Çingene toplumunun yaşam sürecine bakıldığında kadınların hayatın merkezinde önemli bir birey olarak yer aldığı görülür. Geçmişteki bu toplumsal düzenin aksine, günümüze tıpkı "gaco" toplumunda da olduğu gibi Çingene kadınının ikincil plana düştüğünü görüyoruz. Yerleşik hayata geçmiş ve ataerkil toplum düzeni içerisinde yaşamını sürdürmeye başlamış olanların aksine, yüzyıllar öncesinde ise kadın bir nevi lider olarak kabul ediliyordu.
Çingenelerin yerleşik düzene geçmesine kadar olan süreçte kadınlar kavimlerini temsil eden kişiler oldukları gibi aynı zamanda kültürlerinin de koruyucularıydı. Buna bağlı olarak Çingene topluluklarında yapılan evliliklerde aileye katılan kişi kadın değil, erkekti ve erkek kadının soyadını taşırdı. Günümüzde halen daha göçebe toplum yaşamını sürdüren bazı kavimlerce uygulanan bu işleyiş, yerleşik hayata geçen topluluklar arasında ise işlevini yitirdi.
"Kadın gibi" olmak
Günümüz toplumunda kadınların doğdukları andan itibaren "erkek gibi" olmak için yüreklendirilmeleri, "erkek gibi" olmak için çabalamalarının aksine; toplumun getirdiği bu cinsiyetçi baskı aslında Çingene kadını için hiç varolmamıştı.
Çingene kadını için önemli olan "kadın gibi" olmak iken, topluma ayak uydurma ve "modernleşme" aşamasında bu işleyiş tersine döndü. Halbuki babalarının değil, annelerinin adıyla çağrılan göçebe Çingene kadınları, topluluklarının esas yöneticileri olarak görülüyorlardı.
Kadınların gücü nereden geliyordu?
Tüm insanlığın bir çatı altında "tabiat insanları" olarak birleştiğini; ancak geçim kaynaklarına göre Gaco ve Çingene olarak ikiye ayrıldığını belirten Ali Mezarcıoğlu, sundukları zanaatleri karşılığında Gacolardan besin edinen Çingenelerin aksine; Gacoların tarım ve hayvancılıkla uğraştıklarını vurguluyor.
Mezarcığlu'na göre, geçim kaynağını edindiği yöntem olan avcılığa büyük önem veren Gacolar için güç ve kuvvet önemli; bu nedenlidir ki erkek toplumda ön plana çıkmıştır. Ali Mezarcıoğlu özellikle büyük kuraklığın yaşanması ve besin elde etmenin daha zor hale gelmesinin ardından yerleşik halkın, yani Gacoların, hayatta kalma mücadelesine başlaması ile savaşçı toplumun ortaya çıktığını belirtiyor. Tarih boyunca hemen hiçbir savaşçı özelliği bulunmayan, içinde bulunduğu savaşlarda taraf tutmayan Çingenelerin aksine, Gacolar giderek savaşçı özelliği kazandılar ve yeni dünyanın şekillenmesini sağladılar. İşte yeni dünyayı şekillendiren bu süreç aynı zamanda toplumsal cinsiyetçiliği de şekillendiren bir süreç oldu ve gaco erkeğini savaşçılık özelliğinden dolayı ön plana çıkardı, kadınını ise eve kapattı.
Göçebelik çağlarının sona ermesinin ardından yerleşik hayata geçmeye başlayan Çingenelerle Gacolar arasında etkileşim başladı. Kadının kavimlerin temsilcisi olması gibi, evin de reisi olduğu Çingene topluluklarının yerleşik hayatın ataerkil yapısıyla tanışması, Çingene erkeklerini olumsuz yönde etkiledi.
Çingene erkeği, ataerkil aile yapısının düşünce sistemiyle tanışarak kadını yargılamaya başladı ve onun evde daha fazla yer almasına sebep oldu; böylece Çingene kadınının konumu yaşanan entegrasyon süreci ve erkeğin Gaco erkek modelini taklit etmeye başlamasıyla arka plana itildi.
Toplumun daimi sembolü
Çingene kadınının geçmiş yüzyıllardan günümüze toplumsal süreçte geçirdiği bu evrime baktığımızda değişime ayak uydurmayan bir gerçek dikkat çekiyor ki bu da kadının Çingene kültürünün sembolü olması.
