Başlığı barış olsaydı diye seçtim. Ve bu yazıda Kolombiya’da yürürlükte olan “barış” üzerinden Türkiye’deki “barış”ın olası bir halini düşünmeye çalıştım. Daha önce “Kolombiya Barış Süreci ve İmralı Notları” başlıklı yazıda Kolombiya’da bir barış anlaşması imzalanabilirken neden Türkiye’de bunun yapılamadığını anlatmayı denemiştim. Bunu sürdürmek istedim.
Yeniden bu tartışmayı açmamın asıl nedeni ise Türkiye’de gerçekleşen “yerel” seçimlerde, “kazandıranın ve kaybettirenin” Kürtler olduğunun netleşmesi sonrası, iktidar blokunun yaşadığı sarsıntı ve bunun Kürt politikasında bir değişikliğe yol açıp açmayacağının konuşulmaya başlanması oldu. Gerek Ayhan Bilgen’le İrfan Aktan’ın yaptığı röportaja(1) gerekse de Fehim Taştekin’in soruşturmasına(2) yansıyan satırlara baktığımızda Kürtlere dönük “yumuşama, yeniden müzakere” gibi başlıklar etrafında ciddi bir beklenti yok. Bu daha çok Ortadoğu konjonktürü ve Türkiye’nin iç siyasetindeki köklü değişikliklere koşut olarak var olabilecek bir olasılık dahilinde görülüyor.
Buna ilaveten Abdullah Öcalan’ın da çeşitli vesilelerle ifade ettiği üzere ve özellikle bugünün ABD-İsrail ikilisinin İran siyaseti bağlamında Kürt sorunun çözümsüz kalması, bölge halklarının birbirini boğazlayan bir köleler yumağı olarak yaşamaları uluslararası güçler için elzem desek yeridir.(3)
Peki öyle ya da böyle bir barış anlaşması imzalansaydı ne olurdu?
Barış değil katliam kampanyası
Bunu farklı bir tarihsel örnek olmakla birlikte bazı ortak noktaları da olan Kolombiya’nın “barış”ı üzerinden tartışmaya çalışalım. Başlangıcı itibarıyla “Eksik barış” diye nitelenen ve bugün de “Öldüren barış” a dönüşmüş bir süreçten bahsettiğimizi daha önceki yazılar da anmıştım. Maalesef Kolombiya için bu “ölümcül” halden bir sapma yok. Barış anlaşmasının yürürlüğe girmesinden (1 Aralık 2016) bu yana yüze yakın silah bırakmış eski gerilla öldürülürken, katledilen sosyal lider sayısı 500’lü rakamlara ulaştı. Son olarak Chocó eyaletinde Aquileo Mechece isimli bir yerli lideri katledildi. Mechece Kolombiya Ulusal Yerli Organizasyonu(ONIC) yöneticilerindendi. ONIC Kasım ayından bu yana Mechece için koruma istediklerini, tehditler aldığını ama hükümetin bir adım atmadığını açıkladı. BM İnsan Hakları Komisyonu bir mesaj yayımlayarak bir an önce sorumluların bulunmasını istedi. Saldırının paramiliter gruplarca yapıldığı sanılıyor.
Yerlilere dönük devlet teröründe de artış var. Geçtiğimiz günlerde Cauca eyaletinde protesto yapan bir yerli grubuna yapılan bombalı saldırıda 9’u hayatını kaybetti 15 kişi de yaralandı. Yine aynı günlerde uçaklarla yerli köyleri bombalandı. Cali kentinde bunları protesto eden öğrencilere polis ateş açtı, biri hayatını kaybederken, 5’i yaralandı.
Yerlilere dönük saldırıların temelinde, bu bölgelerde koka üretiminin artırılması ve aynı zamanda yasa dışı yeni maden alanları açılması arayışı var. Bu yüzden yerlileri topraklarından göç ettirmek için devlet destekli baskı politikaları yürürlükte.
