Bu aralar mutsuz, depresif, kötü hisseden kişiler değil de her şeye ve herkese rağmen sürekli mutlu hissedenler ya da sürekli mutlu hissetmek isteyenler psikologları bir ziyaret etse yeridir. Öncelikle en baştan söyleyeyim kimsenin mutluluğunda gözüm yok. Fakat bir ruh sağlığı çalışanı olarak mutluluğun fetiş bir kavram haline getirilmesi, özellikle son yıllarda artan bu mutluluk düşkünlüğü oldukça ilgimi çekiyor.
Ne kişisel ne de mesleki hayatımda hiçbir zaman mutluluğa aşırı meraklı biri olmadım. Melankolinin dibinde de yaşamıyorum elbette ama yaşamın amacının mutlu hissetmek filan olduğunu düşünmüyorum. Terapi süreçlerinin de böyle bir amaca hizmet ettiklerini sanmıyorum. Yani eğer sadece mutlu hissetmek için bir psikoterapiste gidiyorsanız bence vazgeçin.
Yaşam koçlarına, kişisel gelişim kitaplarına tepkili olmam da daha çok bu sebeple ilintili. Yaşama dair birtakım “iyi” duyguların amaç edinilmesi ve bu “iyi” duyguların fetişleştirilmesi. Üstelik bunların “profesyonel” olduğu iddia edilen bir çabayla yapılması ve bir pazarlamacı tavrıyla piyasaya sürülmesi. Bu şekilde davranan terapistler de var elbette. Yüzlerindeki yapmacık gülümseyişten ve bazı “kutsal” kelimeleri dillerine pelesenk etmelerinden tanıyabilirsiniz onları. Bu yaklaşım insanilikten ve sahicilikten son derece uzak görünüyor bana.
(Yaşam koçları ve kişisel gelişim kitapları konusuna girmeyeceğim zaten haklarında fazlaca yazıp çiziyorum, orada burada konuşuyorum, neredeyse kendimden sıkılacağım. Ancak hatırlatma olması adına geçtiğimiz yıllarda bianet’e yazmış olduğum Yaşam Koçları İyi Saatte Olsun Terapistleri ve Türlü Tuhaflıklar Üzerine başlıklı yazıyı yeniden hatırlatmak isterim.)
İnsanın, birileri tarafından dışarıdan ona çakılan duygularla değil, içeriden gelen duygularla kalabilmesini daha sahici ve samimi buluyorum. İçeriden gelen duygular pek iç açıcı olmasa dahi kişinin kendi ritmine göre herhangi bir şeyden kaçmadan, olanla yüzleşerek duygularını dönüştürebileceğine inanıyorum.
Yani bu bağlamda önemli olan her türlü duyguya açık olma ve her türlü duyguyu hissedebilme becerisini geliştirmek. Sadece mutluluğa endekslenmemek.
Eğer duygu hissedişlerimizde bir çoraklık veya bir takılmışlık varsa da bunu bir şekilde fark etmek ve çözüm bulmak gerekiyor, ruhsallığımızı yavanlıktan kurtarabilmek adına.
Sadece mutluluk için yaşamak, yalnızca birkaç kısa an için yaşamak ve geri kalanı da çöpe atmak anlamına gelebilir. Bu durum ise mutsuzluğun, mutluluğun sona erdiği an başlamasını kaçınılmaz kılabilir.
Mutluluk fetişisti birtakım kişilerin, her şeyi keyif ve haz açısından değerlendirdiklerini hatta bu haz ve keyif haline bağımlı olduklarını gözlemliyorum. Bu elbette hastalıklı bir bencilliği de beraberinde getiriyor. Bunu yaşadıkları çok ciddi sıkıntılardan, zorluklardan, acılardan kaçış yolu olarak kullandıklarını da farkındayım. Zor bir çocukluk, travmalar, hastalıklar bu kaçışın olası sebeplerinden birkaçı olabilir.
Bu kaçış bazı eylemlerle de kendisini gösterebiliyor. Örneğin bazılarının bir guru edasıyla mutluluğu bir kampanya gibi anlatması, bir ürünü pazarlar gibi mutluluk hakkında yazıp çizmeleri ya da sosyal medyada ne kadar mutlu olduklarına dair fotoğraf paylaşmaları ilk aklıma gelenler. Bunlara maruz kalan veya kişisel olarak bu kişilerden feyz almayı tercih eden kişiler umarım birtakım gerçekdışı beklentiler, hayal kırıklıkları, ruhsal çökkünlükler yaşamıyorlardır. Yaşıyorlarsa da tez zamanda atlatmalarını ve hayatı olduğu gibi kabullenmelerini diliyorum.
Bir şey dile ne kadar çok getiriliyorsa onunla ilgili ciddi bir yoksunluğun yaşandığını düşünüyorum. Olmayan şey sürekli tekrar edilerek bu yoksunlukla başa çıkılıyor olabilir.
Bir başka takıntı da hayatın anlamını bulmaya dair olsa gerek.
Hayatın anlamını bulmak diye bir şey nasıl var olabilir? Ayrıca niye olsun? Bu hayat anlamsız demek değil. Ancak “hayat” dediğimiz şey, tek bir anlama indirgenmeyecek bir genişlikte sanki. Hayatı anlamlı kılmak ise bambaşka bir konu. Ve bunun ilk adımının da olumlu-olumsuz tüm duygularla barışık olabilmekten geçtiğine inanıyorum.
Yaşamda acılar, mutsuzluklar, kötülükler, zorluklar var. Geçmişte de vardı, şimdi de var, gelecekte de var olmaya devam edecekler. Bunların üzerini örtmeye çalışmak nafile bir uğraş çünkü bir yerden illa ki hortlayıp kendilerini bize hatırlatacaklardır.
Herhangi bir kılıfa, maskeye, kaçışa gerek duymadan yaşamı tüm bunlara rağmen yaşayabilmek, tüm bunlarla yaşamı zenginleştirebilmek esas mesele.
Herhangi bir duyguyu yermeden veya yüceltmeden hepsine kucak açabilmek.
Çünkü yaşam sadece mutlu hissetmenin çok daha ötesini hakediyor olmalı. (TI/HK)