Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, 7 Aralık 2017'de Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığını ilan etti. 14 Mayıs 2018’de ABD, büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıdı.
Bunun üzerine Gazze'de başlayan Filistinlilerin protestolarına İsrail karşılık verdi. Sivil halk üzerine açılan ateş sonucu öldürülen Filistinli sayısı 65’ye yükseldi ve iki bin 700'den fazla Filistinli de yaralandı. Sonuç, katliam, insanlığa karşı işlenmiş suç ve savaş suçu.
İstanbul’da 18 Mayıs 2018'de İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) İslam Zirvesi Konferansı toplandı ve 30 maddelik bildiri yayımlandı. Bildiride Birleşmiş Milletler’e (BM) bir çağrı yapıldı.
“Madde 3- BM Güvenlik Konseyi başta olmak üzere, uluslararası topluma Filistin’le ilgili uluslararası hukuk ve düzeni korumaya yönelik yasal yükümlülüklerini yerine getirme; işgalci güç İsrail’in fütursuzca işlemekte olduğu bu denetlenmemiş suçlarından ötürü hesap verebilirliğini sağlama ve bu zulümlere son vermek için yasal ve ahlaki yükümlülükleri doğrultusunda hareket etme ve Filistin halkına uluslararası koruma sağlama çağrısında bulunur.”
Başkaca iki önemli talep bu bildiride dile getirildi ve “uluslararası bir soruşturma komitesi kurulması” ve böylece “İsrail makamlarının cezai sorumluluğunun belirlenmesi” ve “kurbanlara yönelik adaletin tesis edilmesi” ve “faillerin cezai muafiyetinin sona erdirilmesinin sağlanması” için “sarih bir mekanizmanın hayata geçirilmesi” çağrısında bulunuldu (Madde 6).
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiseri Zeyd Raad el Hüseyin 18 Mayıs 2018’de yaptığı açıklamada; İsrail’i “işgalci bir kuvvet” olarak ifade ederek bu silahlı gücün yasal olmayan orantısız güç kullanımı sonucunda insan öldürmelerinin Cenevre Konvansiyonu’na aykırı olduğunu açıkladı.
1949 yılında imzalanarak 1950 yılında yürürlüğe giren ve Dördüncü Cenevre Sözleşmesine göre savaş bölgelerinde ve işgal altında yaşayan sivillerin korunması devletlerin taahhüdüdür.
İsrail, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'ni imzalamasına rağmen henüz sözleşmeyi onaylamadı. Filistin, 2 Nisan 2014 itibarıyla sözleşmeyi tanıdı ve taraf olduğunu açıklamıştı.
Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te ele geçirdiği bölgeleri "işgal altında" topraklar şeklinde değil, "tartışmalı" olarak nitelendiren İsrail, bu topraklar üzerinde kurduğu Yahudi yerleşim bölgelerinin yasa dışı olmadığını ve sözleşmeyi ihlal etmediğini öne sürüyor.
2014'ün Aralık ayında Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’ne Taraf Devletler Konferansı düzenlenmişti. Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs'teki gelişmelerin uluslararası insancıl hukuk bakımından uygulanabilirliğinin ele alındığı konferansa 126 ülke temsilcisi katıldı ama İsrail, ABD, Avustralya ve Kanada katılmadı.
Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'ne taraf olan ülkeler, bu konferansta 10 maddelik bir bildiri üzerinde anlaşmıştı. Bildiride işgal altındaki Filistin topraklarının işgalinin devamından duydukları endişeleri dile getirdiler. İsrail'in işgal altındaki bölgelerdeki yerleşimlerinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu tekrar teyit ettiler.
Bildiride, Filistinlilerin evlerinin yıkılması, sivillere karşı aşırı güç kullanımı, okula ve hastanelere saldırı düzenlenmesi ve sivillerin kalkan olarak kullanılmasının Cenevre Sözleşmeleri’ne aykırı ve yasak olduğu anımsatıldı.
BM İşgal Altındaki Filistin Topraklarındaki İnsan Hakları Özel Raportörü Michael Lynk ise İsrail’in savaş suçu işlediğini ileri sürdü.
Pakistan tarafından İİT adına sunulan ve 47 BM üyesi tarafından desteklenen “30 Mart’ta başlayan sivil protestolara askeri müdahaledeki insan hakları ihlallerinin bağımsız uluslararası bir komisyon tarafından soruşturulması” talebi Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından kabul edildi.
İsrail’in katliamı ve ardından ilk ilgi çekici tepki. Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) anımsadı. Dışişleri Bakanı İsrail’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması için çağrıda bulundu. İsrail’in yaptığı katliamı kınadı ve insanlık suçu işlendiği için UCM’nin harekete geçirilmesini talep etti (Çavuşoğlu: İsrail'in katliamı Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne götürülmeli, Habertürk 17.5.2018)
UCM hatırlanınca bir olay ve sonuçları akla geliyor.
Mavi Marmara olayı hatırlardadır. 28 Haziran 2016 tarihinde Ankara ve Kudüs’te “Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması” imzalandı. Bakanlar Kurulu tarafından 7 Eylül 2016'da 2016/9145 sayılı bu sözleşmenin onaylanmasına dair verilen karar 9 Eylül 2016 tarihli ve 29826 Sayılı Resmi Gazete yayımlandı.
