“Çocukluğumuzda Kaf Dağı ile başlayan masallardan Kafkasya'yı biliyoruz. Ama bu Kaf Dağı'nın ardı hep sisliydi.” Chiviyazıları Yayınevi’nden Özcan Sapan Türkiyeli okurun Kafkasya’ya ile ilişkisini bu sözlerle özetliyor.
Peki bu sisi nasıl dağıtalım? Kafkasya’yı ve Kafkasya edebiyatını tanımak için nereden başlayalım?
Yayınevinin kurucularından Sapan Chiviyazıları’nı, yayınevinin dizilerini ve Kafkasya edebiyatını anlattı.
Kafkasya hangi halkları kapsıyor?
Kafkasya denildiğinde ilk akla gelen Çerkesler olur. Bu, bilgisizlikten ötürü yakın zamana kadar da böyleydi. Oysa coğrafya o denli renkli ki saymaya başladığınızda ezberiniz bozuluyor. Çerkes, Nogay, Karaçay, Kabartay, Balkar, Oset, Çeçen-İnguş ve Dağıstan halkları, ki Dağıstan'da Ruslarla birlikte dili tanınmış 14 halk bulunur. Ayrıca Abhazlar, Gürcüler, Megreller, Lazlar, Acaralar, ve Svanlar.
Tabii bu kadarla bitmiyor. Ermeniler ve Azeriler de Kafkasya kültürü içindedir. Dağıstan örneğinde olduğu gibi bölgesel ve konuşulan dillerin hepsini saymaya başladığımızda ciddi rakamlara ulaşmanın yanı sıra içinden çıkılmaz bir hale de gelebiliyor.
Bir deyişe göre, tanrı insanlara dillerini dağıtırken her yere eşit paylaştırmış. Kafkasya üzerine gelince çuvalda daha çok dil kalmış ve kalan o dilleri coğrafyanın üzerine boşaltmış derler.
Kafkasya edebiyatı denildiğinde ne anlamalıyız?
Susan Layton’ın “Rus Edebiyatı ve İmparatorluğu: Puşkin’den Tolstoy'a Kafkasya’nın Fethi” henüz Türkçeye çevrilmedi. Ama kitap eleştirmenler tarafından 19. yy imparatorluk inşası sırasında Rusların Kafkasya ile ilgili yazılı eserlerinin sentezini yapan ilk eser olarak tanımlanıyor.
Layton'ın kitabı Rusya’nın Kafkasya ile uzun ve karmaşık, politik ve edebi ilişkilerine ışık tutuyor. Rus yazarlar Kafkasya’yı nasıl hayal ediyor ve resmediyorlardı? Edebiyat, imparatorluğun inşasına ne ölçüde katkıda bulunmuştu? İmparatorluk genişlerken Rusya’nın kimliği nasıl şekillendi?
Buradan iki şey anlayabiliriz. Kafkasyalı yazarlar. Kafkasya’yı yazanlar. Her ikisi de uzun birer konu. Aleksandr Puşkin’den Lev Tolstoy'a mı yoksa Ahmet Mithat Efendi’den Ömer Seyfettin’e mi bir girizgâh açacağız. Nart Destanları’ndan, Altın Post’a mı yoksa Georges Dumezil’den Kojima’ya mı Kafkasya edebiyatının profilini çıkaracağız.
Yanısıra İngiliz Edebiyatı, Türk Edebiyatı, Rus Edebiyatı veya başka bir bakışla Kafkasya Edebiyatı… Kendine özgü bir dil kullanarak, kurarak yeniden biçimlendirerek ve estetik kurallar çerçevesinde, yazılı veya sözlü dertlerini sevinçlerini dile getirdiler. Fakat bu dile getiriliş şekliyle yazılı veya sözlü tarihlerini bazen en yakın komşularına bile anlatmakla güçlük yaşadılar. Çünkü çokkültürlü, çok renkli ve çokdilli bir yaşam Kafkasya’da sürmekteydi.
Dipsiz kuyuya atılan taş
Chiviyazıları Yayınevi nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Yayıncılık yapmak hep hayalimizdi. İlk derdimiz, yakın tarihin gayri resmi tarihini yapmaktı. Etnik edebiyat başta aklımızda yoktu. Ama gayri resmi tarihe bakarken etnik edebiyatta önemli bir yarayı fark ettik. Bu işe böylece başladık. Başlangıçta o coğrafyanın tarihi, kültürü, gelenekleri hakkında pek bilgimiz de yoktu. Hatta dost toplantılarında bize dipsiz kuyuya taş attığımızı söyleyerek gülerlerdi.