Yerlilere ve sosyal liderlere karşı saldırılar nihayet uluslararası kamuoyunun harekete geçiriyor. Geçtiğimiz haftalarda insan hakları örgütleri Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nun dikkatini eylem yaparak çekmeye çalıştılar. Kaybedilen insan canı yanında bu türden sınırlı tepkilerin ne kadar etkisi olur belirsiz. Fakat gerek BM gerekse de bu sürece şu ya da bu ölçüde dahil olan devletlerin ABD destekli Kolombiya oligarşisinin geliştirdiği barış karşıtı politikaları bertaraf etmede bir hayli yetersiz kaldığı gözlemleniyor.
FARC liderlerinden Jesús Santrich’in rehine olarak alınması bir yılını doldurdu. Uyuşturucu kaçakçılığına dair halen ciddi bir kanıt sunulmuş değil. ABD savcıları tarafından başlatılan soruşturma ile “iadesi” (saçma bir tanımlama) istenmekte. Bu durum yasal FARC’ı önemli ölçüde kilitliyor. Yaptıkları politik faaliyetin odağı kaçınılmaz olarak Santrich’in serbest bırakılması üzerine şekilleniyor.
Bu başlıkta bir diğer önemli gelişme Duque hükümetinin barış sonrası süreci ilerletmek amacıyla kurulan özel yetkili mahkemeleri lağvetme girişimi. Duque, insanlığa karşı suç işlemiş olan paramiliter güçleri ve askerleri korumak, yargılanmalarını engellemek için bu hamleyi yapıyor. Buna karşı uluslararası tepkiler yoğun.
ELN ile barış ise artık önemli ölçüde bir hayal. ELN müzakere heyeti Havana’da beklemeyi sürdürüyor. Devlet Başkanı Duque’nin ise bu konuda pozitif bir adım atmaya niyeti olmadığı geçen Ağustos’ta koltuğa oturmasından bu yana açık. Ülkenin çeşitli kesimlerinde ELN gerillaları ve ordu arasında son dönemde daha sık çatışma yaşanıyor. ELN sabotaj eylemelerinde de artış göze çarpıyor. Buna rağmen ELN Paskalya haftasında tek taraflı ateşkes ilan etti.
Bir başka dokunaklı haber de kendi dışında dünyanın geri kalanı hakkında bir şey bilmeyen/bilmemeyi tercih eden Amerikan şerifinden. Trump “really good guy” diye andığı Duque için "O başkan olalı beri Kolombiya'nın kokain üretimi yüzde 50 artı” diye buyurmuş. Daha önce Santos döneminde “barış” sonrası kokain üretimin yüzde 40’lar civarında çoğaldığı haberlere yansımıştı. Bu bilgiler doğruysa “barış”ın kokain üretimini en az yüzde yüz düzeyinde artırdığı, bazı kartellerin ve onların kuzeydeki müşterilerinin bu işlere bir hayli sevindikleri söylenebilir. Barışın “kafa yaptığı” kesin ama burada bunun kimlerin kafası ve nasıl olduğu sanırım daha önemli.
Kolombiya konusunda malum Amerikan sakızı “gerillalar narkotik işlerini yapıyor”u da artık çöpe atmanın zamanı geldi. Peki kim organize ediyor?
Sonuçta FARC’la yapılan barış Kolombiya oligarşisinin ustalığını gösterdi, daha önce “suya götürüp susuz getirme” siyaseti diye ifade ettiğim FARC’ı tasfiye etme hedefi büyük oranda amacına ulaştı.(4) ABD ise Kolombiya’yı bölgede kendi hegemonyasını kurma doğrultusunda daha işlevsel kullanabilecek bir kıvama getirdi. Bir anlamda sürmekte olan paylaşım savaşının Kolombiya cephesinde kazandı denilebilir.
Ebette yukarıda söylediklerim sadece şimdilik kaydıyla geçerli olan şeyler, insanların özgürlük, eşitlik, adalet arayışı bitmediği sürece, yeni bir dünya yaratma umudu da bitmez.
