Her iki haftada bir, yeryüzünde bir dil sonsuza kadar yok oluyor. Yeryüzünde konuşulmakta olan yaklaşık 7 bin dilin en az yarısı, yüzyılın sonuna varıncaya kadar tamamen susmuş olacak.
Böylesine muazzam bir hızla yeryüzünden silinen diller üzerinde çalışan sanatçı Lena Herzog, “Son Fısıltılar” (Last Whispers) adını verdiği o şiirsel ve büyüleyici sesli/görsel “oratoryosu”nu New York’un ünlü MOMA’sında seyirci/dinleyicisine anlatırken, şöyle diyor:
“İnsanlık, yerli toplulukların yüzyıllardır dillerine ve kültürlerine kodladığı bilgiyi, çeşitli dünya görüşlerini ve dünya bilgilerini (kozmolojileri) kaybediyor. Kendimizi hiç aldatmayalım: Bu bir kitlesel yokoluştur.”
Ne var ki, bu muazzam kayıp ve felaket, mutlak bir sessizlik ve – dolayısıyla– aynı derecede mutlak ve derin bir kayıtsızlıkla karşılanıyor. Kimsecikler bu konudan bahsetmiyor bile.
Dünya dillerinin bu soykırımsal yokoluşundan daha da korkunç olarak, yeryüzünde tüm yaşam, olabilecek en büyük kayıp ve felakete doğru muazzam bir hızla sürükleniyor.
Dünyanın en kapsamlı ve yetkin bilim heyeti sayılan BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), geçen sene sonlarında, tüm hükümetler derhal radikal tedbirler alma yoluna gitmediği takdirde, 12 yıl içinde dünyanın artık geri dönüşü olmayan bir yola gireceğini kesin bir dille dünya âleme ilan etti.
Şimdi Temmuz 2019 ve artık yaklaşık 11 yılımız kaldı. Radikal tedbir alınması şöyle dursun, bütün gözlem ve ölçüm istasyonlarından gelen veriler cehennemî gidişatın daha hızlanarak arttığını gösteriyor!
Dahası, bilim âleminin en yetkili topluluğundan gelen bu muazzam felaket uyarısı tamamen sağır kulaklara vuruyor; yine mutlak ve derin bir kayıtsızlık var ortada.
*İklim aktivisti Greta Thunberg.
İsveçli iklim aktivisti ortaokul öğrencisi Greta Thunberg, 11 ay kadar önce 15 yaşında tek başına başlattığı okul grevi şimdi Antarktika dahil dünyanın tüm kıtalarında milyonlarca okul çocuğunu içine alıp dev bir harekete dönüşmüşken, kendisinin kâinatın efendilerine yaptığı konuşmalardan derlenmiş “Kimse Değişiklik Yaratamayacak Kadar Küçük Değildir” başlıklı yeni kitabında şöyle diyor:
“Şimdi IPCC, 1.5°C limitini hedef almamız gerektiğini söylüyor. Bunun ne demek olduğunu ancak hayal edebiliriz biz. Beklersiniz ki, liderlerimizin her biri ve medya yalnız bundan bahsedecek – yoo hayır, hiç kimse bu konuyu ağzına bile almıyor.
"Sera gazlarının sisteme artık kilitlenmiş olduğundan, hava kirlenmesinin bir ısınmayı gizlediğinden, dolayısıyla fosil yakıtları yakmayı durdurduğumuzda bile ekstradan bir 0.5- 1.1°C ısınmayı garantilediğimiz konusundan kimse tek kelimeyle olsun bahsetmiyor.
“Her gün yeryüzünden yaklaşık 200 canlı türünün yokolduğu altıncı kitlesel yokoluşun ortasında olduğumuzdan bahseden bir allahın kuluna da rastlanmıyor pek...”
(Greta Thunberg, No One is Too Small to Make a Difference, Penguin Books, 2019, s.8 - 9)
Gerek özel gerekse devletlere ait dev petrol, kömür, doğal gaz şirketleri yeryüzünün en kârlı işini yokoluşa giderken de kesintisiz sürdürebilmek için hem önde gelen siyasi karar alıcıları yanlarına alıp orada tutmak, hem de medyanın ezici çoğunluğunu suspus etmek için siyasetçileri ve medyayı cepte tutmak, ayrıca yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük felaketi ve canlıların varoluş krizi hakkında kimsenin haberi bile olmasın diye inkâr mekanizmaları yaratmak üzere hatırı sayılır masraflar yapmaktalar.
Bu amaçlarına ulaşmada ne büyük bir başarıya ulaştıklarını görmek için televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde ve dergilerdeki yani bir bütün olarak medyadaki derin sessizliğe bir bakış ya da kulak atmak yeterli olacaktır.