Sözleşmeye göre; 31 Mayıs 2010 tarihinde Mavi Marmara hadisesi sırasında yakınlarını kaybeden ailelere tazminat olarak İsrail Hükümeti Türkiye’ye 20 milyon ABD Doları ödeyecek ve Türkiye de bunu mağdur olanlara dağıtacaktır. Dolayısıyla açılmış olan tazminat davaları da ortadan kalkacaktır ve öyle olmuştur.
Bir de sözleşmede yazmıyor ama İsrail Türkiye’den özür dileyecekti. Mağdur kişilerin Anayasal haklarına aykırı olduğu kanaatinde olduğumuz böyle bir yöntem ve Sözleşme hukuka ve ulusalüstü hukuka aykırıdır. Gelin görün ki, İsrail ile Türkiye arasındaki “özürlü” çözüm için anlaşma anlaşmadır denildi.
Mavi Marmara olayında İsrail için yapılan başvurular nedeniyle UCM Savcılığı harekete geçmişti. Usule aykırı olarak görülen başvuruları reddeden bir kararla UCM Savcılığı yargılama yapılamayacağına karar vermişti. Karara yapılan itirazlar UCM tarafından inceleniyordu.
UCM’nin yargı yetkisinin doğabilmesi için suç olduğu iddia olunan fiilin ya statüye taraf olan bir devletin ülkesinde ya da Roma statüsüne (UCM) taraf olan bir devlet vatandaşı tarafından işlenmesi gereklidir. Bağımsız olan UCM Savcılığı’nın suç işlendiği iddialarının bilinir hale gelmesinden sonra soruşturma başlatması yetkisi vardır.
Ancak İsrail, UCM statüsüne taraf değildir bu nedenle İsrail yetkilileri UCM’de yargılanamaz. İstisnai soruşturma açma yolları harekete geçirilse bile çok zor, ama imkansız değil.
Önce “gözlemci devlet” statüsü kabul edilen Filistin ise, UCM Sözleşmesine taraf bir devlettir. 13 Haziran 2014 itibarıyla Filistin topraklarında mahkemenin otoritesini kabul ettiğini duyurmuştur.
Roma Statüsüne taraf olmadıkları halde İsrailli yetkililerin UCM’de yargılanabilmeleri için BM Güvenlik Konseyi, UCM Savcılığı’ndan soruşturma açmasını isteyebilir. Gazze’de “uluslararası barış ve güvenliğin bozulduğu ya da en azından tehdit altında olduğu” hakkında soruşturma yapmaya yetkili olduğuna dair bildirimde bulunabilir.
Bu durumda İsrail’in sözleşmeye taraf olması koşulu aranmayacaktır. Dolayısıyla bu yolla İsrail’in UCM statüsüne taraf olup olmadığına bakılmaksızın UCM’nin yargılamaya yetkili olduğu ve savcılığın soruşturma başlatma yetkisi kabul edilmiş olacaktır.
Yine de zorluk vardır. BM Güvenlik Konseyi’nin UCM Savcılığı’na soruşturma yetkisi vermesi için alacağı böyle bir karar; BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin oyları da dahil olmak üzere dokuz olumlu oy gerektirmektedir. Oy hakkı olan ABD, İsrail ile olan ilişkileri dikkate alındığında Güvenlik Konseyi’nin böyle bir kararını veto edecektir.
Türkiye UCM’ye tıpkı ABD gibi karşı. Türkiye UCM'yi kuran sözleşmeyi imzalamadı ve taraf değildir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bir devlet yetkilisi UCM’de yargılanamaz. Ancak istisnaları yok değildir. BM Genel Kurul kararı ile UCM’de yargılanmanın yolu açılabilir sadece, yine de çok zor. Türkiye’nin UCM’ye taraf olması ise çok kolay, sadece Roma Statüsü’nü onaylayacak.
Türkiye’nin İsrail’in UCM’de yargılanmasını istemesinin anımsattığı geçmişimize gelince.
Başbakan 6 Ekim 2004’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşmada; Türkiye’nin Roma Statüsü’nü onaylayacağını, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tarafı olacağını açıklamıştı. Unutuldu, daha doğrusu vazgeçildi.
2004 yılında (Bakınız TBMM Dönem 22, Yasama Yılı 22. Anayasa Komisyonu Raporu 2/278 ve 83.Birleşim). Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddesinde yapılan değişiklikle UCM Statüsü’ne uyum için son bir fıkra eklendi: “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.”
Öylece duruyor ve unutuldu.
Türk Ceza Kanunu’nun “Geri verme” başlıklı 18. maddesinin (2) fıkrasına göre; “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere, vatandaş suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez” düzenlemesi yapıldı.
Öylece duruyor.
Ama Türkiye’yi UCM’de “yargılatmak amacıyla haber yapmak” gibi bir suç yaratıldı ve iddianamelere yazıldı, Savcılık açıklamalarında yer aldı.
2004 yılında UCM Statüsü’ne katılma iradesi vardı, artık yok. Sadece iddianamelerin suçlama iddiaları için var ve UCM iç hukukta politika malzemesi, yargıda ise suçlama vesilesi. (Fİ/BK)
* Fotoğraf: Ali Jadallah / Gazze / AA