Dün nöbetçiydim
Bu nedenle yazımı bugüne bıraktım.
Her ihtimale karşı da, zaman kazanmak için sabah erkenden kalkıp günün nöbetçisinin yapması gereken işleri sabah sayımından önce bitirdim.
Cumartesi mektubumu yazmayı başaramasam da, bugüne kadar binaet’te yayımlanan yazılarıma göz attım.
Öyle ya!
Mademki defterimdeki listeye göre 100. yazımda bir değerlendirme yapmayı önüme koydum.
Bugüne kadar neler yazdığımı da gözden geçirmeliydim.
Tutsaklığımın ilk günlerinde hapishanede geçirdiğimiz zamanı nasıl değerlendireceğime dair bir karar vermiş, kendime bir planda yapmıştım.
Sonraki yıllarda planlarımın içeriğine dair değişiklikler yapmış olsam da; o gün bu gündür hapishanede nasıl yaşayacağıma dair kararımın özü hiç değişmedi.
Esasında insanın yaşamla kurduğu bağ bakımından içeride ya da dışarı da olması hiç fark etmiyor.
Bunu söylerken, kesinlikle koşulları göz aradı etmiyorum.
Ancak yine de, nerede olursak olalım, daima geleceğe bakmak, kendine ve birlikte yaşadığın insanlara kapasiten ve koşulların elverdiğince emek vermek.
Daima sınırları zorlamak gerektiği fikrine sahip olmak şart!
Bu bakış açısı biz tutsaklar bakımından çok önemli.
Kendi adıma hapishanede böyle yaşamaya çalıştım, çalışacağım!
Hayatın her alanında olduğu gibi, hapishanede de yaşama sarılmanın, içimizdeki yaşama sevincini diri tutmanın betonun ve demirin insanı sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da çürütmesine karşı durmanın, özcesi insan kalmanın en temel koşullarından biridir üretmek.
Bu farkındalıklarla tutsaklığımı yaşadım, yaşamaya çalışacağım.
2011 yılı başında sevgili Nadire “Görülmüştür” damgalı mektuplar yazmamı önerdiğinde bianet’e yazmaya başladım.
Ve ilk “Merhaba” yazımda; bu önerinin benim için gri beton duvarlar ortasında dünyaya açılan bir pencere olduğunu yazmış…
Sevinçle ve heyecanla o pencereden dışarı çıkmıştım.
Nadire’nin “Hoş Geldin Füsun” başlıklı yazısını okuduğumda hem çok sevinmiş, mutlu olmuştum.
Hem de, araya giren demir parmaklıkları, beton duvarları ve hapishanenin griliğini düşünüp, hüzünlenmiştim.
26 Şubat 2011 tarihli ve ilk “Merhaba” yazımda bu güne uzun bayram tatilleri ve bir iki defa çıkan aksaklık dışında, her Cumartesi “Görülmüştür” damgalı mektuplarımla sizlerle oldum.
Tutsaklığımın 5. yılında bianet'e yazmaya başlama kararı aldığımda; her Cumartesi pencere kenarındaki küçük masamda oturup yazmanın bana çok şey katacağını düşünüyordum.
İki yıl sonra, 100. yazım vesilesiyle yaptığım küçük muhasebede yanılmadığımı bir kez daha teyit etmiş oldum.
Belki ilk başlarda dört duvar arasında her hafta yazmak, her hafta yazmak, her şey bir yana konu seçimi bakımından bile zordu.
Zira gündemin hızla değiştiği, iletişindeki hızın artık saniyelerle, dakikalarla ölçüldüğü bir zamanda, tek iletişim aracımız mektup olunca; güncel konularda yazmanın mümkün olmadığının farkındayım.
Ve kendime bir yol bulmak zorundaydım.
Zamanla konu belirlemede yaşadığım zorlukların azaldığını; mektuplarımdaki konu tercihlerimin hapishane güncel yazılarına dönüştüğünü görünce…
Kalemimin bu doğrultuda gelişmesi için daha fazla çaba harcadım, dikkat ettim.
Elbette bütün bunlar sürecin bana kattıklarımın bir kısmı…
Yani, iki yıl boyunca hapishanedeki koğuşuma bianet’in açtığı pencereden izlediklerim bu kadarla sınırlı kalmadı.
Bu iki yıl boyunca, insanlığa, dostluğa, devrimci, sosyalist olmaya dair de bir dizi duruma tanıklık ettim.
İçeriden dışarıyı izleyen bir tutsağın gözüyle yabancılaşmanın değişik biçimleri karşısında hayrete düşüp, öfkelendim, üzüldüm, kızdım!
Ama her defasında dost yüreklerin sevgi dolu gülücüklerine tutunup…
Hastane yolunda ringin penceresine yapışarak o muhteşem Karadeniz baharını çirkinleştiren sineğe de…
Dünyayı kuyunun ağzından ibaret gören kuyunun dibindeki kurbağaya da benzememeli diye düşündüm.
Ve ne yazık ki, böylelerini gördükçe onlara acımaktan başka elimden hiçbir şey gelmedi.
Bütün bu iki yıl boyunca hapishanedeki uğraşlarımdan biri olan ve her hafta gönderdiğim “Görülmüştür” damgalı mektuplarla, değişik hapishanelerdeki tutsakların seslerini de duyurmaya çalıştım.
Yine bu süreçte, bianet’in etkisinin, takip edilme düzeyinin hayli genişleyip, büyüdüğünü gördüm.
Bianet okurlarının duyarlılıklarına sevinçle tanıklık ettim.
Dilerim bu iki yıl boyunca mektuplarım bianet’e ve siz okurlarına da küçücük de olsa anlamlı katkılar sunmuştur.
Bitirirken sevgili Nadire’ye iki yıl önce yaptığı öneriden dolayı da teşekkür etmek istiyorum.
Her Cuma görüşmeye devam dileklerimle, hepinizi sevgiyle kucaklıyorum…
Not: Geçen hafta erik ağacıyla fotoğraf çekip göndereceğimi yazmıştım. Maalesef fotoğraf çektiremedim. Ama merak etmeyin erik ağacının çiçekleri solmadan fotoğraf çektirmeyi başaracağıma inanıyorum.
* Füsun Erdoğan, 24 Şubat 2013, Gebze Kadın Hapishanesi.