Barışın asgari koşulları
Bu kısımda Kolombiya barışının neden başarısız olduğundan hareketle Türkiye’deki olası barışın da asgari koşullarını tartışmaya çalışacağım.
Öncelikle geçmiş dönemde hem Kolombiya hem de Türkiye’de “barış” isteyenlerin başarısız olduğunun altını çizmeliyim. Burada karşı taraftakilerin niyeti, zalimliği bir yana (bu zaten biliniyor) asıl olarak barış politikalarını hakim kılmada bizlerin başarısız olduğunu görmemiz gerekir. Çünkü en nihayetinde barış da bahşedilen bir şey değil, bir mücadele dahilinde kazanılabilir ancak.
Sürdürülebilir bir barışın asgari koşullarına gelince;
1- Karşılıklı silah bırakma
Şimdi bir kısım okuyucuya bu başlığın, özellikle devletten böyle bir şey talep etmenin saçma geleceğinden eminim. Fakat bir ülkede kendi halkına karşı iç savaş başlatmış bir devlet yapısı varsa öncelikle devletin ve bu devleti şekillendiren temel konseptin değişmesi gerekir. Bu savaş Kolombiya için 9 Nisan 1948’de sosyal demokrat politikacı Jorge Eliécer Gaitán’ı katlederek başlatılan ve halen devam eden iç savaş sürecidir. Hatırlayalım, bugünkü savaşın faili olarak görülen/gösterilmeye çalışılan FARC ve ELN 1964 kurulmuştur.
Türkiye için cumhuriyet döneminde düzenlenen toplu katliamlar bir yana 60’lı yılların son periyodundan itibaren sistematik bir biçimde kontrgerilla taktikleriyle, darbelerle desteklenen bir iç savaş süreci başlatılmıştır. 12 Mart, 12 Eylül darbeleri, Mamak, Metris ve Diyarbakır gibi zindanlarda uygulanan zulüm, işkence doğrudan bu iç savaş sürecinin parçasıdır. Ve bu halkları teslim alma savaşı her gün yeni boyutlar kazanarak devam etmekte. PKK 1978’de kurulmuş, silahlı mücadeleye ise 1984’te başlamıştır.
Bugün elbette Türkiye yönetimi nezdinde daha berbat bir “akıl”la karşı karşıyayız. Bu emperyal güç olmayı hedefleyen, bunun için IŞİD dahil bölgedeki çetelerle iş birliği yapan, Suriye ve Irak topraklarında belli bölgeleri işgal etmiş olan, kendisi giderek paramiliter organizasyona dönüşen bir zihniyet. Tabii ki öncelikle bu politikalardan yüz geri edilmelidir.
Kısaca her ikisi de bölgelerindeki en büyük askeri güç olan Kolombiya ve Türkiye orduları öncelikle kendi halklarına karşı bir savaş örgütü olmaktan çıkarılmalıdır. Paramiliter tüm gruplar silahsızlandırılmalıdır, yargılanmalıdır.
2- Demokratikleşme
Kolombiya ve Türkiye’nin 1950’lerdeki yöneticileri nasıl Kore Savaşı’na asker göndermekte tereddüt etmemişlerse ABD’nin dünya çapında desteklediği ve organize ettiği “soğuk savaş” politikalarına da balıklama daldılar. Bugün her iki ülkede de devleti şekillendiren temel saikler hala önemli ölçüde o döneme aittir.
Solu yok edilmesi gereken bir şey olarak gören, son seçimlerde solun devlet başkanı adayı ve 8 milyondan fazla kişinin oyunu almış olan Gustavo Petro’nun bile her gün ölüm tehditleri aldığı bir ortamda nasıl barış olabilir?
Türkiye’de ise gerçek bir barış için öncelikle geçmiş masaya yatırılmak durumunda. Ermeni Soykırımı’ndan başlayarak daha sonra halklara dönük gerçekleştirilen bütün katliamlarla ilgili özür dilenmeli, bundan doğan yasal ve vicdani bütün sorumluluklar yerine getirilmeli.
