Gezi direnişinin toplumsal tabanı nasıl genişletilebilir? Yeni bir demokratik siyasetin kurucu mekanları haline gelen mahalle forumlarındaki tartışmalardaki en yakıcı sorulardan biri bu. Gezi’nin en popüler sloganlarından olan “bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganın da imlediği gibi Türkiye’deki neoliberal-muhafazakar iktidar yapılanmasını değiştirmek için gidilecek yollar uzun. Bu yollardan birinin AKP’ye oy vermiş kesimlerle ilişkiye geçmek olduğunda ise hem sosyal medyada hem forumlarda birçok kişi hem fikir. Aksi takdirde Gezi’nin, Erdoğan’ın da istediği gibi kültür savaşları cenderesine sıkışması ve AKP’nin kültürel popülizme dayalı başarısını yeniden üretmesi pek muhtemel.
“AKP’ye oy veren insanlarla konuşmalıyız” sözleri çokça dillendirilse de, bu konuşulacak insanların kim olduğuna dair netlik yok. Gözlemleyebildiğim kadarıyla yaygın kanaatlerden biri AKP’nin sosyolojik tabanının köylü olduğu. Cahil, kandırılmış köylü seçmen miti de, bu yaz tatil yapmayıp köylere gitme önerileri de bu kanaat üzerine kurulu. Oysa Türkiye nüfusunun yüzde 77’si kentlerde yaşıyor ve AKP’nin kentlerdeki oy oranı ile muhalefet partilerinin toplamının oy oranı neredeyse aynı. Köy ve bucaklarda AKP ile muhalefet partileri arasındaki makas ciddi oranda açılsa da, köylü seçmen oranının 2011 seçimlerinde yüzde 16,3 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, kentli seçmenin AKP tabanındaki önemi ortaya çıkıyor (1). Dolayısıyla Türkiye Sağı’nın diğer iki başarılı partisi DP ve AP’nin aksine AKP’nin başarısını kentlerde aramak gerekli. İslami hareket, Refah Partisi’nden itibaren kentsel popülizmi büyük bir başarıyla kurup idame ettirebildiği için iktidara gelebildi. AKP’nin 2011 seçimlerinde yoksul ve orta sınıf mahallelerde muhalefet partilerinin toplamından daha çok oy alması, İstanbul’daki 26 ilçe belediyesi AKP yönetiminde olması bu kentsel popülizmin göstergelerinden bazıları. Dolayısıyla çok uzağa gitmeye gerek yok, yanı başımızdaki ilçelere ve mahallelere gitmekle başlayabiliriz (2).
Belki kiminle konuşulacağından daha mühim bir soru nasıl konuşulacağı.
Forumlarda ve sosyal medyada dile getirilen bazı önerilerde, eğitimsizlik ve yandaş medya nedeniyle gözleri körelmiş, yoksulluk nedeniyle makarna ve kömüre tamah etmiş bir seçmen kitlesini aydınlatma misyonunun izlerini görmek mümkün. Bu seferberlik hissiyatının bile bir açıdan değerli olduğunu düşünmekle birlikte, Gezi direnişinin açığa çıkardığı o muazzam bilgiyi hatırlamakta fayda olduğunu düşünüyorum: Farklılıkların birbiriyle konuşabilmesinin koşulu omuz omuza mücadeleden geçiyor. Kimse kimseyi durup dururken dinlemiyor, dinleme ve konuşma edimi asgari bir güven ilişkisini gerektiriyor. Mücadelenin yarattığı dayanışma ve güven duygusu siyasal pazarlamayı aşan gerçek bir diyalogun somut koşulu oluyor. Direnişin bedenlere kazıdığı bu bilgiyi direnişin kapsamını nasıl genişletebileceğimizi düşünürken hatırlamak elzem. Yapmamız gereken insanların halihazırdaki mücadelelerine destek olmak, onlarla dayanışma içine girmek. Kanımca, sahici ilişkiler kurmanın yolu buradan geçiyor. Ancak o zaman, makarna ve kömüre indirgenerek küçümsenen ama esasında İslami hareketin maddi ve sembolik araçlarla ürettiği kuvvetli dayanışma hissiyatının yerine başkaları konabilir.
