“Asker, PKK vurdu dedi ama PKK ateşkesteydi. Vuruldu denen minibüste de roket izi yoktu, kurşun delikleriyle kevgire dönmüştü. Yananların nüfus cüzdanları ise sapasağlamdı, aracın şoförü de yanmamıştı.”
Güçlükonak katliamıyla ilgili bu ve daha birçok soru 18 yıldır cevap bekliyor. Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinde 18 yıl önce meydana gelen katliamın ardından bölgeye giden gazetecilerden Aytül Gürtaş, izlenimlerini bianet’e anlattı.
Gürtaş, aklında bu sorulara yanıt bulmaya çalışırken heyetteki bir gazeteci kendisine, “Zaten bir şey olsa da yazamayız” demişti.
Güçlükonak'a bağlı Çevrimli ve Yatağan köylerinden 11 kişi jandarmalarca gözaltına alındı, 15 Ocak 1996’da öldürüldü. PKK o dönem tek taraflı ateşkes ilan etmişti ancak askeri yetkililer, olayın failinin PKK olduğunu söyledi. Failler tespit edilmedi, dava açılmadı, hiçkimse suçlanmadı. Katliamın neden ve nasıl olduğunu araştırmaya çalışan gazeteci Celal Başlangıç ve hak savunucularına dava açılırken, olay 18 yıldır yargıya taşınmadı. AİHM’in Türkiye’yi mahkum etmesi de bir şeyi değiştirmedi.
Siz o dönem nerede çalışıyordunuz, Güçlükonak’a nasıl gittiniz?
1996’da ANSA’da çalışıyordum. Sanıyorum 16 Ocak sabahıydı. O sırada Reuters’da çalışan bir arkadaşım aradı ve “Genelkurmay gazetecileri Güçlükonak’a götürüyor, siz de gidiyor musunuz” dedi. Bize haber verilmemişti. O zamanki patronum Giulio Gelibter’le Genelkurmay’a ulaşmaya çalıştık ama ulaşamadık. Giuli da bana “Atla git, o uçağa bin” dedi.
Genekurmay’a gittim basın kartımı askerlere gösterdim, Güçlükonak’a gideceğimi söyledim, onlar da sorunsuz bir şekilde beni otobüse aldılar oradan da - aklımda kaldığı kadarıyla - Etimesgut’a gittik. Etimesgut’ta Genelkurmay’a ait olan bir yolcu uçağına bindirildik, O zamanki rütbesi sanıyorum kurmay albay olan Oğuz Kalelioğlu ve yanında iki üst düzey askerle, (rütbelerini hatırlamıyorum ancak sanıyorum onlar da albaydı, birinin denizci olduğu kalmış aklımda) ve aralarında uluslararası basın kuruluşlarında çalışan gazetecilerin de olduğu bir grup gazeteci yola koyulduk.
Hatırladığım kadarıyla Batman ya da Diyarbakır’da askeri havaalanına indik, oradan helikopterlere bindirildik ve Taşkonak’a götürüldük. Taşkonak’dan askeri personel taşıyan küçük kamyonetlerle Güçlükonak’a geldik.
Kendileri yanmış, nüfus cüzdanları sağlam
Gittiğinizde ne gördünüz?
Bir tarafından dere geçen diğer tarafı dağa yaslanmış yolun geçtiği ıssız bir yerde indirildik ve dağ tarafında birbirinin yanına dizilmiş yanmış cesetleri geçerek minibüsün yanına geldik. Foto muhabirleri cesetlerin ve hurdaya dönmüş minibüsün resimlerini çektiler.
Bu arada Albay Kaleli, (kendisinin daha sonra Genelkurmay Başkanlığı iç harekat dairesi başkan yardımcısı olduğunu öğrendik), ayaküstü verdiği brifingde, “teröristlerin dağın tepesinden minibüse roketle ateş açtığını, vahşice herkesi öldürdüğünü” anlattı.
Ancak, orada görevli bulunan askerlerin elinde, hemen hemen vücutları tamamen yanmış ölenlerin nüfus cüzdanları vardı, sapasağlamdı.