Asgari burjuva demokratik haklar( oy hakkı, seçme seçilme, örgütlenme ve ifade özgürlüğü gibi) güvence altına alınmalı, ülke genelinde kendini yönetme pratiklerini ön plana çıkaran bir yerel yönetim düzenlenmesi yapılmalı. Tabii böyle bir politik yaşamda mevcut alaturka başkanlık sistemi türünden ucubelere yer yok.
Kürt halkının toplumsal varlığı tanınmalı ve bundan doğan hakları(ayrılma hakkı da dahil) anayasal güvence altına alınmalı.
3- Toplumsal katılım
Kolombiya barış sürecinin gösterdiği en önemli şeylerden biri de siz ne kadar yasal düzenleme yaparsanız yapın, bunları her gün savunacak, hayata geçirecek bir toplumsal güç ve zemin olmadığı sürece barışın ilerleme olasılığı yok. Bunun için barış anlaşması imzalanması ve sonrası barışa uygun bir yaşam kurmak için çok yönlü gayretler olmak zorunda. Bunun ekonomik boyutları da düşünülmeli, hem eski savaşçıların toplumsal katılımı hem de yerel toplulukların mağduriyetlerinin giderilmesi için kalıcı kooperatif tarzı organizasyonlar yaratarak bu süreç yürütülebilir. Kolombiya’da bunun çeşitli örnekleri var.
Yukarıda yazdıklarımı mutlaka eksik, yanlış bulanlar olacaktır. Ölüm sınırına dayanmış vatandaşlarının yaptığı açlık grevine dahi kulak asmayan bir iktidarın varlığında bu yazılanları fazla uçuk-kaçık diye niteleyenler de olacaktır.
Yazılanların “hayalci” olduğuna katılıyorum, fakat söz konusu olan hepimizin biricik yaşamı ve gelecek nesillerin de bu yaşamı nasıl sürdüreceğiyse en azından bunun uğruna mücadele etmeye değmez mi, ne dersiniz? (AS/HK)
(2) Turkey Who Will Rescue Erdogan Maybe Kurds - al-monitor.com
(3) ABD’nin yeni Ankara Büyükelçi adayı David Satterfield, “Türkiye’nin PKK terörüyle ilgili meşru kaygıları var. Biz de Türkiye gibi PKK’yı terör örgütü olarak görüyoruz. Masum Türkleri hedef alan bu örgüte karşı Türkiye ile ortaklığımızı pek çok düzeyde ve operasyonel anlamda sürdürüyoruz. Türkiye’nin Kürt toplumunu tamamıyla Türk toplumuna entegre etmesi çabalarını memnuniyetle karşıladık. O anlamda olumlu adımlar atıldı. PKK ve terör konusunda aynı pozisyondayız. Türkiye’nin bu anlamda son derece meşru kaygıları var” dedi. (D. Satterfield, Senato Dış İlişkiler Komisyonu sorgusu- 11 Nisan 2019)
Satterfield tarafından söylenenler ABD politik elitince “Kürt sorunu” diye ifade edilen durumun, anlaşılmadığı/anlamazdan gelindiği, statükocu düşünüldüğü, Türkiye’de Kürtlerin asimilasyonunun tek çare olarak görüldüğünü belgeler nitelikte.
(4) Son bir yıl içinde FARC’la yapılan barış anlaşmasını kabul etmeyen ya da entegrasyon kamplarından ayrılan merkez ve güney-batı bloklarına bağlı yaklaşık 1500 gerilla yeniden organize oldu. Ordunun yaptığı operasyonlar dışında doğrudan çatışma haberlerine konu olmuyorlar. Son olarak ülkenin güneyinde bulunan Guaviare eyaletinde turizm faaliyetlerini yasakladılar. Bölgede 12 bin yıl yaşında olduğu tahmin edilen dünya tarihi açısından şaşırtıcı bir örnek olan Serrania La Lindosa isimli arkeolojik alan bulunuyor.
