Hiç unutmam annemin teyzemle ilk telefon konuşmasını. Daha yeni Türkçe öğrenmeye başlayan annem, direkt Türkçe konuşmaya başlamıştı. Halbuki yüzyüze iken Türkçe konuşmaları imkansız. Sonraki bir tarihte, yurtdışına gönderilen "ses kasetlerini" dinliyordum. Annemin amcası, yurtdışında çalışan oğluyla Türkçe konuşuyordu bir komutana tekmil verircesine. Yüzyüze iken Türkçe konuşmak akıllarına bile gelmez ki ondan sonra hiç Türkçe konuşmamışlardır herhalde.
Aradan otuz yıldan fazla zaman geçti. Tabii bu süre zarfında annemin Türkçesi gelişti, fakat evde sürekli Kürtçe (Kurmancca) konuşur. Annem, 2006 yılında ben Irak Kürdistan Bölgesi'ndeyken ziyaretime geldi. Ben için için seviniyor, annem Kürdistan bölgesine geldi, artık "zincirlerinden" kurtulmuştur diye düşünüyordum. Neyse annemi alıp, otuz günlük vize almak için yabancılar şubesine gittim. Annem, memurun sorularına Türkçe cevap , daha doğrusu tekmil vermeye başladı! Malum devlet dairesi ve orada ancak Türkçe konuşulur.
Bunu asimilasyon ve özellikle "dilsel kiriminalizasyon" politikasının şiddetini ve bunun, hayatın en mahrem alanlarına bile nüfuz edebildiğini belirtmek için anlattım. Bizim gibi "devletin ideolojik aygıtlarının" çarkında geçenlerin geçirdiği travma ve ruhsal kırılmalar az çok herkesin malumu. Ama "devletin ideolojik aygıtlarını" ve "dairesini" görmeyen ninem, bırakın travma geçirmeyi, Türkçe konuştuğumda kızıyor, üstelik Türkçeyi küçümsüyordu! Ama ben, Mersin'e göçtüğümüz ilk yıllarda, annem bir mağaza ya da dükkana girince, Türkçesinden utanıp kapıda bekliyordum. Bu arada, Türkçe bilmeyen yaşlıları, misafir geldiğinde başka odaya kaçıran evler de vardı.
Alevilik "mücevher" Kürtlük "yara" gibi saklandı
Elbette bu "kiriminalizasyon politikası" bir süre sonra, özellikle toplumun "elit tabakası" üzerinde çok etkili oldu. Öyle ki toplumun bir kesimi "zımnî dilsel ötenazi" talebinde bulunmaya başladı. Bu talep öylesine güçlü idi, çok kısa sürede etkisini gösterdi. Otuz yıl önce annem Türkçe bilmiyordu, bugün ise torunları Kürtçeyi anlamıyor bile. Bunun etkileri sadece Türkiye ile sınırlı kalmadı, bundan 20-30 yıl önce Avrupa'ya giden, Kürtçe konuşan ailelerin çocukları da, aşırı politize olmalarına rağmen, Kürtçe yerine Türkçeyi öğrendiler. Çünkü bu "kiriminalizasyon politikası" sonucu, Kürtçe konuşmak "köylü-gerici olmakla", Türkçe konuşmak "şehirli-ilerici" olmak özdeşleştirildi. Dolayısıyla bu ötenazi talebi "devletin olmadığı alan" içinde de çok etkili oldu, ama herkes "evinde" sonuna kadar "Alevi"ydi ve bunu her şekilde savunmaya hazırdı. Yani "Alevilik" bir "mücevher" gibi, Kürtlük ise bir "yara" gibi saklanmaya çalışıldı. Ve bu da kader olarak görüldü, dil konusunda en ufak bir direniş ve itiraz sözkonusu olmadı.
Bunun nedenleri ayrı bir yazının konusu, dolayısıyla burada değinmeyeceğim. Ama şunu belirtmekte fayda var. Kürt Aleviler'de Cumhuriyet sonrasında Kürtlük bilincinin geç gelişmesi ve yaygınlaşmamasının nedeni "dinsel aidiyet ya da kimliğin" daha önemli ve daha çok tehlikeye maruz olarak algılanmasındandır. Zira bundan yaklaşık 500 yıl önce bu topraklardan İran Horasanı'na giden ve Şii olan Kürtler, dillerini tehlikede gördükleri için sarıldılar ve unutmadılar. Bu noktada bir parantez açmakta fayda var, Chris Kutschera, Kürt Ulusal Hareketi adlı kitabında Cumhuriyet öncesinde Kürt örgütlerinin en etkili olduğu bölgenin Dêrsim ve Koçgîrî olduğunu dile getiriyor. Kaldı ki Ankara Hükümeti'ne karşı ilk Kürt isyanı da Koçgîrî İsyanıdır. Daha da önemlisi isyanın lideri Elîşêr Kürtçe şiirler yazmış, ve ibadet dilini Kürtçeleştirmeye çalışacak kadar ileri gitmiştir!
Kürtçeyi yeniden öğrenmeye başladığım doksanlı yılların ortalarıydı, dolayısıyla özellikle yaşlılarla Kürtçe konuşmaya gayret ediyor, onlara sorular soruyordum. Bir gün büyük yengem usulca yanıma yaklaştı, biraz ürktüm, sonra yavaşça, "Oğlum, yine böyle yapıyorsun, sen okul okudun, ne oldu sana, bırak bu Kürtçeyi?" Aslında, ses tonuyla, bana "bir doktora görünsen iyi olur", demek istemişti!.. Fakat ben ve benim gibi kişiler yine de çevredeki herkese Kürt olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyorduk, yani devletle değil Kürtlerle mücadele ediyorduk. Biz Türkçe "Kürdüz" diyorduk!, onlar da Kürtçe "Am tirk in, ja Xorasanê hâtina (Biz Türküz, Horasan'dan gelmişiz)"diyorlardı. Tabii onları Kürd olduğumuza ikna edemedik. Fakat aynı insanlar Kürtçe konuşurken, "Am Kurmanc in, ew Tirk in (Biz Kırmancız, onlar Türk)" diyordu. Kürtlük daha çok siyasi bir kimlik olarak algılanıyordu; belli bir kesim için hala da öyledir. Bu arada eve uydu anteni alıp, Med Tv izlemeye başladık. Bir gün kadınların konuşmalarına kulak misafiri oldum, hayretler içinde "Anam anam doktorlar, profesörler Kürtçe konuşuyor!.." diyorlardı. Artık Kürt olmaya karar vermişlerdi!.. Biz birkaç yılda edemedik, ama televizyon birkaç dakika da onları Kürt olduğuna ikna etmişti! Çünkü Kürtçe'yi sadece "köylüler" değil, artık "şehirliler" de konuşuyordu.
Kürtlüğü ve asıl Kürtçeyi başka yörelerde arama dönemi
Malum doksanlı yıllardan itibaren Kürt Hareketindeki gelişme, daha doğrusu Kürdistan İşçi Partisi PKK'nin yürüttüğü mücadele, Maraş yöresindeki Kürtleri de etkilemeye başladı ve bir süre sonra özellikle gençler arasında kitlesel bir hal aldı. Ancak bu gelişme daha çok siyasi alanda görüldü, kültürel ve dilsel alanda ise yeni bir akım başladı: Kürtlüğü ve Kürtçe'yi başka bölgelerde arama. Devletin kiriminalizasyon politikası sonucu dillerinden bir "yara" gibi kurtulmaya çalışan Maraşlı Kürtler, doksanlı yıllardan sonra, kendileri de dahil olmak üzere, Kürtlerin sayesinde şivelerini küçümseyeme başladılar ve "Kürtlüğü" ve "Asıl Kürtçe"yi diğer bölgelerde aramaya koyuldular. Öyle ki Maraş Kürtçesi fıkralara konu olmuştur. Hatta bu fıkralar uzun yıllar Suriye'de yaşayan ünlü Kürt şairi Cegerxwîn'e bile atfedilmiştir.
Güya Cegerxwîn Kürtçe konuşan Maraşlı bir Kürde "Türkçen çok iyi, ama içinde birkaç Kürtçe kelime var" demiş. Kısacası Maraş Kürtçesi devletten çekmedi Maraşlı Kürtler ve diğer bölgelere mensup Kürtlerden çektiği kadar!.. Altmışlı ve yetmişli yıllarda doğanlar, birinci travmayı iyi Türkçe konuşamadıkları için, ikinci travmayı da, politik olarak bilinçlendikten sonra, Kürtçe'yi iyi bilemedikleri ve çocuklarına öğretemedikleri için geçirdiler; üstelik çocukları zaman zaman onlardan bunun hesabını sorabiliyordu. Üçüncü travmayı da kendi Kürtçeleriyle diğer Kürtlerle konuştuklarında geçirdiler. Bu noktada bir parantez açmak gerekir. Diğer bölgelerde yaşayan Kürt Aleviler ve aynı düzeyde olmazsa da Ankara-Konya-Kırşehir, hatta Adıyaman ve Urfa Kürtleri de aynı derten muzdarip olmuştur.
Yukarıda değindiğim gibi doksan yıllarla birlikte, Maraşlı Kürtler kendi Kürtçelerini "bozuk" bulmaya başladı ve "asıl" Kürtçenin diğer bölgelerde konuşulduğuna ikna oldu. Sonuçta devletin, Maraşlı dahil bütün Kürtlerin (ve bendenizin!) "işbirliğiyle" Maraş Kürtçesi, "Kürtçenin dibe vurduğu" bölge yani en zayıf halka oldu. Bu durum bugün öyle bir hal almıştır ki temel cümlesi Kürtçe, yan cümlesi Türkçe olan cümleler kurulmaktadır. Hatta bir halk ozanı "Genç yaşta hayata min maf bû (genç yaşta hayatım mahvoldu)" diye bir türkü bile yakmıştır. Ama öte yandan Basê Doğan gibi insanlar çok duru ve saf bir Kürtçe ile konuşabilmektedir. (Bu arada yavaş yavaş Babamın Sesi'ne ve asıl konumuza gelmeye başladık. ) Basê Doğan, filmin çekimi sırasında kendisine Türkçe anlatılan replikleri, en değme çevirmene taş çıkartacak şekilde "organik Kürtçe"ye çevirdi ve Maraş Kürtçesinin potansiyellerini yeniden ve daha iyi anlamamı sağladı. (Fazla mütevazı olmayana gerek yok, ben de bazen, korka korka da olsa, onun açıklarını kapattım tabi ki, ama devede kulak misali. Kendisi yıllardır benim Kürtçe hocam ve kaynak kişim. Yani kariyeri sadece bu filmle sınırlı değil!..)
Devlet Elbistanlı Türkleri asimile edemedi
Bugüne gelirsek... Maraş-Elbistan'da birkaç köy dışında Kürtçe konuşan çocuk nerdeyse yok, asıl trajedi burada başlıyor. Halbuki seksenli yılların sonuna kadar hakim dil Kürtçe idi, anneler Türkçe bilmiyordu, ama bugün "deliler" ve yaşlılar olmazsa, Kürtçenin sesi sedası kesilecek. Bugün bizim köylü olup Kürtçe konuşan sadece iki çocuk var; onlar da İngiltere'de yaşıyor. İnanması güç ama İsviçre'de doğup Kürtçe öğrenen bir ailenin çocukları, akrabalarıyla sorun yaşadığı için sonraki yıllarda Türkçe öğrenmek zorunda kalmıştı.
İlginç ve çarpıcıdır, Maraşlı Kürtler 20-30 yılda azımsanmayacak düzeyde asimile olurken - Avrupa'dakilerde dahil -, bundan yaklaşık 500 yıl önce, bu topraklardan İran Horasanı'na giden ve yaklaşık aynı şiveyi konuşan Kürtler - Şii olmalarına rağmen - dillerini korudu. Daha ilginç olanı, Elbistanlı Türkler, "dil devrimine" rağmen kendi şivelerini 80 yıl korudu, ama Kürtleri standart Türkçeyi Türklerden daha iyi konuşacak kadar Kürtçeyi unuttu; yani devlet Elbistanlı Türkleri asimile edemedi... (Aynı şekilde Diyarbakır merkezdeki Kürtler de, kendi yöresel Türkçelerinden vazgeçmedi, ama Kürtçelerinden büyük oranda vazgeçti.)
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Maraş Kürtçesi'nin serüveni ve bu şiveyi konuşanların dilleriyle olan ilişkisi çok karmaşık bir ilişki. Sistematik politikalar sonucu insanlar dillerini "kesmeye" çalıştı, ama biraz irdelendiğinde buna mecbur kılındığı görülür. Her yerde Türkçe konuşmaya çalışan bir akrabamız, çocuklar gibi şen, herkese kendisiyle Kürtçe konuşan doktoru anlatıyordu; üstelik bu doktor Şafii idi ve şivesini çok da anlamamıştı.
Çocuklarının Türkçe öğrenmesi için çaba harcayanlar, Kürtçe konuşan bir çocuk gördüklerinde inanılmaz derecede sevinebiliyor. Bugün bile insanlar, yıllarca önce Maraş Kürtçesi'yle televizyonlarda yayımlanan tek skeci birbirine anlatıp durur. Bundan iki sene önce, hayatında çok az köy dışına çıkmış, kendi halinde bir kadın, sevindirik bir şekilde elime bir şey tutuşturdu, oku dedi. Verdiği şey Kürtçe yazılmış bir düğün davetiyesiydi, okudum, çok azını anladı, ama yüzünde güller açtı.
Kuşkusuz Maraş Bölgesi asimilasyon politikasının en etkili olduğu bölge oldu, ama benim söz etmeye çalıştığım dönem daha çok 12 Eylül darbesi sonrası dönemi ve özellikle Şemsikan köylerini kapsıyor. Durum Sînemillî, Alxas, Atmî ve Qarahasan köylerinde nispeten daha iyidir. Örneğin, Sünni olan birkaç Qerehasan köyü belki de Kürtçenin en canlı olduğu köylerdir. Bu durum galiba biraz İran Horasan'nındaki Şii Kürtlerin dillerini sahiplenmelerine benziyor.
Bugün ona yakın Şemsikan köyünde Kürtçe konuşan çocuk nerdeyse yok iken, hemen yanı başındaki Nergele köyünde bütün çocuklar Kürtçe konuşur; zaten filmde Kürtçe konuşan çocuklar da bu köyden. Darbe öncesinde Maraş yöresinde yani Elbistan/Afşîn/Pazarcık'da Meçhulî, Emekçi, Şah Sultan gibi ozanlar Kürtçe eserler vermiştir, hatta Tacım Dede ve Maraş'ın uzantısı diyebileceğimiz Kayseri/Sarız-Tavla'da Hacı Bayrak ve Nesimi Çimen, Temeli gibi ozanlar Kürtçe deyiş ve türkü söylemişlerdir.
Bugüne gelirsek, özellikle son on-onbeş yılda Maraş ve çevresinin dili ve kültürüyle ilgili çalışmalar yapılmıştır. Başta Mehmet Bayrak olmak üzere, Alî Alxas, Mehmet Kömür ve Besê Aslan bu alanda önemli çalışmalar yapmışlardır.
Ayrıca TV 10'da Maraş Kürtçesiyle yapılan programlar da özel bir önemi hakediyor. Bu arada yıllarca kesintisiz bir şekilde Kürtçe türkü söyleyen Mistî Kur'ı (Kör Misto'yı) ve özellikle iki bin yılından sonra Maraş yöresine ait Kürtçe türkülerin sevilip yaygınlaşmasında önemli bir rol oynayan Garip Dost'u anmadan geçmek olmaz. (İlginçtir, Maraş Kürtçesi'yle müzik yapan Grup Seyran'nın CD'si, bir ara Diyarbakır ve Silopi'de en çok satan CD idi; kendi gözümle gördüm ve CD satıcısına sorarak teyit ettirdim.)
Maraş Kürtçesine ilişkin iddialara yanıt
Şimdi de birkaç örnekle, Maraş Kürtçesi'ne ilişkin iddialara cevap vermek istiyorum. Kuşkusuz Maraş yöresi Kürtçenin en asimile olduğu bölgelerin başında gelmektedir, fakat gramatik yapısı ve sözcük dağarcığı açısından bugün bile diğer bölgelerden aşağı kalır yanı yok; hatta diğer ağızlarda kaybolmuş, birkaç özellik Maraş Kürtçesi'nde kendini korumaktadır. Doğrudur Maraş Kürtçesinde Türkçe kelime sayısı çoktur, ama Mardin Kürtçesi'ndeki Arapça sözcüklerin sayısı hiçte ondan az değildir. Ayrıca bugün bile o Türkçe kelime ve deyimlerin Kürtçe karşılığı vardır, hatta bazen fazlası bile vardır!..
Maraş Kürtçesiyle alay edilirken, genelde " Qêpi Qapamîş ka (Kapıyı Kapat)" örneği verilir, ama aynı yörede "kapıyı kapatmak", aralarında nüanslar olmak şartıyla üç şekilde söylenebilmektedir.
1) Deri bigra/Deri dâda 2) Deri (da) hav ka. 3) Deri pêvâda
Ayrıca bölgede "geçmek" fiili dört biçimde kullanılıyor:
1) Daw(b)irîn: Aşağı doğru geçip gitmek. 2) Hilbirîn: Yukarı doğru geçip gitmek. 3) Raw(b)irîn: Direk geçip gitmek. 4) Darwâz bûn: Karşıdan karşıya geçmek.
"Kazmak" fiilinin kullanım şekli ve nüansları ayrı bir incelemeyi hakediyor:
1) Kolandin: Düz kazmak. 2) Rakolandin: Keser ve kazmanın ucuyla hafiften kazmak. 3) Vekolandin: Genişlemesine kazmak. 4) Raxurandin: Keser ya da kazmanın ucunu toprağa sürterek getirip götürmek. 5)Vejandin: Didik didik ederek kazmak.
Yörede "elit tabakayı" oluşturan kişiler, bunlara bir kısım dede ve solcular dahil/dahildi, İngilizce ya da herhangi bir Avrupa dilinden sözederken, bu dillerdeki dişil-eril ayrımına atıfta bulunarak, bu dillere övgüde bulunur. Halbuki Maraş Kürtçesi'nde dişil-eril ayrımı bu dillerden ve Kurmanca'nın diğer ağızlarında çok çok daha gelişmiş ve komplikedir. Öyle ki bu ayırım şart kipi ve olumsuzluk takısında bile vardır. Örneğin;
- Kî nixwaş a neya (Hasta ise gelmez): Eril
- Kê nixwaş a neya (Hasta ise gelmez): Dişil
- Az nî birçî ma (Aç değilim): Eril
- Az nê birçî ma (Aç değilim): Dişil
Ayrıca Kurmanca'nın diğer ağızlarında yalın kişi zamirlerinde birinci, ikinci ve üçüncü tekil kişilerde dişil-eril ayırım yok iken, bu Maraş Kürtçesinde şimdiki zaman ve yakın gelecek zamanda da vardır:
Xwârin (Yemek) fiilinin şimdiki Zamanı:
- Dişil: Azê daxwama, Tê daxwa, Awê daxwa
- Eril: Azî daxwama, Tî daxwa, Awî daxwa
Bu örneklerle Maraş Kürtçesi'nin daha üstün olduğunu kanıtlamak gibi bir amacım yok, sadece bazı "şehir efsaneleri"ne cevap vermek istedim.
Babamın Sesi'nin devlet ve Kürtlere mesajları
Bugün Maraş Kürtçesi'yle, Kürtçenin dibe vurduğu bir bölgeden Babamın Sesi gibi Kürtçe bir film, üstelik başarılı ve ödüllü, film yapılıyorsa, devletin ve Kürtlerin titreyip kendine gelmesi gerekiyor!. Kürtçe "en zayıf halkada" bile kendini varetmeye çalışıyor. Fakat bunu Maraş Kürtçesinin gelişimi açısından çokta abartmamak gerekiyor, bu sadece çölde bir vahadır.
Bütün Kürtler ve Kürt Hareketi de bu filme çöldeki vaha gibi değer biçmeli ve sahiplenmeli. (Bu film Hamlet'in Kürtçe sahnelenmesi kadar önemli ve tarihi bir olaydır.) Ayrıca Kürtler, şive ve lehçeleri "standart dile" kurban etmeden, bu sorunu tedricen çözüme kavuşturmalı. Zira Maraş Kürtleri kendi şivelerini sevmeden, Kürtlükle ve standart Kürtçe ile sağlıklı bir ilişki geliştiremez. Türkiye'de dünyada örneği az olan "dil devrimi'ne rağmen, insanlar kolay kolay kendi şivelerinden vazgeçemiyor; bugün bile dizi, sinema ve müzik alanında önemli bir unsurdur şive. Son, belki de en önemli nokta, 20-30 yılda Maraş Kürtçesi'nin başına gelen diğer bölgelerin başına gelmeden Kürtler elini çabuk tutmalı.
Devlet ise - vicdan azabı çekmeyeceğine göre - şunu bilmeli, herkesin "dışladığı", yöre insanının bir "yara" gibi kurtulmaya çalıştığı bir dil ile bir film yapılabiliyorsa, demek ki Kürtleri asimile etmek o kadar da kolay değil. Fakat assmilasyonun gidişatı artık devlete değil Kürtlere bağlı!...
* Mazlum Doğan Çevirmen / Babamın Sesi filminin dil danışmanı