Roketle vurulduğu söylenen minibüste de ne roketin giriş deliği vardı, ne de minibüsün tabanında vurmuş olması gereken yer. Minibüs kurşun deliklerinden kevgire dönmüştü.
“Köylülerle konuşmam engellendi”
Köylülerle konuştunuz mu?
Etrafa bakarken minibüsten yaklaşık 50 metre uzakta yolun kenarındaki büyükçe bir taşın yanında oturan iki-üç sivil gördüm, köylüye benziyorlardı, onlara doğru yürüdüm. Yüzlerinde acı ve korku karışımı bir hal vardı, bunu bugün de hatırlıyorum. Başınız sağolsun ölenler akrabanız mıydı, dedim, evet dediler.
“Hepsi yanmış, bir tek şoför yanmamıştı. Onu köye götürüp yıkadılar ama diğerleri yıkanamaz” gibi bir şey söylediler.
Başka bir laf etmeye fırsat kalmadan, uçakta bulunan denizci üst rütbeli asker yanımıza geldi ve beni oradan uzaklaştırdı.
“Zaten yazamayız”
Diğer gazeteciler ne tepki gösterdi?
Geldiğimiz yoldan geri havaalanına uçağa geldik, gazeteciler görüntülerin akşam haberlerine yetişip yetişmeyeceğini konuşuyordu.
Bu arada yanımda oturan gazeteci arkadaşa “PKK ateşkes ilan etmişti şimdi niye böyle yapsınlar,” diyecek oldum, tedirgin oldu, haklı olarak, “Zaten bir şey olsa da yazamayız” gibi bir laf etti.
“Şoförün yanmadığını anlattım”
Dönünce ne yaptınız?
Büroya gidip haberimi yazdım, Genelkurmay yetkililerinin bize söylediklerini yani. Çünkü başka türlü yazmak imkan yoktu, çalıştığım kurum yorum yapmadan açıklamaları yazmamı istedi o zaman. Öyle yaptım, ondan sonra da insan hakları örgütü ve o dönemki HADEP’ten tanıdığım insanlara gidip gördüklerimi anlattım, köylülerin şoförün yanmadığı seklindeki sözlerinden bahsettim ve gidip köylülerle konuşmalarını önerdim.
Bu arada kısa bir süre sonra İstanbul’da bir arkadaşımın verdiği partiye gittim, orada Şanar Yurdatapan’la karşılaştım. Güçlükonak meselesiyle ilgilendiklerini duyunca bir kenarda kendisine olan biteni anlattım. Daha sonra da iletişim içinde kaldık, birilerine gönderilmek üzere kendisine detaylı bir rapor yazıp verdiğimi hatırlıyorum.
Bir yıl sonra emekli edilmiş
Daha sonra konuyla ilgili bir duyumunuz oldu mu?
Yaklaşık iki yıl sonra gene o dönem Genelkurmay’la yakın ilişkisi olan ve onlara yakın bir dergi çıkaran eski bir gazeteci arkadaşımdan dolaylı bir tür uyarı aldım.
Bana daha önce sen Amerika’ya da gitmiştin değil mi gibi şeyler söyledi. Ardından da “ordunun içindeki çürükleri temizlediğini, Güçlükonak’tan sonra Kalelioğlu gibi parlak bir kurmay subayı emekli ettiklerini” anlattı. Kalelioğlu 1997’de emekli edilmiş.
Kalelioğlu’ndan bir daha haber aldınız mı?
Birkaç yıl önce başka bir konuyla ilgili çalışırken, Oğuz Kalelioğlu adıyla yeniden karşılaştım. Emekli Topçu Kurmay Albay, 2002 Nisan ayında Diyanet İsleri Başkanlığı Başdanışmanı olarak Eyüp Müftülüğü Konferans salonunda İstanbul Müftüler ve din görevlilerine Türkiye’nin jeopolitik önemi konusunda konferans veriyormuş. Kıbrıs kahramanlarından birisi olarak da lanse ediliyor. Zaten bu özel savaş subaylarından bilinen isimlerin birkaçı bildiğim kadarıyla Kıbrıs’tan, mesela Hasan Kundakçı gibi. (AS)