Kalandar Soğuğu Mustafa Kara’nın 2007 tarihli Umut Adası’ndan sonra ikinci uzun metrajlı filmi. Umut Adası, yönetmenin de belirttiği gibi pek kendisine ait değil. Bunu Kalandar Soğuğu’nu izleyince zaten düşünüyorsunuz. Çünkü Umut Adası ve Kalandar Soğuğu aynı yönetmene ait olmayan iki film gibi duruyor. İki filmin kanımca tek ortak noktası, bir konuyu basitçe, yormadan anlatabilmesi.
Kalandar Soğuğu, Festival Premiere Plans, Hamburg Film Festivali, Festival Premiers Plans D’angers, Antalya Film Festivali, Altın Lale, Film Festivallerinden ödüller aldı ve 89. Akademi Ödülleri’nde (Oscar) En İyi Yabancı Film Dalı’nda Türkiye’nin adayı oldu.
Karadeniz ile ilgili görsellik ancak konu ile uygun olursa, çakışırsa tamamlayıcı olabiliyor, yoksa salt görsellik olarak kalıyor. Bunun en başarılı örneklerinden birini Özcan Alper Sonbahar filmi ile göstermişti.
Yönetmen, Kalandar Soğuğu’nda, dört mevsim Karadeniz görüntülerini filmin çizgisi adına sergilediklerini söylüyor. Sert kış koşulları yönetmenin bu isteğini karşılayabilmiş. Bunun dışında bu filmi, dünyanın herhangi bir yerinde de çekebilirdiniz ancak o zaman yoksulluk vurgusu dışında çoğu parametreyle de uğraşmak zorunda kalırdınız.
Film, Rum meselesine şöyle bir değiniyor. Rumların ‘kovalanması’nı torun ısrarla sorgularken oğlun sessiz kalması, Yahudilerin "Oğullar babalarının yaşadığını unutmak ister, torunlar hatırlamak" atasözünü akla getiriyor. Rumlardan kalan evlerin taşlarını alıp kendine ev yapanların anlatıldığı sahnede evin taşların üst üste yığılmış görünüşü, bir zamanların yerleşik ve etkileyici kültürünün ne hale geldiğini göstermekte oldukça başarılı. Sonuçta bir tarihi gerçekliğin daha torunlara aktarılarak unutulmasının, unutturulmasının önüne geçilmiş olunuyor.
Film yoksulluğu göstermekte, hissettirmekte oldukça başarılı. Evin derme çatmalığı, okulsuzluk, eğitimsizlik, dış dünyasızlık, kap kacak, üst baş, yenen yemekler birbirini tamamlıyor. Bu yoksullukta elde olanı korumaya, elde olabileceği var etmeye çalışan iki kadının rolü de oldukça etkileyici ve her iki kadının da Mehmet’e olan toleransları kendisini tartıştırıyor. Özellikle Hanife gerçekçi bir performans sergiliyor ancak Haydar Şişman’ın bölgeye dilsel ve davranışsal uyum gösterebildiği konusunda ikna edemiyor. Ancak yoksul aile hiçbir yemeği aç gibi yemiyor, aç insan iştahı sergilemiyor. Zorlu çalışma koşullarından epey zaman sonra dönen Mehmet bile evdeki ilk yemeğini sabırla ve nazikçe yiyor. Bu durum sürekli aynı yemekleri yemekten bıkmaları yüzünden olabilir mi?
Kalandar Soğuğu’ndaki Mehmet’in rolü için yönetmen şunları diyor: “‘Tutkusunun, idealinin, umudunun peşinde giden ya da kariyeri için yırtınan hayalperest insanların toplum tarafından, ailesi tarafından anlaşılamaması, biraz hatta tukaka edilmesi, dışlanması meselesi taşrada bambaşka bir insan hikayesi üzerinden olsa nasıl olur, orada nasıl algılanır, orada da bu sıkıntıyı çeker mi ya da eşini ikna etmek için zor durumda kalır mı?’ sorusunun üzerinden ne yapmalıyız, ne etmeliyiz derken bir de pastoral bir resim sunmak amaçlı değil, gerçek anlamda öyküyle de örtüşen bir hikaye bulalım derken, benim çocukluğumda tanık olduğum maden arayan bir adam vardı. O fikri kendisine alarak, bambaşka bir öykü iskeletinin içerisine dahil ederek, az önce dediğim sorulardan yola çıkarak bir insanın bu eksiklikleri arzuları nasıl karşılanır, nasıl yaşanır, ne hissedilir? İnsan taşrada da kentte de, yüz yıl önce de yüz yıl sonra da aynı insan nihayetinde duyguları değişmeyen varlık, Bu sorulardan yola çıkarak senaryolaştırdığımız, fikirleştirdiğimiz bir öykü. İlk fikirleri böyle çıktı ortaya.”
Kanımca yönetmenin Kalandar Soğuğu filmi yukarıda anlatılanları karşılayan bir öykü çatısı ve akışı tam sağlayamamış. Filmin ana karakteri olan Mehmet düzenli bir iş bulup boş zamanlarında değerli maden arasaydı ve sadece maden arasaydı, yönetmenin amacını karşılayabildiği söylenebilirdi. Mehmet tembel değil ancak o kısa yoldan para kazanmak için o iş bitinceye dek çalışkan. Ailenin yaşadığı sorunların kendinden kaynaklandığını kabul etmiyor. Eğer boğa güreşi için çırpınmasaydı, madencilik ve değerli maden arama isteğine, idealini gerçekleştirme azmine anlayış gösterilebilirdi. Ancak Mehmet, çabuk paranın peşinde ve bu yüzden ailesi yoksulluğun alasını yaşıyor. Mehmet’in hızlı para edinme hırsını hayatı boyunca sergilemiş. Yönetmenin hızlıca çok para edinmeyi bir ideal gibi bu filmde savunduğunu sanıyorum. Yukarıda kendi sözleriyle anlattığı bir fikri filme yansıtabilmekte sorunlar olduğunu düşündürtüyor.
Mustafa Kara, Sarun köyünde yaşanan depremi anlatan Kürtçenin Kırmançki lehçesindeki ‘Arıx’ adlı şarkının etkileyici müziğini kullandığı Kalandar Soğuğu filmi ile bir mesele üzerine yeni bir söz söylemiyor, söylenmişler üzerine tartışmıyor. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi sayılacak olan Kalandar Soğuğu sıkılmadan izleniyor. (AY/EKN)