Bu ay Başka Sinema salonlarına konuk olan Ramin Matin’in ikinci filmi Kusursuzlar 50. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde hem en iyi film hem de en iyi yönetmen ödüllerini kazanmış, başrol oyuncularından İpek Türktan Kaynak da 4. Malatya Uluslararası Film Festivalinden en iyi kadın oyuncu ödülüyle dönmüştü.
İzmir’in tatil beldesi Çeşme’de huzur dolu, sessiz, sakin bir atmosferde geçen Kusursuzlar, aslında bu atmosfere rağmen huzursuzluklar ve kusurlarla dolu.
İki kız kardeşin anneannelerini kaybetmelerinden sonra yaptıkları bir yaz tatili ziyareti gibi başlayan film aralarındaki, sebebini filmin sonuna kadar tam anlamıyla çözemediğimiz gerilimin tırmanmasıyla başka bir çehreye bürünüyor adeta. Onca mavi gökyüzüne, çarşaf gibi serin sulara, çimlere uzanıp yapılan sohbetlere rağmen bir iletişimsizlik, dillendirilmeyen bir gerilim hatta öfke var kardeşler arasında. Aniden uyanılan tekinsiz uykular, çarpılıp çıkılan kapılar, bir arada durmak zor olsa da birbirlerinden ayrılınca tedirgin olan iki kardeş var karşımızda.
Şaşırtıcı final
Kişilikleri epey farklı; abla Yasemin daha dışa dönük, daha başına buyruk, savruk görünürken küçük kardeş Lale yaşından olgun ya da en azından öyle görünmeye çalışıyor. Ablasından memnun değil, onu sürekli eleştirir halde, ziyadesiyle huzursuz, çokça ürkek.
Ablasının “seviyor belli ki, bak arayıp duruyor” demesine rağmen telefonlarını cevaplamadığı bir erkek arkadaş var ortada. Bir de daha önce karşılaşmadıkları bir tanıdıklarının akrabası yan komşu, yani bir başka erkek, girince devreye gerilim iyice tırmanıyor.
Yönetmen: Ramin Matin (üstte) Oyuncular: İpek Türktan, Esra Bezen Bilgin, İbrahim Selim, Mehmet Ali Nuroğlu, Suna Selen, Elif Taşçıoğlu |
Filmin sonuna kadar tahminde bulunup nedir bu kadınların derdi diye finalde anlıyoruz ki bu iki kız kardeşin arasına onları hem birbirinden ayıran hem de bir daha hiç ayrılamayacakları şekilde birleştiren bir sır girmiş.
İpucu verirsek olmaz elbet ama ben kendi adıma sonuna kadar başka bir sebep beklemiş ve finalde şaşırmıştım. Senaryosu, görüntü yönetimi, oyunculukları, gerilimi hepsi yerli yerinde olan filmin, merakımızı ve heyecanımızı sonuna kadar canlı tutması da cabası oldu.
Ramin Matin ile filmi konuşmak için buluştuğumuzda sohbete ülke sinemasının durumunu, sistemden kaynaklanan sıkıntıları, finansman zorluklarını, gösterim ağının yetersizliğini konuştuk .
Bu sorunlar zaten sinemayı yakından takip eden her sinemaseverim malumu oldu şeyler. Belki hepimizin henüz haberdar olmadığı detay ise zaten binbir zorlukla çekilen bu filmlere Kültür Bakanlığı tarafından sağlanan desteğin koşullarıyla ilgili yapılan yeni değişiklikler. Filmlere getirilen yaş sınırlandırmasının nasıl yapılacağı konusundaki muğlak ifadeler, belirsizlikler sıkıntılı. Çünkü filminiz +18 sınırına girerse bakanlık verdiği desteği geri çekecek artık. Bu da zaten çok büyük emeklerle yapılan işlerin zora sokulması, belki istemeyerek bile olsa otosansür zorunluluğu gibi anlamlara geliyor sinemacılar için.
Ramin Matin ile sinemanın yapısal sorunlarını konuşarak başladığımız sohbetimize asıl konumuz ise Kusursuzlar’dı. Film hakkında merak ettiklerimizi yönetmeni Ramin Matin anlattı…
Önce filmin adıyla başlayalım; neden Kusursuzlar? Kusursuzluğu vurgulamak için mi yoksa tam tersi ironik mi bu isim?
