Ne zaman televizyonda bir Sivas-Kayseri maçına ya da maç haberine denk gelsek futbolla pek ilgilenmeyen babamın 1967 yılındaki o 2. Lig maçından bahsedişini hatırlarım: Kayseri’de oynanan bu iki komşu şehrin müsabakası bir faciaya dönüşmüş ve deplasman tribününde 43 kişi hayatını kaybetmişti.
O tarihte 15 yaşında olan ve henüz İstanbul’a göç etmemiş azınlık ailelerinden birinin ferdi olarak Sivas’ta bulunan babam da şehirdeki atmosferin canlı tanıklarından. Anlattıkları içinde en çok dikkatimi çeken konulardan biri, şehre cenazelerin intikalinden sonra başlayan olaylar ve Kayserililere ait iş yerlerinin saldırıya uğraması nedeniyle Sivaslı esnafın nüfus kâğıtlarını dükkân camlarına koymaları, vitrinlerine büyükçe Sivaslı olduklarını yazmak durumunda kalmalarıdır. Dedem de bunlardan biri ve böylece bu olayda tehlike içinde yer almamışlar.
Hem babamın hem de o tarihte orada bulunmasa da yine Sivaslı olan annemin her maça gittiğimde yaşadıkları endişeyi de biraz bu olaya bağlarım. Ancak böylesine büyük bir trajediye rağmen onların anlattıkları dışında ne yazılı ne de görsel basında bu olaydan bahsedildiğini veya kapsamlı yazılı kaynaklar gördüğümü anımsıyorum. Ta ki gazeteci Kenan Başaran’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan Sivas-Kayseri kitabına kadar…
O gün sahada bulunan iki taraf futbolcularından idarecilere, tribünde yer alan taraftarlardan gazetecilere, yaşadıklarını aktaranların sözleriyle gazete arşivlerini birleştiren, böylece ülkenin en büyük futbol faciasını anlatan yeni bir çalışma var artık.
Açıkçası bazen tek bir güne, bir olaya dair yazılmış bazı kitapların “kitap” haline gelebilmesi için biraz fazla uzatıldığına rastlamışızdır. Fakat bu çalışmanın Kayseri ve Sivas’taki o günün tanıklarının maç öncesi, maç günü ve maç sonrasına dair anlattıklarıyla akıcı bir şekilde okunduğunu söylemek gerek. Yazarın da tarafsız kalarak sadece yaşananlar ve anlatılanlara yer verdiğini görüyoruz. Çalışmanın önemli bir kısmı ise zaten olaydan sonraki günlerde ulusal ve yerel gazetelerde yer alanları içeriyor. Dolayısıyla bu, kitabın bundan sonra bu konuda yapılabilecek araştırmalarda kaynak olarak kullanılabilmesine de olanak veriyor.
“İlk taşı kim attı?”
Daha çok can kaybı veren taraf da dahil olmak üzere, bugün kitaptaki tanıkların çoğunun sağduyulu, en azından nefretten uzak konuştuğunu söyleyebiliriz. Fakat olayın üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen ilk taşı kimin attığı sorulduğunda her iki tarafın da birbirini işaret ettiğini görmek mümkün.
Deplasman tribünündeki Sivaslı taraftarlar üzerlerine gelen taşlar nedeniyle kapılara yönelmiş, bir türlü açılmayan ve sonunda içe doğru açıldığı anlaşılan kapılar nedeniyle yaşanan izdihamda o esnada tribünde seyyar satıcılık yapan iki Kayserili de dahil olmak üzere 43 kişi hayatını kaybetmiş ve yüzlercesi yaralanmıştı.
Sivaslılar içeri girerken sadece kendi üzerlerinin arandığını ve Kayseri tarafından taş yağdığını söylerken, Kayserililer de hâlâ yer yer inşaatı devam eden tribünlerde bulunan taşları önce Sivaslıların attığını ve olayların böylece başladığını iddia ediyor. Ancak her iki tarafın da hemfikir olduğu konu, asıl sorumlu olarak gördükleri dönemin valiliği ve emniyetinin gerekli önlemleri almadığı (zaten olaydan kısa bir süre sonra görevden alındılar). Bir de elbette halen başımıza bela olan ve açılması gerektiğinde bir türlü açılmayan o kapılar…
Peki iki şehrin birbirleri arasında bütünüyle siyasal, dinsel, mezhepsel bir ayrım da olmamasına karşın tüm bu olaylara neden olan nedir?
Kitaptakilerin çoğu, maç öncesi iki şehir insanı arasında geçmişe dayalı bir husumet olmadığını belirtse de, aslen İstanbullu olup o dönem Sivas’ta hemşire olarak çalışan bir tanık tam tersi görüş belirtiyor.
Kendi ailemde yaptığım araştırmaya göre de aslında geçmişte iki şehrin ilişkilerinin kötü olmadığı, ancak kitapta da anlatıldığı gibi, bir yıl öncesinde oynanan bir amatör karşılaşmada çıkan olayların bir gerginlik oluşturduğu bilgisine ulaştığımı belirtmeliyim. Yine de elbette türlü nedenlerle yaşadığımız ve hızlıca büyüyen tüm o trajik toplumsal vakalar, yerel rekabetler düşünülünce bu olayın da sosyolojik açıdan irdelenmesi gerektiği bir gerçek.
Futbol camiasının olaya tavrı
Dünya tarihinin en büyük futbol facialarından birinin ardından, futbol camiasının gösterdiği tavırdan da bahsetmek gerek.
Dönemin federasyonu bir haftalık aranın ardından futbola başlanmasını uygun görür. İki takım bir süre sadece deplasmanda oynar, rövanş maçı beraberliğe bağlanır ve iki takım 23 yıl boyunca birbirleriyle maç yapmazlar.
Sonrasında ne mi olur? Bugün futbolla yakından ilgilenen birçok kişi bile olaydan haberdar değildir, çünkü “acılar deşilmesin” denerek konudan bahsedilmez. Hatta geçtiğimiz ay facianın 50. yıldönümü olan 17 Eylül tarihinde Süper Lig maçları vardır ve taraflardan biri bizzat Sivasspor’dur.
Buna karşın ben maçlardan önce saygı duruşuna rastlamadığım gibi, Futbol Federasyonu, Sivasspor ve Kayserispor’un internet sitelerinde ve sosyal medya hesaplarında da küçük bir anma yazısı dahi görmedim.
Elbette kimse yeniden bir husumetin başlamasını istemez, ama kitabın yazarının da belirttiği gibi, ben de yaraların yüzleşilerek daha çabuk iyileşeceğine ve geçen 50 yılın ardından facianın kurbanları için yapılacak bir anmayı her iki tarafın da sağduyu ile karşılayabileceğine inanıyorum. (AKF/ÇT)
* “Sivas-Kayseri: Türkiye’nin En Büyük Futbol Faciası”, Arda Kemal Fişekci, İletişim Yayınları, Futbol Kitapları, 254 Sayfa, Ekim 2017.