Birinin işi gereği yolu bir şehre düşmüş! Gün içinde işiyle uğraşmış. Akşam saatlerinde şehri dolaşırken pencerelerinden caddeye yansıyan görüntüler ve müziğin ritminden eğlence veya bir düğün daveti olduğu mekanı görünce, cesur bir kararla girivermiş mekana!
Kapıdakiler buyur etmişler. İki taraf da (gelin ve damat tarafları) diğer tarafın yakını ya da davetlisi varsaymış konuğu!
Düğün eğlencesinin ilerleyen saatlerinde kendinden davetli konuk kaptırmış kendini eğlenceye. Halaya katılmış, alkış çalmış, hayli de keyifle...
Bir ara gözü karşı masada oturan grubun içindeki 12-13 yaşlarında olduğunu tahmin ettiği bir çocuğa takılıvermiş.
Çocukla göz göze gelince çocuğun işaret, el kol hareketleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştığını fark etmiş.
Önce kendisini kast edip etmediğini anlamamış. Sağına soluna bakıp tekrar çocuğa dönüp 'kendisini mi işaret ettiğini' eliyle göğsüne bastırıp işaret ederek sorunca! Çocuk da evetleyip kendisini işaret ederek, tekrar ona yönelik el kol işaretlerini sürdürmüş.
Bir süre sonra düğünün "davetsiz konuğu" yerinden kalkıp biraz da öfke ve kızgınlıkla çocuğun olduğu masaya yönelmiş!
Masadakilere hitaben "efendim kusura bakmayın bir şey soracağım, bu çocuğun babası kim" demiş.
Masadakilerden biri "benim, hayırdır bir şey mi yaptı size" diye sorunca! "Evet, çok terbiyesiz bir çocuk! Lütfen bu çocuğa terbiyeli olmayı öğretin. Ben karşı masada oturuyorum. Sizi, dolayısıyla çocuğunuzu da tanımam, bilmem. Çocuğunuz bir süredir el kol işaretiyle bana terbiye sınırlarını hayli aşan işaretler yapıyor."
Baba dönmüş çocuğuna "oğlum, bak beyefendi ne diyor! Sahiden dediği işaretleri yaptın mı? Öyle ise ne diye yaptın! Bu amcayı nerden tanıyorsun?" diye sormuş!
Çocuk babasına dönerek; "Evet baba, amca doğru diyor. Ona o işaretleri yaptım. Baktım tek başına masada oturuyor. Arada bir de keyifle müziklere, eğlenceye katılıyor. Ben de sırf merak nedeniyle bu kadar keyifle üstelik tek başına eğlenen amcaya işaretle kadın profili çizerek 'gelin tarafı' olup olmadığını sordum. O da eliyle işaret ederek 'yok' dedi. Sonra 'damat tarafı' mısın diye işaretle sordum. Ona da işaretle 'yok' dedi. Ben de amcanın bu iki yok demesi üzerine bir başka işaretle 'ne halt yemeye o halde buradasın ve bu kadar keyifle eğleniyorsun' diye işaret ettim. O da bunu kızmış olmalı" demiş.
Şimdi işin hikaye tarafı bir yana...
Üç ay sonra Nisan ayı içinde ülkede yeni ve adına kimilerince "Türk usülü başkanlık" sistemi denen anayasa değişikliği referandumla halk oyuna sunulacak.
"Kırk satır mı, kırk katır mı hesabı" ez cümle...
Sözü çok uzatmadan şu an içinde bulunduğum ruh halinin içime hiç mi hiç sinmeyen pür melalini paylaşıp kurtulayım!
Doksan küsur yıllık olan ve adına "parlamanter sistem" denen bu güdük ve kadük "demokrasi"nin başta biz Kürtlere ve dahi fakir fukara emekçi halka pek bir şey katmadığı, çoğu kez söylemde kaldığı aşikar.
Adeta; demokrasinin istisna, yasakların kurallar manzumesi olduğu koca bir asrı geride bıraktık. Ol sebepten bu "parlamanter demokrasi" denen "gömlek" sahiden hepimize epeydir dar geliyor.
Batıda muadilleri olan ve dahi ülkeye göre ihtiyaçlar saıkiyle yeniden dizayn edilmiş bir "demokratik başkanlık" sistemi tartışmaya açılsaydı! Halkın ve temsili kurumlarının, STK'ların görüşleri dikkate alınarak oluşturulmuş bir model önümüze sunulsaydı ifade edeyim ki, tereddütsüz başkanlığa "Evet" derdim.
Oysa verili durum böyle zuhur etmedi. Bizzat mevcut hükümetin bir bakanının da itiraf ettiği gibi "bütün yetki ve sorumlulukları" elinde tutan "tek kaptan" sisteminin kabulü için "evet" denmesi isteniyor. İşte buna "evet" demem namümkün...
Diğer tarafa gelince... O tarafın en çok sesi çıkan bölümünden içaçıcı olmayan söylemler yükseliyor. "Vatan, millet, bayrak" deyip ulvi değerlerin ardına saklanıp "evetçiler ülkeyi bölecek" sloganıyla "hayır"ı dayatanlar, sanırsın ki bayrağın, vatanın, milletin, ülkenin yegane sahibi hatta ilelebed kurtarıcıları "bi tek" onlar!
"Hayır"cı tarafın eğer ki tümü mevcut sistem ihtiyacımıza cevap veren bir sistem değil, dayatılan başkanlık sistemi de demokratik değil, bize daha çok demokrasi lazım deselerdi. Bu sebeple "hayır" diyoruz söylemiyle ortaya çıksalardı elbette ki tereddütsüz "Hayır" derdim.
Lakin! "Evetçilerin" de, "Hayırcıların" da ülkenin çok acil ihtiyacı olan "demokrasi talebi" ile ilgili bir istekleri de niyetleri de izleyebildiğim kadarıyla yok.
Dikkat ederseniz hiç ama hiç parti adı vermedim. Ne "evet" ne de "hayır" cephesinden...
Kuralımı bozup birinin adını vererek bunu değiştirip noktamı koyayım bari. HDP'nin, hayır cephesinin bu "demokrasi ihtiyacı" gerekçesi olmayan "hayır" kervanına belki de en çok demokrasiyi dillendirmesi gereken bir siyasal yapı olarak bu kervana katılmış olması kanımca hiçbir karşılığı olmayan bir mantık üzerine kurgulanmış...
Önümüzdeki günler bize ne getirir bilinmez.
Ne "Evet"in "tek"çi muktedirleri, ne de "Hayır"ın "vatan elden gidiyor" söylemi üzerinden "bayrak açan" muktedirleri bu ülkeye "daha çok demokrasi" gelsin diye sahada değiller...
Madem öyle! Ben kelamımı en başından söylemiş olayım; Ben, daha çok Demokrasi diyor ve istiyorum. Demokratik bir model için "evet" ya da "hayır" demiyorsanız ben niye ikinizden birinin yanında olayım...
Olmayayım ve hiç değilse vicdanım rahat eder...
Not: Bu yazı geçtiğimiz hafta www.kulturservisi.com'da yayınlanmış yazımın genişletilerek yeniden düzenlenmiş hâlidir. (ŞD/EA)