Bu muazzam sessizlik kumkuması ile de yetinmiyorlar üstelik. Başta iklim olmak üzere tüm bu felaket gidişatının susturulmasının ötesinde semantik (dile ait) saldırılarda önemli bir silah olarak klişeleri kullanıyorlar ve yıllar önce tıpkı sigara şirketlerinin yaptığı gibi “şüphe tacirleri” olarak gerçeklere ulaşılmasını gene büyük başarıyla engelliyorlar.
İşte şimdilerde Guardian gibi “ana akımın dışında kalan” ender sayıdaki bağımsız medya organları, bu semantik saldırıya karşı çıkıyor, klişelerin yerine gerçek felaketin ifade eden terminolojiye geçmeye girişiyorlar. Birkaç örnek verirsek:
İklim değişikliği: İklim Krizi/İklim yıkımı
İklim değişikliği deyince, sanki kendiliğinden ve doğal bir değişim oluyormuş, bunun kömür, petrol, doğal şirketleriyle, otomotiv endüstrisiyle filan ilgisi yokmuş gibi düşünülüyor.
Dahası, zaten doğal dünyanın gidişatı bu yöndeymiş, karşısında yapılacak birşey yokmuş düşüncesi, duygusu hakim oluyor. Üçüncüsü, her yerde bu felaketten en az sorumlu oldukları halde, en çok darbesini yiyenler de, darbeyi vuran dev şirketler ve onları destekleyen hükümetler ve bankalar vb. görünmez oluyor.
Yoksul ülkeleri ve zengin ülkelerin yoksullarını öncelikle vuran bu olağanüstü varoluşsal felaket “Eh, ne yapalım, acı kader!” diye karşılansın, sineye çekilsin isteniyor.
Oysa bu bir değişiklik filan değil, düpedüz yıkım; BM Genel Sekreteri’nin ismabetle söylediği gibi: Bir varoluş krizi.
Dolayısıyla, Greta’nın sık sık tekrarladığı gibi her şeyi adlı adınca söyleyesek iyi olur: Krize kriz diyelim. Yıkıma da yıkım. Bu bizi çok rahatlatacak, stresten kurtaracaktır.
Küresel Isınma: Küresel Isıtma
Isınma deyince, dev şirketlerin piyonlarının medyada boy gösterip anlattığı gibi bir aldatmacaya ortak olunuyor. Baş inkârcılardan ABD Başkanı Trump’ın sık sık twit attığı gibi, ısınma dediğiniz mevsimlerin tekrarı gibidir. Bir bakarsınız sıcaklar basar, bir bakarsınız ortalık donar.
O zaman da Trump ve şürekası birçok basın-yayın organı: “Bak işte ortalık buz gibi, hani nerede sizin küresel ısınmanız?” diye sorar. Sadece son 130-140 yıl içinde dünyanın cayır cayır yanmasına, deniz seviyelerinin şehirleri, ada ülkelerini yutacak korkutucu yükselişine sebep olanların 90 dev şirketten ibaret olduğu hiç bilinmemiş olur. Küresel ısıtanlar o şirketlerdir işte. Sizler bizler değiliz.
Bildiğimiz insan medeniyeti varoluş krizinin içine bodoslama girmişken, yeryüzünde yaşayan nüfusun yüzde 10’undan fazlasını oluşturan 700 milyon insan 2030’a kadar yani 20 yıl içinde susuz kalma tehlikesi gibi bir dehşetin içine düşmekteyken, bütün gıdayı yaratan en temel unsuru oluşturan böceklerin yüzde 40’ının yarım yüzyılda yokolmasıyla veya dünyada böcek sayısında yılda yüzde 2.5 gibi muazzam bir düşüş oranı ile resmen “böceKıyamete” gidilirken bu durumlara bir “değişme” ya da “ısınma” olayı olarak bakmak, safdilliğin ötesinde bir ahmaklığa işaret ediyor olabilir mi acaba?
Ve devamı: İklim Acil durumu, İklim OHAL’i, Ekolojik Çöküş, Ekoloji Krizi, Ekolojik OHAL...
Greta Thunberg bundan 2 ay önce, 4 Mayıs 2019’da milyonlarca takipçisiyle paylaştığı bir twitter mesajında, bu terminoloji meselesini her zamanki zihin berraklığıyla olanca netlikte ortaya koymuştu:
“2019’dayız. Artık hepimiz “iklim değişikliği” demeyi bırakıp ona adlı adınca hitap etsek nasıl olur? İklim yıkımı, iklim krizi, iklim acil durumu, ekolojik yıkım, ekolojik kriz ve ekoloji acil durumu desek?”
Evet, Greta haklı, krize kriz, yıkıma yıkım, OHAL’e OHAL... Böyle desek çok iyi olur.
Biz Açık Radyo’da çoktan başladık zaten.
(Şair Can Yücel’in takipçilerinden sayılırız.) (ÖM/APA)