Londra'da son beş gündür yaşanan olaylar, yeni bir tartışmayı da gündeme getirdi. Olaylara katılanlar isyankâr topluluklar mı, yoksa sesi duyulmayan toplum kesimleri mi? İktidar ve iktidara yakın duranlar tarafından, olayları başlatanlar ve sürdürenler "şiddet yanlısı", "holigan" ve "tehlikeli gruplar" olarak görülüyor.
Ana akım medyanın gözünde de, olayları çıkaran, polisle çatışan ve yağmaya katılan gençler şiddet yanlısı holiganlardan ibaret.
Olaylara yaklaşımda öz yerine biçim de öne çıkıyor; kaç dükkân yağmalandı, kaç araba yakıldı, kaç işveren mağdur oldu gibi. Nedenlerden daha çok eylemin şekli öne çıktı. Biçim, özün önüne geçince de bu olaylar neden çıktı, bunun altında ne var gibi sorular gölgede kaldı. Belki de olaylara bu şekilde yaklaşmak, çatışmanın ana nedenini örtmeye yönelik bir politikaydı.
"İsyankâr topluluk"ların eylemleri bir birikimin sonucu mu? Muhafazakâr hükümetin iktidara gelmesiyle kamu harcamalarında yapılması planlanan bütçe kesintileri ile birlikte artan issizlik ve yoksulluğun yani sıra azınlıkların ve siyahların uğradığı ayrımcılık, içten içe bu kesimin hoşnutsuzluğunu artırdı.
Bu hoşnutsuzluk bir gün mutlaka kendini ifade edecek bir kanal bulacaktı. Siyahi genç Mark Duggan'ın polis tarafından öldürülmesiyle ortaya çıkan tepki belki bu kadar ani ve bu kadar yoğun, bu kadar yıkıcı olmayabilirdi, ama mutlaka bir yerden patlayacaktı. Çünkü beş gündür Londra'da siyahlar ve etnik azınlıklar tarafından çıkarılan olaylar, aynı zamanda bu bölgelerde kol gezen işsizlik, ayrımcılık, yoksulluk ve eğitim kısıtlamalarına yönelik tepkileri de içeriyor.
Olayların arkasında yatan asıl nedeni göz ardı eden ana akım medya, polisin gençlere ve siyahlara uyguladığı şiddete pek fazla yer vermedi. Duggan'ın Tottenham'da polis tarafından öldürülmesinin ardından ailesinin ve yakınlarının sorularını polisin cevapsız bırakması, bir tepkiyi de beraberinde getirdi. Polise karşı gösterilen bu tepki sonucu çıkan olayların medyada yer alış biçimi, olayları daha da tetikledi.
Başbakan David Cameron, dünkü konuşmasında isyankârların, soygun, hırsızlık, yağmalama suçlarından "hukukun tam gücüyle karşı karşıya kalacaklarını" tehditkâr bir dille belirtirken, isyankâr topluluğun yaptıklarının cezasız kalmaması konusunda kararlı olduklarını söyledi.
Cezalandırma arzusu ve isyankârlara yönelik bu tehditkâr söylem, çoğunluk tarafından da kabul gördü.
Şehir huzurunu sağlamak ile görevlendirilen polisin, Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu'na göre tehlike arz etmeyen bir insanı öldürmesi de gelinen durumun ciddiyetini ve arkasında yatan politik nedenleri gösteriyor.
Londra'da yaşanan olaylar, etnik azınlıkların ve özellikle de gençlerin karşılaştıkları hayat zorlukları, gelecek kaygıları da göz önüne alınarak politik çerçeve içinde değerlendirilmeli. Ana akım medya, politikacılar, bu gençlerin neden böyle bir eylem içine girdiklerini, ne düşündüklerini, ne istediklerini sormak yerine olayları biçimsel boyutuyla değerlendirdi. Ve sonunda gelinen nokta bu oldu.
Londra'da yaşanan olayları basit nedenlerle açıklamaya kalktığımızda, özü ıskalayıp biçimi öne çıkarmış oluyoruz. İşsizliğin, yoksulluğun artması, eğitim bedellerinin yükseltilmesi, üniversitelere desteğin azaltılması, azınlıklarda gelecek kaygısını daha da ön plana çıkarıyor.
Bu olaylar aslında bir kez daha, David Cameron'ın hükümetinin yanlış politikalarının toplumsal yansımasını ortaya koyuyor. İşin ilginç tarafı, başta Cameron olmak üzere hükümetin olayların nedenleri konusunda hâlâ doğru soruları soramamış olması. Olay karşısında "Kim daha güçlü göreceğiz" mantığıyla hareket eden bu hükümet, rüzgar ekip fırtına biçebilir. (DŞ/ŞA)
* Doğuş Şimşek, Londra City Üniversitesi'nde doktora öğrencisi ve araştırma görevlisi