Yayınevi bünyesinde 1998-2002’de üç ayda bir “Kafkasya Yazıları”nı yayımladık. Bu yayın tam da Gürcistan-Abhazya Savaşı'nın olduğu döneme denk geldi. O dönemde "Nasıl olacak bu şartlarda böyle bir dergi?" diyenler vardı. Fakat halklar birbirini boğazlarken, derginin yayın kurulunda Gürcü ve Abhaz arkadaşlarımızla bir araya gelebildik. Kafkasya Yazıları ile ne kadar önemli şeyleri başardığımızı daha sonra anladık.
Daha önce Türkiye'de Kafkasya edebiyatından kitaplar basılıyor muydu?
Nart Yayınevi, Kafder gibi dernekler, vakıflar vesilesiyle düzensiz şekilde, daha amatörce kitaplar yayımlanıyordu. Ama bizden önce sistemli şekilde ve özellikle de bütün Kafkasya’yı işleyen yayınevi yoktu.
Bugüne kadar kaç kitap yayımladınız?
Kafkasya Kitaplığı’ndan 55, Aykırı Edebiyat’tan 32, Nemesis Kitaplığı’ndan 30, çeviri ve telif eserlerden oluşan kitaplar edebiyat, eleştiri, şiir ve denemelerden oluşan 138 kitabımızın yanı sıra İnsan Hakları, Portreler, Müzik Kitaplığı derken toplamda 405 kitaba ulaştık.
Etnik kitaplar konusunda kendimizi Kafkasya ile sınırlamadık. Nusayriler, Nasturiler, Aleviler, Pontoslar, Kürtler, Ermeniler, Hemşinliler, Çingeneler hakkında da kitaplar yaptık. Ama genellikle Kafkas orijinli kitapların yayınevi olarak bilindik.
Öncelikle bilinmeyen tarihi açığa çıkarmak ve o halkları tanımak için çaba gösterdik. İlgi alanını tarihten açarak edebiyata yönelmeye gayret ettik. O yüzden araştırma kitaplarına ağırlık verdik ama Kafkasya edebiyatından Nur Dolay’ın “Kafkasya Çemberi”, Bekir Aşba’nın “Üşüyorum”u, Hayri Ersoy’un “Sürgün Sessiz Ölür”ü ve Recai Özgün’ün “Laz Muhammed”i gibi kitaplar da yayımladıklarımız arasında.
Çevirmen konusunda sıkıntılar yaşadınız mı?
Çevirmen sıkıntımız hiç olmadı. Çünkü Kafkasya ile ilgili kitaplara “Kafkasya Yazıları”nı yaparken başladık. Böylece bu işle ilgilenenler bizi rehber olarak seçtiler. O derginin referansıyla bir sürü yayına ve kişilere ulaştık.
“Olmayanı yayımlamayı seçtik”
17 senedir nasıl bir yayın politikası izlediniz?
Aslında 20 yıl. Chiviyazıları Yayınevi ilk kitabını 1993’te yayımladı. Ülkede yaşanan krizden herkes gibi, her kurum gibi etkilendi. Biz de üç yıl daha hazırlık yaptık. Bu nedenle 1996 diyoruz.
Yayın skalamızı çok geniş tuttuk. Türkiye'deki yayıncılık anlayışından farklı şekilde, olmayanı yayımlamayı seçtik. Olmayanlardan biri de Marquis de Sade'ın tam metin kitaplarıydı. Sade’ın eserlerini sansürsüz ve tam metin bastık.
Mesela herkesin “Arabistanlı Lawrence” diye bildiği Thomas Edward Lawrence'ın “Bilgeliğin Yedi Sütunu”nu Türkçeye çevirdik. Bu kitap Ortadoğu üzerine önemli külliyattır ve o coğrafyayı önünüze serer.
Nemesis Kitaplığı’nda en son gazeteci Elliot Jaspin’in “Etnik Temizliğin Amerika’daki Saklı Tarihi”ni bastık. Mükemmel bir yapıttır. Bu örnekler bir öğretinin temellerini oluşturur.
Bakanlıklar yayınevinden kütüphaneler için toplu eserler aldı mı?
Etnik dizilerle ilgili böyle bir talep hiç gelmedi. Ama başka yayınlar için zaman zaman istek yapıyorlar.
Okur profiliniz kimlerden oluşuyor?
Türkiye'nin etnik, kültürel tarihini inceleyen bir okur kitlemiz var. Bizi önemli referans olarak görüyorlar. Fakat diziler arasında o kadar kesin ve keskin ayrımlar var ki, bildikleri başka kitapları da bastığımızı fark ettiklerinde şaşırıyorlar.