Kusursuzlar ismi ironik. Karakterler kusursuz değil her şeyden önce; hataları, iç hesaplaşmaları, kendi aralarında çözemedikleri problemleri var. Ama karakterlerin kusursuzluğundan öte toplumun değer yargıları, olmamızı istediği bir kusursuzluk hali var, kusursuz insanlar, kusursuz kadınlar olmak durumu. Bunu sağlamak adına bürünmek zorunda olduğumuz haller. Filmin adındaki vurgu biraz da buna.
Kusursuzlar kadın hikayesi anlatan bir film. Peki, bu bir “kadın filmi”dir diyebilir miyiz?
“Kadın filmi” tanımını çok doğru bulmuyorum. Bir filme kadın filmi demek ayrımcılık gibi oluyor bana kalırsa. Örneğin “erkek filmi” demiyoruz filmlere. İki kadının, kadınların hikayesini kadın gözüyle anlatıyor evet ama vurgusu kadınlıktan çok bu kadınların arasındaki ilişkiyle ilgili.
Çok detay vermemek kaydıyla soralım; kadın filmi değil ama ülkemizde kadın olmak halleri, kadına uygulanan şiddet gibi alt metinleri de var filmin, yani bir meselesi de var aslında değil mi?
Elbette, zaten bir hikaye anlatıyorsanız bir derdiniz de, söyleyecek şeyleriniz de vardır. Ama bunu seyircinin gözüne sokarak, mesaj verme kaygısı taşıyarak yapmayı doğu bulmuyorum. Filmde bahsi geçen gazete haberleri, arka fonda duyduğumuz televizyonun sesi bunları anlatıyor zaten. Ama film özünde bu iki kadının arasındaki iletişimi ve iletişimsizliği, geçmişten bugüne taşıdıkları öfkeyi, kırgınlığı, rekabeti ve taşımak zorunda kaldıkları sırrın ağırlığıyla ilgili.
Lale’nin ablasını sürekli uyarması ve arabalı taciz sahnesi de bunu vurgulamak için mi var?
Evet. Hem kadının bu toplumda karşılaşabileceği şeylerin, hem de kardeşlerin bu konudaki yaşanmışlıklarının onlarda yarattığı tedirginliğin altını çizmek için.
Oyuncuların canlandırdıkları karakterler değil ama performansları kusursuz. Nasıl bir çalışma süreci yaşadınız?
Esra Bezen Bilgin ve İpek Türktan Kaynak tiyatro kökenli çok iyi oyuncular. Çekim süresince bir psikologla çalıştık, Esra ve İpek ayrı ayrı seanslara katıldılar. Travma sonrası bozukluk sendromuyla ilgili bir çalışmaydı bu. Bir de yine birbirlerinden habersiz olarak çocukluklarını kağıda dökmelerini istedik, çocukluk anılarını, başlarından geçenleri yazdılar. İlginç bir şekilde benzer şeyler yazdılar ve filmde bunlardan çok iyi faydalandık diyebilirim.
Peki neden mekan olarak Çeşme’yi seçtiniz? Filmin kasvetine gri bir Ankara ya da puslu bir İstanbul da uygun olurmuş sanki? Güneşli, huzurlu bir tatil kasabasıyla aslında var olan huzursuzluk birleşince tezat daha mı iyi çıktı ortaya?
Öncelikle Çeşme hem benim hem de senaristimizin çok iyi bildiği bir belde. Bir de yazın ne kadar kalabalık ve kıpır kıpır olursa olsun sezon dışı zamanlardaki tenhalığında, rüzgarında, kayalık denizinde tekinsiz bir hava var Çeşme’nin. Bu hali filmin genel havasına iyi uyum sağladı diye düşünüyorum.
Kusursuzlar Antalya’dan iki Altın Portakal’la, hem de en büyük iki ödülle döndü. Festivallerde ödül kazanmak ne derece önemli bir yönetmen için, ya da çok önemli mi? Ödüllü film olmak filme nasıl artılar sağlıyor?
Ödül kazanmak elbette önemli. Aslında ödül almak önemliden ziyade güzel, emeğinizin değerli bulunması, boşa gitmemesi demek. Ödül almamak çok büyütülecek bir mesele değil diyelim en iyisi. Çok büyük prodüksiyon olmayan, gişe kaygısı taşımayan, çok tanınmış oyuncularla çalışılmayan filmlerin zaten hasılat, seyirci gibi dertleri pek olamıyor. Festivallerde yer almak bu yüzden önemli, ödül almaksa filmi biraz daha büyük kitlelere ulaştırabilmek, yapacağınız diğer filmlere destek alabilmek için gerekli bir anlamda. (GÖ/HK)