Putin, "ilke olarak" ABD'nin ateşkes önerisini kabul etti
Rusya Devlet Başkanı, ABD'nin "30 gün ateşkes" önerisini kabul etmekle birlikte uzun vadeli bir ateşkesin, çatışmanın temel nedenlerine odaklanması gerektiğini söyledi. Putin ayrıca, kaygı ve soruları konusunda ABD Başkanı Trump ile görüşmesi gerektiğini de söyledi.
Euronews'un haberine göre, Putin bununla birlikte, herhangi bir uzun vadeli ateşkesin, çatışmanın temel nedenlerine odaklanması gerektiğini dile getirdi.
ABD ve Ukrayna heyetlerinin bu hafta Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde yaptığı görüşmelerden çıkan 30 günlük ateşkes önerisi için Moskova'nın onayı bekleniyordu.
Ukrayna'nın ateşkes önerisini onaylaması üzerine ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, "topun artık Moskova'da" olduğunu ifade etmişti. Rubio "Bu teklifi şimdi Ruslara götüreceğiz. Barışa evet demelerini umuyoruz." demiş, "Rusların da [Ukrayna'nın savaşa son vermeye yönelik adımına] karşılık vereceğini um[duklarını]" eklemişti.
ABD heyeti ateşkes görüşmeleri için perşembe günü Moskova'yı ziyaret etti.
Putin ayrıca, anlaşmanın nasıl ilerleyeceğine dair bir dizi soru ve kaygıya sahip olduğundan ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesi gerektiğini de söyledi.
Putin'in ilke olarak, 30 günlük ateşkesi onayladığı ama çözülmesi gereken bir dizi ayrıntı da sunduğu anlaşılıyor.
Washington ise Al Jazeera'nın haberine göre Moskova'ya çatışmaya üç yıl "koşulsuz" ara vermesi yönünde baskı yapıyor.
Ancak Kremlin üst düzey danışmanları, Ukrayna'da sağlanacak herhangi bir barış anlaşmasının Rusya'nın "çıkarlarını" güvence altına alması gerektiğini savunuyor.
ABD: Yahudi göstericiler sınır dışı edilmek istenen Filistinli için Trump Tower'ı işgal etti
ABD Başkanı Donald Trump'ın kararıyla Gazze protestolarına katıldığı için sınır dışı edilmek istenen Filistinli göçmen Mahmoud Khalil'in sınır dışı kararının durdurulması için yüzlerce Yahudi Trump'ın Manhattan'daki iş merkezi Trump Tower lobisinde oturma eylemi yaptı.
Yahudi protestocular, hafta sonu federal göçmenlik ajanlarının göz altına aldığı Filistinli aktivist Mahmoud Khalil'in serbest bırakılması için ABD Başkanı Donald Trump'un New York'un alış veriş semti Manhattan'daki iş merkezi Trump Tower'ı işgal ederek oturma eylemi başlattı.
Yüzlerce Yahudi, Trump Tower'ın lobisinde
Jewish Voice for Peace (Barış İçin Yahudilerin Sesi) grubu, internette oturma eyleminden yaptığı canlı yayında lobiyi dolduran yüzlerce eylemciyi gösterdi. Eyleme katılanlar, "Nazilerle mücadele edin, öğrencilerle değil", "Mahmud'u serbest bırakın, Filistin'i serbest bırakın" ve "Bir hareketi sınır dışı edemezsiniz" yazılı pankartları taşıyordu.
Birçok kişinin de "Mahmud'u serbest bırakın" diye slogan attığı duyuldu.
"Barış İçin Yahudilerin Sesi" ne diyor?
Grubun sözcüsü Sonya Meyerson-Knox, NBC News'e yaptığı açıklamada, protestocuların sabah 11:30'da gündelik giysileriyle binaya girdikten sonra üzelerine "İsrail'e silah vermeyi bırakın" ve "Bizim adımıza değil" yazan kırmızı tişörtler geçirdiklerini anlattı.
Meyerson-Knox, lobide 300'den fazla protestocunun olduğunu ve yaklaşık 100'ünün polis tarafından götürüldüğünü söyledi.
