"Öteki için yazmadığımı bilmek, yazacağım bu şeylerin hiçbir zaman beni sevdiğime sevdirtmeyeceğini bilmek, yazının hiçbir eksikliği karşılamadığını, hiçbir şeyi yüceltmediğini, tam da senin olmadığın yerde olduğunu bilmek -- yazının başlangıcı budur."
Roland Barthes - Bir Aşk Söyleminden Parçalar
Size ne olduğunu anlamıyorsunuz.
Koltuğunuzda sessiz sakin otururken ansızın salonun ortasından bir hız treni geçiyor ve kendinizi içinde buluyorsunuz. Sizi lunaparka götürüyor ve bu öylesine heyecanlı, neşeli ve huzurlu bir yolculuk ki bir dakikalığına durup trenin salonunuzda ne aradığını sorgulamaya vaktiniz yok, bu denli absürt bir senaryonun rüya olma ihtimali aklınıza bile gelmiyor. Belki de tam tersi, mazide olan biten her şey rüyaydı ve şimdi uyanıp hayata başladınız.
Anlamak, anladığını sanmak, onu ilahi bir varlık yerine koyup inanmak ya da inanmamak. Genellemesi imkansız, subjektif fikirler üzerinden dönen milyonlarca tartışma bir yana; iş anlatma kısmına geldiğinde yüzyıllardır muhteşem sanat eserlerinin ilhamıdır aşk. Kitaplar, resimler, heykeller, şarkılar... Biçimler farklı, tetikleyici aynıdır. Aşk için üretenler, onu anlatabilecek yücelikte bir ifade bulmaya çalışırken kelimelerin yetmediğinden yakınan aşıkların kahramanı olur. Dili dolaşan aşığın yardımına hislerine tercüman olan bir şiir, film, şarkı koşar ve bir bakarsınız o eserin verdiği güçle dili çözülmüş, o da bir başka esere can vermiş. Aşkın sanata dönüşümü bir çeşit yerçekimli karanfil etkisidir ve serde üretim olduğu için asla solmaz.
Lamb'in We Fall In Love şarkısı adına münhasır; aşktan bahsetmekle kalmıyor, kulağa değdiği an kızıl bir ışık huzmesi misali kalbe varıyor ve götürdüğü yer tanıma muhtaç değil. Temas ettiğini kurguda, anlam arayışında kaybolmaktan vazgeçirip akışa güvenmeye ikna ediyor. Keza kendini müziğe bırakıp etrafta kimseler yokmuş gibi dans edenlerin ruhları aşkın kumaşına sarılır.
Lamb usta bir terzilikle, ince ince işliyor kalp atışlarını. Biliyorum ki herkeste farklı atıyor. Melodi sihirli bir değnek gibi, ulaştığı yerin kendi büyülü dünyasını yaratıyor. Aşkınıza en çok yakışan imgeyi açığa çıkarıp gerisini size bırakıyor.
Belki lunaparkta çocukluğunuzu aydınlatıyor yıldızlar ya da kumsalda, yüzünde koca bir gülümsemeyle size doğru koşarken gün batımından daha güzel görünüyor sevgili. Bir sabah uyandığınız omuzda cennetin nabzını duyuyorsunuz. Belki de kışın ortasında, O'na varan yolu öyle bir yürüyorsunuz ki geçtiğiniz yerlere bahar geliyor. Göğüs kafesinizden tenine varlığından haberdar olmadığınız şiirler akıyor. Yokluğunda körsünüz belki ve iple çektiğiniz tatile kavuşmak gibi gözleri. Nefes darlığı çekerken soluğu boynunda aldınız, kokusuyla sarhoş oldu hücreleriniz. Etraf tıklım tıklım, ikiniz kalabalığın içindesiniz ve baş başasınız. Tam işinize odaklanmanız gereken yerde gözleriniz dalıyor, okyanusunda yüzerken her detayı seviyorsunuz. Yapaylığın yabancısı olmaktan yorulduğunuz vakit dudakları geldi, toprağı öptünüz. Her santimine ayrı methiye düzmek istiyorsunuz ama aklınız sizde değil. Mantığınıza duyduğunuz kuşkusuz güven, diğerlerinin ego tatmininden gayrı önemi olmayan yalvarışları, geçmişteki devasa yanılışların kazandırdığı binlerce tecrübe, en becerikli atağa bile farkındalıkla üflediğiniz sigara dumanı tam o anda, tek bir bakışın içinizde yarattığı yangının kömürü oluyor.
Ve bunlarla iç içe ve bir o kadar da dışında;
Modern zamanın umarsız çatışanları, eski sevdaların mendil bırakan masumiyetini özleyenler, değişen ilişki biçimlerinin ayarı tutturamayan kurbanları, iflah olmaz Werther'ler, hep arayışta olup denk gelen her yanlışı romantik bir serüven zannedenler, ununu eleyip yeleğini asmakla övünen yanlış yaşlanmışlar, her şeyin basitleşmesinden yakınıp mevzu bahis basitliği kendi elleriyle yaratanlar, en sıradan yakınlığı bile dramatik boyuta taşıyanlar, samimi olup taktiğe mahal vermemek için müthiş taktikler geliştirenler, oyuna inananlar, bir daha asla olmayacağından emin olanlar, bulduğunu sananlar, vazgeçenler ve onları geri döndürmeye and içenler, kaçanlar, kovalayanlar, reddedenler, delirenler, delirtenler, 14 Şubat'ta sevgilisizlikten yakınanlar, kapitalizm oyunu olduğuna inanıp yine de içinde bir burukluk hissedenler ya da diğer günlerden farklı görmeyenler... Hepimiz.
Bakarken bile yoran bu kaosun çıkışını bize We Fall In Love gösteriyor. Yüzyıllardan beri kudretini yitirmeyen aşk hepimizden daha yaşlı, tarihin kölesi olmayacak kadar zamansız, dejeneresyonda kaybolmayacak kadar belirgin, kendi büyüsü içinde gerçek, sanatla ebedi. Sanki uzaklardan kahkahalar atıyor savaşımıza, bizim gibilerini defalarca görmüş. Belki de aşkın bizi sevmesi için ondan aldığımız yaraları zırh ya da mıknatıs yapmak, aramak veya imkansızlığına inanmak yerine, içimize dönüp kendimizle mutlu olurken kapıyı açık bırakmak; önyargılardan ve kalıplardan sıyrılıp kendimizi ritme kaptırmamız gerek.
Kalbinizin kendi harikalar diyarını yaratması dileğiyle… (BSD/AS)