Anaerkil toplum yapısının geçerli olduğu zamanda kadının toplumun önde geleni olması ve kültürünü yansıtması gibi; günümüzde de Çingene dendiği zaman ilk akla gelen imge kadın oluyor; ancak daha farklı bir şekilde...
Yüzyıllardır ikinci sınıf muamelesi gören Çingeneler her daim olumsuz sıfatlarla nitelendirildiler; ancak tüm bu olumsuz nitelendirilmelere rağmen Çingene kadınının elinde her şeyden önemli olan "liderlik" ve saygınlık özelliği vardı.
Çingene doktorlar ve cadılık
Çingene kadınlarının günümüzde de yaygın olarak yaptığı uğraş olan bitki toplamacılığı tarihsel bir sürece dayanır. Günümüzde bitki ve baharat satan aktarların hammadde kaynağını karşılayan Çingene kadınları, geçmiş yüzyıllarda ise göçebe yaşam biçiminin kendilerine verdiği doğayı tanıma bilgileriyle yenebilecek ve şifalı olabilecek bitkileri topluyorlardı.
Doğanın verdiği gücü kullanarak insanları iyileştiren Çingene kadınları bir süre sonra ise "sihirli ellere" sahip olmaları sebebiyle cadı olarak görülmeye başlandılar. Bitkilerin iyileştirme gücünün yanı sıra aynı zamanda hastalandırma ve öldürme etkisini de kullanan birtakım insanlar dolayısıyla Çingene kadınlar "cadı" olarak anılmaya ve yakılmaya başlandılar. Toplumlarının öncüleri olan Çingene kadınları böylece özellikle ortaçağda büyük engellerle karşılaştılar.
Günümüz şartlarındaki Çingene kadını ise halen daha toplumunun simgesi oluyor; ancak yitirdiği olumlu olan "liderlik" özelliği görülmeksizin sadece geride kalan olumsuz nitelendirmeleriyle...
Örneğin "Çingene kavgası" toplum tarafından günlük dilde dahi en çok sarf edilen ve hem ırkçı hem de cinsiyetçi saldırıda kullanılan bir deyiş. Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğü'nde şöyle tanımlanıyor Çingene kavgası (günümüzde): "Önemsiz bir sorun üzerine başlayıp, gittikçe kızışan, yakasıaçılmadık küfürlere yol açan kavga".
Erkekten ziyade kadınları hedef alan bu deyiş, halk arasında hangi cinse doğrultularak kullanılırsa kullanılsın, Çingene kadının klişeleşmiş negatif özelliklerine dikkat çekiyor. Böylece Çingene kadını bir hakaret aracı olarak kullanılıyor.
Çingene kadınını sembolik yapan diğer özellikleri ise çiçekçilik, falcılık gibi yaptığı meslekleri. Kişi sokakta gördüğü Çingene kadınıyla o bireyin varoluşunu değil, bir kültürün varoluşunu canlandırıyor algısında. Görülen o ki olumlu özelliklerini toplumun algısında yitiren Çingene kadını, günümüz toplumunda elinde kalan olumsuz algılarla kültürünün bir nevi temsilcisi oluyor.
Kadın tüm yükün sahibi
Çingene kadınının kültürünün temsilcisi olması aslında halen daha toplumsal özelliklerini de koruduğunu gösteriyor. Çiçekçilik ya da falcılık yapan kadın, ailenin geçiminde büyük pay sağlıyor. Teoride toplum hayatında birincil özelliklerini yitiren kadın, aslında pratikte ailede halen ön planda yer alıyor.
Örneğin Sulukule Mahallesi'nin yıkılmasının ardından çatılarından olan Çingene kadınları, çalışarak evi geçindirmeye çalışırken aynı zamanda "ev içi" ihtiyaçlarla ilgileniyorlar. Bir yandan temizliğe gidip, çiçek satarak bütçeye yardım eden kadınlar, diğer yandan ise yıkılan duvarların arasında yemek yaparak, çamaşır yıkamaya ve çocuk bakmaya çalışıyorlar.
Kimisi bunu başarabilirken kimisi ise yaşadığı koşullar nedeniyle bu "görevleri" yerine getiremiyor. Örneğin 70 yaşındaki Mircan Teyze üç çocuğa baktığını, yakında evlerinin de yıkılacağını belirtirken iş bulamamaktan yakınıyor; mahalle sakini Yudum Demirbaş ise "Ne yapsın bu yaştan sonra temizliğe mi gitsin!" diyor. (GGT/HK)