Sözcü "Büyükannem soykırımda kuzenlerini kaybetti. Ben bu hikayelerle büyüdüm. Otoriter rejimler insanları hedef almaya, geceleri onları kaçırmaya, aileleri ayırmaya ve günah keçisi ilan etmeye başladığında ne olacağını biliyoruz," dedi.
"Buradan bir adım sonrası protesto etme hakkını yitirmeye varıyor ve ardından tarihimizde çok iyi gördüğümüz gibi daha çok dehşete giden yola bir adım kalıyor." diyen Meyerson-Knox, "Bugün herkesi konuşmaya çağırıyoruz aksi takdirde yarın konuşamayacağız," diye ekledi.
Gözaltına alınanlar
Polislerin lobiyi ele geçirmesinden sonra yaklaşık 30-40 kişi beyaz plastik kelepçelerle polis araçlarına ve hazır bekleyen belediye otobüslerine götürüldü.
Protestocular binadan dışarı çıkarılırken "Filistin'e Özgürlük" ve "Mahmud'a Özgürlük" diye bağırdılar.
İzleyenler arasında tutuklananları alkışyanların yanı sıra 5. Cadde boyunca yaya trafiğinin aksamasından rahatsız görünenler de vardı.
Olayı sokağın karşı tarafından izleyen kendi annesi de soykırımdan kurtulmuş 60 yaşındaki New York'lu Nina "Amerikan karşıtı" dediği protestolara katılanlarla iğrentiyle karışık alay etti.
Nina, "İnsanları bu ülkeye aldığımızda, hükümetimize ve demokrasimize karşı olmadıklarına dair söz vermeleri gerekiyor," dedi. Khalil'in "her kuralı çiğnediğini," söyledi. Tutuklanmasına "bu yüzden tamamen katıl[dığını]" ifade etti.
Ne olmuştu?
30 yaşında Columbia Üniversitesi mezunu ve yeşil kart sahibi Khalil, cumartesi günü Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza ajanlarınca (ICE) tutuklandı. Avukatı Amy Greer, Khalil'e öğrenci vizesinin iptal edildiğinin söylendiğini aktardı.
Khalil'in adı açıklanmayan eşi, ICE ajanlarının kendilerine saldırması üzerine eve döndüklerini söyledi. Kendilerine bir arama emri gösterilmediğini ve ajanların dairelerine girmezlerse kendilerine tutuklanmayla karşı karşıya kalacağını söylediğini aktardı.
Sekiz aylık hamile olan eş, çektiklerinin kendisinde "travma yarattığını" söyledi. Davayla ilgilenen ekibin sözcüsü aracılığıyla yayınlanan açıklamasında, "ABD göçmenliği ruhumu benden aldı" dedi: "İlk çocuğumuzu beklerken kreşimizi hazırlamak ve bebek kıyafetlerini yıkamak yerine, Mahmud'un beni bir gözaltı merkezinden arama şansı bulacağı zamanı merak ederek evimizde oturuyorum."
Halil, Louisiana'daki bir göçmen gözaltı tesisinde tutuluyor. Son bir kaç gün içinde Trump Tower'daki oturma eylemi öncesinde de tutuklanmasını protestoya yönelik eylemler gerçekleşti.
Bir federal yargıç, hakkındaki tutuklama ve öngörülen sınır dışı edilme kararına yönelik itiraz dosyasını değerlendirmek üzere Khalil'in sınır dışı edilmesini geçici olarak durdurdu.
ABD İç Güvenlik Bakanlığı sözcüsü, Halil'in Trump'ın "antisemitizmi yasaklayan yürütme emirleri" uyarınca ve ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) ve Dışişleri Bakanlığı ile koordinasyon halinde tutuklandığını söyledi. Sözcü, Halil'in "terör örgütü olarak tanımlanan Hamas'la uyumlu faaliyetler yürüttüğünü" söyledi.
Trump ve kabinesi, Khalil'e yöneltilen iddiaları desteklemeye yönelik bir kanıt sunmadı.