Vedat Türkali romanlarıyla ve eylemleriyle Türkiye'de hep tartışıldı, masaya yatırıldı, desteklendi ve eleştirildi; politik duruşu karşısında konumlananlar tarafından her türlü hakarete de maruz kaldı.
Türkali'nin siyasi ve edebi yolculuğu hayli uzun bir koşuya benziyor. Bugün 96 yaşına gelmiş bir yazar ve siyasi kişilikten söz ediyoruz. Haliyle görmüşlüğü çok, geçirmişliği daha çok. Türkiye'nin kurulduğu günden bu yana tartışıp çözemediği ne varsa hepsi Türkali'nin de sorunu. Belki de bu yüzden "Kürt" dediğinde, "Ermeni" lafı ağzından çıktığında ve "sol, sosyalizm" diye dövündüğünde bir dolu insan hâlâ eskiden kalma alışkanlıkla ve günümüzde "yeni" geliştirdiği reflekslerle irkiliyor. Olsun varsın.
Türkali'nin, Türkiye'nin yakın (kimilerinin de hayli uzak durmayı tercih ettiği) tarihiyle harmanlanan romanları yayımlandığı her dönemde ses getirdi. Çok kısa süre önce okurla buluşan Bitti Bitti Bitmedi ise adıyla koşut biçimde sonlanmamış bir sürü meseleyi az ve öz olarak gündeme taşıyor. Türkali inatçılığıyla ve coğrafyanın kendine özgü sertliğiyle.
Hikayeler ve gerçekler
Türkiye'de tarihin ara sokakları, sapakları ve cepleri epey bir şey anlatır, görmesini bilene çok malzeme sağlar. Türkali, onları romanlaştırmada yetkinliğini her daim konuşturmuş bir isim. Bitti Bitti Bitmedi, oralara ayak basarken kanamış, kabuk bağlamış ama hatırlandıkça ne kadar taze olduğu anlaşılan yaralara değiniyor. Bu nedenle romanın sacayağını Ermenistan, Urfa ve Diyarbakır oluşturuyor. Elbette burada üç kişinin adını anmak lazım: Tarık (ya da Murat), Lüsi ve Zilan. Roman boyunca tarih özeti çıkaran Lüsi'nin dedesi, bazen bir derviş bazen de bir bilge gibi deneyimlerini aktaran bir karakter olarak karşımızda.
Türkali romanda, karakterler yoluyla "hikâyeler" anlatıyor fakat mesele tarih olunca iş hikâyelikten çıkıp gerçeğin rayına giriyor. Lüsi'nin Tarık'la yakınlaşması, Zilan'ın Tarık'ı sakinleştiren biri olarak sahne alması hep bu gerçeklikle yürüyor.
Bitti Bitti Bitmedi, Vedat Türkali, Ayrıntı Yayınları, 192 sayfa. |
Peki, o gerçeklik denen ne?
Romanda birbirine karışan kişilikler ve konuşmalar eşliğinde, Tarık Murat olur, Murat da Tarıklaşırken yüzyılın ilk çeyreğinde Ermenilerin başından geçenler, 12 Eylül, Tarık'ın cenderesine girdiği Diyarbakır Cezaevi, renksizleşen ve herkesin üstüne kasvet çöktüğü bir Türkiye, koğuş kapısının hemen yanından bize bakan Erdal Eren ve solcuların ayağına takılan çelmeler... Tüm bunlar, bir türlü bitmeyen o acayip "hikâyeler" aslında. Her birimizin ziyaret ettiği mezarlar ve yaşarken ölmüş onca insan...
Tarık'ın aklında yer edenlerle işkencelerin ve darağaçlarının birbirine eklemlenmesi de hiç unutulmaması gereken ve sonlanmayan acıların anlatımı. Kişiler, roman karakteri olsa da bir yanıyla hayli sahici. Hemen hepsi "birbirine çirkin yazgılar oluşturmak için tatsızlık yaratanların" tezgâhından geçmiş. Öyküler bitmiyor, dertler de. Türkali öyle diyor.
Hafıza silinirken ayağa kalkan roman
Dede'yle Tarık'ın ilişikisi de romanın bir başka gerçekçi tarafı. Dede, Tarık'ta kendisini görüyor; en önemlisi Tarık'ın Diyarbakır Cezaevi'ndeki "tecrübelerinin" farkında. İki kişinin birbirini anlamasının koşulu dinlemek. Türkali, Tarık ve Dede ilişkisiyle bize bunu da anımsatıyor. Bu, aşkta da böyle acıda da. Bitti Bitti Bitmedi, birbirine bağlanan bu hikâyeler babında da önemli.
Lüsi, Murat/ Tarık ve Zilan'ın ortak noktası hırpalanmışlık. Ürkeklikleri ya da hırçınlıkları buradan ileri geliyor. Yıldırının ete kemiğe büründüğü karakterler de var elbette romanda. Üçünün bunlarla karşılaşması ise geleceklerine yön veriyor. Tıpkı geçmişte olduğu gibi. Türkali'nin bu anlarda karakter tahlillerine ve psikolojik çözümlemelere girdiğini de söylemeli. Çünkü bu da hem kurgunun hem de gerçeğin bir parçası.
Eskinin derinliği, bugünün acısı olarak roman boyunca hep yanıbaşımızda. Dede'nin anlattıkları, Murat/ Tarık'ın yaşadıkları, Zilan'ın ve Lüsi'nin hissettikleri, bir bakıyorsunuz kimimize ucundan kıyısından dokunuyor kimimizin ise zaten bildiği bir "hikâye" olarak parlayıveriyor.
Bütün bunları alt alta getirip toplayınca kitabın, bir tür kesişme anlatısı olduğu görülüyor. Türkali bir kez daha anımsatıyor; hemen ardında duran ve seni zorlayan, kimi zaman yoklayan geçmişe hep yüzünü dön diyor adeta. Çünkü bu olmazsa yaralar büyüyor. Tıpkı romanda Murat'ın kendiyle yüzleştiği sahne gibi bize de böyle bir hesaplaşma öneriyor enikonu.
Hafızanın silinmek istendiği yerde pek çok şey gibi roman da ayağa dikiliyor. Türkali'nin Bitti Bitti Bitmedi'si böyle bir kitap. (TA/HK)