruyu getiriyordu. İnsan bir kere soru sormaya başladı mı duramıyor. Büyüdükçe ve beni bu topraklarda ötekileştirilen bir başka gruba ait kılan cinsel yönelimimi fark ettikçe, devletin iddia ettiği kadar masum bir kurum olmadığını ilk elden deneyimledikçe aradığım cevapları bulmaya başladım. LGBTİ hareketi içinde daha aktif yer aldığımda ötekileştirilen gruplarla daha çok temas etme şansı buldum. Her türlü ayrımcılığa karşı dayanışma ilkesine sahip bir oluşum olan Lambdaistanbul gönüllüsü olmak yaşanılan diğer ayrımcılıklara yönelik farkındalığımı arttırdı. Benden saklanan aile tarihimi Kürt kökenli olduğumu, Elazığ'da TÖB-DER Yönetim kurulu üyesi olan dedemin ülkücü bir katil olan Muhsin Kehya tarafından nasıl öldürüldüğünü öğrendim. Daha çok soru sordum, sordukça daha çok cevap buldum. Bulduğum cevaplar "insan olan yerlerimi acıttı."
Kendine benzemeyen kim varsa öldürmekten çekinmeyen bir ülkenin çocuklarıyız. Katliam ve travmalarla dolu bir tarihimiz var. Ermeni Soykırımı bunlardan sadece biri. Kafamızı kumdan çıkarıp soru sormakla başlıyor her şey. Son dönemde başlayan sözlü tarih çalışmaları ile sorularınıza alabileceğiniz daha çok cevap imkanımız var. İnsanlar artık canına tak etmenin bir sonucu olarak daha fazla susamıyor. Bağırmak istiyor kendisine ve sevdiklerine yapılanları. Bize kalan ise tarihimizle yüzleşmek ve bu seslere kulak vermek oluyor. (HK)
100leşme yazı dizisinin diğer yazıları
* Tatyos Bebek: Ermeniler İyi Komşu Olmak Zorundaydı
* Tuma Çelik: 1915'te Süryanilerin Üçte İkisi Yok Oldu
* Nazlı Esina: Ermenice'yi Oğlumdan Öğreniyorum
* Silva Özyerli: Ailemden Hiç Kimse Doğduğu Topraklarda Ölmedi
* Kayane Gavrilof: Benim de Türk Arkadaşlarım Var
* Prof. Dr. Arşaluys Kayır: Nefes Darlığı Bize Yadigar Kaldı
* Tarsus, Erzurum ve Leman Hala
* Hortlak Hikayesi "Üstün Biz" ve Ada
* Paşa Babanın Pantolonu, Ağır Hüzün ve Ereğlili Ermeni Ustalar