Arel Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Umut Şah’ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
11 Ocak 2016 tarihinde kamuoyuna duyurulan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriye imza attığım için (bildiriye imza atan diğer kişilerle birlikte) yargılanıyorum. Bana ve diğer imzacı akademisyenlere isnat edilen suçlama, Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin 2. fıkrasından hareketle “terör örgütü propagandası” yapmaktır.
Söz konusu kanun maddesinde, “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak” suç olarak tanımlanmaktadır.
Oysa çıplak gözle bile çok açıktır ki, suçlamaya dayanak oluşturan bildiri, herhangi bir örgütü ve/veya şiddet içeren eylemlerini övme, meşru gösterme veya teşvik etme yönünde tek bir kelime dahi içermemekte; tam tersine mevcut şiddetin ve ölümlerin durmasını talep etmektedir.
Söz konusu bildiri, o dönemde ülkenin güneydoğusundaki bazı illerde yürütülen askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları esnasında gerçekleşen ve ulusal/uluslararası raporlarla ortaya konulan insan hakkı ihlallerine, hukuksuzluklara ve sivil ölümlerine dikkat çekerek bunların sona erdirilmesi, etkin bir şekilde soruşturulması ve sorumlularının yargılanması yönünde bir çağrıda bulunmakta, hükümetin şiddet odaklı politikalarını eleştirmekte ve daha da önemlisi ülkede barış ortamının tesis edilmesi talebinde bulunmaktadır.
Yani en temelde bu bildiri, şiddet karşıtı ve barış yanlısıdır, ülkede barış ortamının sağlanmasına ilişkin çeşitli talepler ve öneriler sunmaktadır. Dolayısıyla, ne bildirinin kendisi ne de bildirinin kamuoyu ile paylaşılması, TMK 7/2’de belirtilen suç unsurlarını hiçbir şekilde içermemektedir.
Bildirinin dikkat çekmeye çalıştığı insan hakkı ihlalleri, farklı ulusal ve uluslararası kurumların raporlarında mevcuttur ve basına da yansımıştır. Benim bu metne imza atmam da bu sebepledir; yazılı ve görsel medya, sosyal medya ve çeşitli hak örgütlerinin izleme raporları aracılığıyla hepimizin fiilen tanık olduğu bu ölümler ve insan hakkı ihlalleri karşısında sessiz kalmam mümkün değildi ve belki de yapılabilecek en basit eylemlerden biri olarak bu metne imza atarak hükümete yönelik eleştirilerimi ifade etmiş oldum.
Bu da hem anayasamız tarafından hem de uluslararası anlaşmalar tarafından koruma altına alınmış olan “ifade özgürlüğü” kapsamındadır.
İddianamede bana isnat edilen suçlamaya temel teşkil edecek hiçbir somut ve hukuki delil yoktur. Dahası mevcut ulusal ve uluslararası yasalarca koruma altına alınmış olan temel hak ve özgürlükleri kullanmanın bizzat kendisi “suçmuş” gibi sunulmaktadır.
Bu da bize göstermektedir ki, bu bildirinin suçlama konusu edilmesi ve bildiriye imza atanların yargılanıyor ve cezalandırılıyor olması hukuki değil tümüyle siyasidir. Bildirinin kamuoyuna açıklandığı günden itibaren siyasi otoritenin yönlendirmesi doğrultusunda maruz bırakıldığımız tüm hukuk dışı uygulamalar, hakkımızda açılan davalar ve şimdiye kadar tamamlanan davalarda verilen standart kararlar da bunu ispatlar niteliktedir.
Tüm bu sebeplerle; bana ve bildiriye isnat edilen suçlama gerçek dışıdır ve kesinlikle kabul edilemez niteliktedir.
Bildiriyi imzaladığım dönemde olduğu gibi bugün de her tür şiddetin karşısında olduğumu ve ülkede kalıcı bir barış ortamının tesis edilmesi için gerekli adımların atılması yönündeki talebimi tekrarlıyor ve beraatimi talep ediyorum. (UŞ/TP)