Sloganlar, türküler, birbirine çarpan insanların özür dilemeleri, “gel, gel, gel” çağrıları ve havadaki kesif biber gazı kokusu eşliğinde giriyoruz Taksim’e. Mesele 4-5 ağaç değil artık, otoriter babaya kafa tutan çocuklarız. Türk, Kürt, Ermeni, Alevi, gay, lezbiyen, ateist… Bu memlekette, belki de ilk 'faşizme karşı omuz omuza'yız. Çok kalabalığız, haklıyız ve elbette kazanacağız!
Barış süreci nedeniyle Kürtlerin eyleme destek vermediği, mesafeli durduğu söylendi günlerce. Polis şiddeti yerine penguenleri göstermeyi tercih eden ana akım medya, bir tek bu haberi atlamamış. Nedense? Ulusalcıları gördükçe “aman bir tatsızlık” çıkmasın tedirginliği de yaşamıyor değiliz. Ama tam da bu sırada, havai fişeklerle aydınlanıyor meydan. Yanımdaki arkadaşım ile göz göze geliyoruz, gülümsüyoruz; buradalar!
Kışla kondurulması planlanan Gezi Parkı, otonom bölgeye dönüşüyor zamanla. Çadırlarımız, revirimiz, atölyelerimiz, bostanımız, Devrim Market’imiz bile var. Bir yandan tulum sesleri yükselirken, diğer yandan “Çevik boş durma, Kürtlere çay getir” sloganı eşliğinde halaylar çekiliyor. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını “Öldürmeyeceğiz, ölmeyeceğiz, kimsenin askeri olmayacağız” sloganı ile kesiyoruz. Sonra hep bir ağızdan haykırıyoruz: Bu, daha başlangıç, mücadeleye devam!
Dayanamıyorlar elbette. “Pankartları indireceğiz” bahanesi ile müdahale ediyorlar Taksim’e. Hayatında ilk defa sokağa çıkan, muhalif konumuna düşünce “terörist” ilan ediliveren gençler, devlet refleksi ile de tanışıyor. Hal böyle olunca, çocukluğundan bu yana Ankara’nın doğusunda olanları televizyondan izleyen bir nesil, Kürtlerin "havaya açılan ateş sonucu vurulan", "ölü ele geçirilen", "dış mihrakların oyununa gelen" insanlar olmadığını idrak ediyor. Ekşi Sözlük’te “Özür dilerim senden Kürt kardeşim” başlığı açılıyor. Bir başka sözlük yazarı, “Bu saatten sonra İzmir'de herhangi bir olay olduğunda bir Türk olarak Kürt kardeşlerim ile en önde eylem yapacağımı bildiririm” deyiveriyor. Özürler, özeleştiriler birbirini izliyor.
Gördüğümüzü, bildiğimizi “baş belası” twitter’a yazıyoruz. Meydanlarda olanlarla omuz omuza, farklı kentlerdeki direnişçilerle ise internet üzerinden dayanışma halindeyiz. Gezi Parkı’nı “halka açtıkları” gün, twitter hesabıma bir mesaj düşüyor: “Diyarbakır’dan oraya uzamayan kolum kopsun, kafayı yiyeceğim! Ne olur yapabileceğim bir şey olursa söyleyin. Kalbimiz sizinle.” Sarılıyoruz tanışmadığım arkadaşımla. Tam ümitsizliğe kapıldığım noktada güç veriyor bana ve “Serkeftin,” diyor.
Derken 28 Haziran günü Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Kayacık Köyü’nde kalekol yapılmasını protesto eden halka askerler tarafından ateş açılıyor. “Havaya” açılan ateş sonucu 19 yaşındaki Medeni Yıldırım, yaşamını yitiriyor. Kahroluyoruz. Kadıköy, Taksim, Beşiktaş, İzmir, Ankara, Antakya, Mersin, Eskişehir ve dahası, Medeni için sokağa çıkıyor. Beşiktaş’taki kalabalığın içinde yürürken İzmir’den bir arkadaşım arıyor: “Yaklaşık 100 kişilik bir grupla yürüyoruz. Ne dediğimi bilmeden slogan atıyorum,” diyor. Ülkenin doğusu da, batısı da direniyor. “Yaşasın halkların kardeşliği” sesleri yankılanıyor. Barışı iktidardan beklemek hataydı, süreci halklar devralıyor. Gezi’de tanışmıştık, Lice’de güveniyoruz birbirimize… O sırada timeline’ıma düşen bir tweet Gezi ruhunun ne olduğunu özetliyor:
"Çiğdem çitleyelim mi heval?" (ÖA/HK)