Yaklaşık yarım yüzyıl önce ilk nefesimi almışım bu dünyada. Ve anlaşılan bir süre daha devam edeceğim bu meşguliyete. Öte yandan “akıl baliğ” olduğumdan beridir yelpazenin solunda -epey solunda- rahat hissetmişim kendimi. Ve anlaşılan nefesim bitene kadar da sürecek solun soluna doğru yürüyüşüm...
Uzun bir zamandır ise haysiyettendir tüm çabam, itirazım, isyanım ve karınca kararınca direnmem. Yalan yok: ne “büyük anlatı”lardan umudumu kestim, ne de devrimden vazgeçtim. Sadece önüne çıkan her şeyi yakıp yıkan, her değeri yok eden, bağıra çağıra üzerimize gelen o büyük felaketi gördüğümdendir haysiyete sığınışım. Onu tek liman kabul edişim. Ölmeden önce onurumu teslim etmek istemeyişim.
Aslında beyaz bir Türk ailesinde büyüdüm; ana dili Rumca olan bir Girit göçmeni ailede. Bana sorarsanız göçmenlikten, onlara sorarsanız özden milliyetçi olan büyük bir ailede… Soya sopa hiç merak salmadım ama her Türk ailesi gibi soylarımızda hacı – hocalık ve biraz da Nakşilik bulunur elbet. Anlayacağınız sözün özü devlet gibi bir aile; “Tanrı Dağı Kadar Türk, Hira Dağı Kadar Müslüman” bir aile...
Elbette her çocuk gibi benim benliğim de karıldı bu aile öğretisiyle. Ötesi yok; Kürt nedir bilmedim uzun yıllar boyu. Zulmetmek ve katletmek ise elbette hep “düşman”lara ait bir özellik. “Biz” tepeden tırnağa gururlu, onurlu bir halk...
Ama dedim ya; uzun bir zamandır haysiyettendir tüm çabam, itirazım, isyanım.. Haysiyetimse herkes gibi mirastır çocukluğumdan.
Sizi bilmem ama ben yalan söylemenin dünyadaki en büyük kötülük olduğunu öğrenerek büyüdüm. Uzun yıllar huzuru mahşerde yalan söyleyenlerin dillerinin enselerinden çekip çıkarılacağını ve enseden uzanan bu dillerden bir çengele asılacağını belledim çocuk aklımla.
Sonra imanlı ölürsek Allah’ın her günahımızı affedeceğini ama kul hakkını affetmeye hakkı olmadığını ezber ettim. Birisine haksızlık etmenin, onun günahını almanın, ona zulmetmenin en büyük kul hakkı olduğu kulaklarıma küpe edildi.
Sonra kibrin, gösterişin, şatafatın Allah’a şirk koşmak sayıldığı; kimseler görmeden, duymadan, bilmeden yoksullara yardım edilmesi gerektiği; düşene asla vurulmayacağı; hoşlanmadığımız insanlar için dahi kötülük istenmeyeceği; ölüm ve felaket karşısında ise ne kadar kızmış olursak olalım tüm öfkemizin unutulması gerektiği kazındı çocuk zihnime.
Kendimi bilene kadar ezber ettim sureleri, hadisleri, menkıbeleri; elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zel, ra, ze, sin, şın, sad, dad, tı, zı, ayın, gayın, fe, kaf, kef, lam, mim, nun, vav, he, lamelif, ye dedim günlerce; esre, ötre ve en çok şedde’ye takıldım kaldım uzun saatler boyu; açlığa ve susuzluğa dayandım bir karış boyumla ve elbette uzun teravihlerde uyumamak için “uydum hazır olan” hızlı imamlara.. ama tüm bunlardan önce ve öncelikle “hoca” olması beklenen bu çocuğa; yalan söylememek, kul hakkı almamak, şirk koşmamak, iyi-sevilen bir insan olmak ve herkesin acısını acısı saymak öğretildi Müslümanlık diye.
Onca zaman geçti; muhafazakar ve milliyetçi bir ailede yetişmiş olan ben özlüyorum beni var eden ailemin muhafazakarlığını. Kabataş’ta bilerek yalan söyleyenince; güzel kıraât eden bir kişi milyonların ahını ve kul hakkını alınca; her bir yere kibir ve gösteriş egemen olunca; şirk koşar gibi saraylar şatafata boğulunca; yoksullara yardım bir temaşaya dönüşünce; bıyıkları terlememiş bir çocuğun annesi meydanlarda yuhalatılınca; İstanbul’un orta yerinde yaşanan bir katliamın hemen sonraki gününde bir köprü açılışı için sevinçten yer yerinden oynayınca bir yerlerde bir hata var diyorum: ya bizimkiler muhafazakar, Müslüman değildi, ya şimdikiler...
Dedim ya; uzun bir zamandır haysiyettendir tüm çabam, itirazım, isyanım ve karınca kararınca direnmem.. ama sadece benim “kişisel” haysiyetimden değil. Bu toprakların muhafazakar insanlarının çoğunluğunun olup biteni görmeme, duymama ve ses vermemesi nedeniyle kendileri için var ettiği onursuzluk içindir direnmem. Yoksa emin olun korkuyorum: Gecenin bir yarısında ya da şafak saatinde ansızın alınmaktan, 13 yaşındaki oğlumu bir daha görememekten, huzur bulduğum gözlerde kaybolamamaktan, işimi kaybetmekten ölesiye korkuyorum. Ama ne çare; muhafazakar ailem bana Şeytan’ın gereksiz yere çok konuşan kadar, konuşması gerektiği yerde susan bir İblis olduğunu da öğretti.
Bana bu bilgiyi, bu hakikati öğretenler: Neredesiniz? (OE/HK)