Birlikte mücadele etmek, dayanışma içerisine girmek… Peki nerede, nasıl?
Bu soruların cevapları muhtelif olsa da Gezi’yi ortaya çıkaran ilk kıvılcım bize muhtemel yollardan birini gösteriyor. Gezi direnişi, Topçu Kışlası’nın yapımı adı altında sürdürülen kentsel rant projesine karşı, müşterek kamusal alanlarımızı korumak ve kent hakkımıza sahip çıkmak için başladı. 2003’den beri devam eden kentsel mücadelelerin son halkasıydı. Emek’ten, Haydarpaşa’dan, adı ekolojik yıkım olması gereken 3. Köprü gibi kamusal alanlarımızı özelleştiren birçok projeden ayrı düşünülemez. Ne de son on yıldır kentin yoksul mahallelerini vuran kentsel dönüşüm projelerinden ayrı düşünülebilir. Tarihi kent merkezinde Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat, Ayvansaray; eski çeper yeni merkez Maltepe’de Başıbüyük ve Gülsuyu-Gülensu, Küçükçekmece’de Ayazma, Sarıyer’de Derbent, Güngören’de Tozkoparan ve daha nice mahallede İstanbul sakinleri zorunlu yerinden edilme, uzun süreli borçlanma, güvencesiz bir gelecekle karşı karşıya. Ayazma ve Sulukule çoktan yıkıldı, Tarlabaşı kaybedilmek üzere. Afet yasasıyla birlikte bu resme birçok orta sınıf mahallesi de girecek. İktidarın hesap vermeyen, tepeden inme, denetimsiz ve toprak rantı odaklı kentsel dönüşüm mantığı herkesin hayatını alt üst edecek.
Bu kentsel politikaların ortaya çıkardığı bir ortaklaşma, birlikte mücadele etme, dayanışma imkanı var; tekil mahallerde yürüyen hak hukuk mücadelelerini, güvenceli bir gelecek özlemini birbirine eklemleme, ortaklaşarak büyütme ihtimali var. Gezi ile ortaya çıkan enerjiyi bu mecralara ve mekanlara akıtmak, özgürlük özlemini eşitlik ve adalet ile tamamlamak mümkün. Ve sıfırdan başlamıyoruz. Meslek odaları, mahalle dernekleri, İMECE, Kent Hareketleri, Bir Umut, Halk Evleri gibi hareket ve gruplar geçtiğimiz on yıl içerisinde bu alanlarda önemli deneyimler biriktirdiler. Kısıtlı imkan ve enerjiyle yürütülen bu mücadeleler Gezi ruhu ve enerjisiyle yeniden canlanabilir, mahalle ölçeğini aşan noktalara varabilir. Direnişin toplumsal ve mekânsal kapsamanı genişletirken kent hakkı pusulalarımızdan biri olabilir. On yıllardır kemikleşmiş toplumsal sınırları aşabilecek yeni tanışıklıkları, yeni ilişkileri ve yeni sözleri Gezi direnişinde olduğu gibi mücadele pratiğinin eşit özneleri olarak üretebiliriz.
Madem sokaklara çıktık bir kere, biraz şehirde kaybolmanın sakıncası yok. (MA/ÇT)
(1) Detaylı analiz için bkz. Sezgin Tüzün, AKP Oyları Nereden Geliyor?, BİANET, 27 Haziran 2012
(2) Kesinlikle kırsalı unutalım demek istemiyorum. Aksine, kırsalı HES’ler, mevsimlik tarım işçileri, sözleşmeli tarım, kırın kente katılması gibi sorunlar ve mücadele alanları üzerinden düşünmek gerekiyor.
* Mert ARSLANALP, Northwestern Üniversitesi, Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi