2 - 11 Kasım tarihleri arasında düzenlenen Selanik Film Festivalinin şeref misafirlerinden İranlı Kürt sinemacı Bahman Ghobadi dört ülkeye yayılmış Kürt halkının yakında günyüzü göreceğine inanıyor.
Sarhoş Atlar Zamanı, Kaplumbağalar da Uçar, Yarım Ay ve halen Türkiye'deki sinemalarda oynamaya devam eden Gergedan Mevsimi adlı filmleriyle dünya çapında tanınan ve birçok ödüle layık görülen başarılı yönetmenle 3 Kasım Cumartesi akşamı Selanik'te görüştüm.
İran'daki çoğunluktan farklı olduğunuzu çocukluğunuzun hangi safhasında hissettiniz?
İlk olarak okul kitaplarında kısmi de olsa Kürtçe'nin kullanılmadığını fark edince şaşırmıştım. Ayrıca niye Kürtçe dersler görmediğimizi de anlamakta zorlanıyordum. Televizyon yayınlarında özellikle yöneticilerin Kürtçe değil de Farsça konuşmaları biz Kürtlerden farklı olduklarının teyidi olmuştu, üstelik onlar Şii, biz Sünniydik.
Üniversiteye başvurduğum zaman zaten mezhebim yüzünden reddedildim. Askerlik sonrası sakal uzatıp tekrar başvurduğumda Şiiler gibi dua ederek babadan Şii olduğumu söylemiş, bu sayede kabul edilmiştim. Fakat ilerleyen zamanlarda Sünni olduğumu saklamadım ve o yüzden de eğitimimi tamamlayamadım; bu ülkemde faşist bir düzenin iktidarda olduğunun kanıtıydı.
Fakat bir zamanlar İstanbul Yeşilköy Havaalanına İran Havayollarına ait Kürdistan adlı bir uçağın inmesi iki ülke arasında neredeyse diplomatik bir skandalın patlamasına sebep olmuştu...
Sadece gösterişti, o zamanlar en büyük uçaklarından birine Kürdistan adını veren rejim bizi esas haklarımızdan, dilimizden, üniversite eğitiminden, Sünni olduğumuz için yöneticilik yapma şansından mahrum etmeye devam ediyordu. Biz ikinci değil, üçüncü, hatta dördüncü sınıf vatandaş muamelesi gördük. Kapısını çalacağınız her Kürt evinde mutlaka alacağınız cevap, aile fertlerinden birinin rejim tarafından öldürülmüş olduğudur.
Peki Türkiye'deki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye İran'dan iyidir diye düşünüyordum, ilk geldiğimde örneğin Diyarbakır Belediye Başkanının Kürt olması benim için mucizevi bir durumdu. Fakat siyasi bir tutuklunun mahkemede Kürtçe'yi kullanma isteğinin reddedilmesi anlaşılır gibi değil. Bu durum Türkiye rejiminin imajını zedeliyor. 20 milyon kişinin konuştuğu bir dile saygı gösterilmesi lazım, aksi yöndeki bir tavır demokratik sayılamaz.
Açlık grevlerini biliyorsunuz...
Türkiye hükümetinin Kürtleri bir an önce dinlemesi lazım, başka şansı yok. Kürt halkının kızdırılmaya devam edilmesi abes, gazetelerin bu ihtilafı agresif bir dille ayakta tutması da hoş ve yararlı değil. Aynı masaya oturulup konuşulması lazım; belki de bu bir oyun, sorunun bu kadar uzun zamandır bir çözüme kavuşturulmamış olması fazlasıyla şaşırtıcı çünkü.
Yılmaz Erdoğan ve Monica Bellucci'nin de rol aldığı Gergedan Mevsimi'nde İstanbul'un önemli bir yer tuttuğunu göz önünde bulundurarak yönetmene memleketim hakkında bir soru yöneltmeden edemedim. İstanbul hakkındaki duygularınız nelerdir?
İki yıl İstanbul'da kaldım, iki film çektim, romanımı bitirdim. Şehri çok sevdim, çok yakın Kürt, Türk, İran'lı arkadaşlarım oldu, Nuri Bilge Ceylan da onlardan biri. İstanbul'un güzelliği, enerjisi benim yeniden doğuşuma vesile oldu, artık ikinci vatanım sayılır. Şu anda Van depremiyle ilgili bir film çekmeyi düşünüyorum, fakat Kürt meselesinin durumu bende bazen uzaklaşma isteği uyandırmıyor değil.
Selanik'le ilişkiniz nasıl?
İlk filmimin gösterimi sırasında gelmiştim. Fakat şu andaki ziyaretim biraz hüzünlü, çünkü ölümünden kısa bir süre önce görüştüğüm Angelopoulos beni son filminde oynamaya ikna etmişti. Mazide Kürt karakterlere eserlerinde yer vermiş olan büyük yönetmene zaten hayrandım.
Fatih Akın'ın İstanbul Hatırası'yla benzerliği dikkati çeken ve yönetmeninin sürgününe sebep olan "Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok" adlı belgeselden yola çıkarak Ghobadi'ye müzikle ilgili bir suali de uygun gördüm.
Türkiye Cumhuriyeti'nin politikası çerçevesinde Anadolu geleneğinden çok Batı kültürü önemsendi, radyo yayınlarıyla örneğin Klasik Batı Müziği empoze edildi...
Evet, Şah Pehlevi ile Atatürk'ün anlayışları benzerdi, fakat o mazide kaldı.
Şimdilerde ise televizyonda bir müzik aletinin görünmesine bile tahammül edemiyorlar. Kadınlar tek başlarına şarkı söyleyemiyor, kayıt yapmak isteyenler ancak dört kişilik bir grup kurdukları zaman binbir zorlukla amaçlarına ulaşabiliyorlar.
Kültürümüzü öldürüyorlar, medeniyetimizi yerle bir ediyorlar, köklerimiz ve geçmişimizle bağımızı kesmeye çalışıyorlar. Herkesin tek bir İran kimliğiyle özdeşlemesi için çaba gösteriyorlar. En değerli bilim insanlarını, entelektüellerini ve sanatçılarını yurt dışına kaçıranlar memleketin iyiliğini istiyor olamazlar.
Fakat biz dalları budanan ağaçlar gibi güçleneceğimize inanıyoruz. Kürt halkı yüzyıllarca azap çekti, fakat mücadelesini sürdürdü ve sürdürmeye devam edecek. Korkarım bizi bir Kürt Baharı bekliyor. İran'da, Irak'ta, Suriye ve Türkiye'de yaşayan Kürt nüfus haklarına ve hürriyetlerine kavuşmak için ellerinden geleni yapıyor. Dileğim federal bir sistem içinde özgürce yaşamak. (MT/AS)