Aykırı Edebiyat dizisinde de özel kitleye sahibiz. Aynı kitabı başka yayınevi de çıkarsa muhtemelen bizi tercih ederler. Çünkü bu konudaki duruşumuzu örneklerle gösterdik.
Okurlardan nasıl tepkiler aldınız?
Etnik yayınlara yeni başladığımızda telefon açıp küfredenler, tehdit edenler oluyordu. Yanısıra okurlardan beğenilerini paylaşanlar da vardı. Mesela “Abhazca Konuşma Kılavuzu ve Sözlük”ü yayımladığımızda bizi arayıp "Dilimi bilmiyordum" deyip teşekkür edenler oldu.
Gürcistan'a geziler düzenleyen bir rehbere geziye katılanlardan biri “Gürcistan'da Etnografik Yolculuk”u önermiş. O rehber arayıp bu kitabı Rehberler Derneği’ne sunmamızı teklif etti.
Biz övgülerden böbürlenmedik küfürlere de aldırmadık. Hedef koymuştuk ve hep ileri baktık.
“Şiddetin kökeninde tanımama yatar”
Hedefiniz neydi?
Şiddetin ve savaşın kökeninde tanımama, bilmeme yatar. Dizinin derdi bu coğrafyadaki halkların, değişik etnik grupların kültürlerini anlatmaktı. İnsanların belli kimliklere karşı hala önyargıları var. Lazların 12'den sonra kafasının çalışmadığına, Çerkeslerin Ethem beyden (Çerkes Ethem) dolayı ''ihanet'' içinde olduklarına inanıyorlar.
Bu halkları tanırsak birlikteliğimizi sağlamlaştırabiliriz. Bu yüzden öğrendiklerimizi paylaşmak istedik.
Kafkasya dillerinden basılmış kitaplar yayımladınız mı?
Hayır yayımlamadık. Çünkü çok spesifik geliyor bunlar. Tarihini, kökenini bilmeyene orijin dilden eseri önüne koysan ne olur ki. Böyle bir derdimiz olmadı. Ayrıca bunları dernekler ve vakıflar yapıyor, yapsınlar da... Ama Abhazca Konuşma Kılavuzu, Türkçe-Adigece Sözlük, Lazca-Türkçe Sözlük kitaplarımız da var.
Türkiye’de Kafkasya edebiyatına ilgi nasıl?
Kafkasyalılar, kendi kültürleriyle ilgili konulara duyarlılar. Kafkasyalı olmayanlar tarafından yavaş yavaş dernekleri ve kültürel etkinliklerinden ötürü tanınıyorlar. Ama genel anlamda Türkiye’de kitap okuma oranları sıkıntılıdır. Zaten insanlar az okundukları için bilgi de pek fazla değildir. Yön belirtir gibi doğudan gelene Rus Klasikleri, batıdan çevrilene ise ya çağdaş Alman, İngiliz, Fransız edebiyatı dendi ya da külliyen yabancı edebiyat olarak adlandırıldı. Alt metni okumak tamamen bilgi ve bilme meselesidir. Biraz bu konularda maalesef tembeliz.
Kafkasya edebiyatındaki eksiğimi neye bağlamalıyım?
Bu sadece sizin eksiğiniz değil, genelin eksiği. Çünkü hem Kafkasyalılar içine kapalı bir topluluk hem derneklerin dışında yayıncılık faaliyetleri henüz yeni. Kafkasya halklarıyla da edebiyatıyla da 1990'ların sonunda tanışmaya başladık.
Türkiye'deki kitabevlerinin konu tasnifleri de bu anlamda sıkıntılı ve maalesef çok satanlara göre raf düzenliyorlar. Bu yüzden ancak bu konulara özel merakınız varsa yayınları arayıp bulabilirsiniz.
Aslında Kafkasya edebiyatında epey külliyat var. Yıllar önce Kafkasya ile ilgili Türkçe yayımlanmış eserleri çıkarmaya çalışmıştım, yaklaşık 600 civarındaydı. Ama çoğunu bulamazsınız. Çünkü önemli kısmı dernekler ve vakıflar aracılığıyla basıldı ve piyasaya verilmedi.
Sadece Türkler varmış gibi
Kafkasya edebiyatından örnekler ders kitaplarında yer alıyor mu?
Hayır. Hangisi var ki? Ermenilerle, Rumlarla, Yahudilerle ilgili var mı? Sistem, bu coğrafyada sadece Türkler varmış gibi yaklaşıyor. Daha düne kadar bu coğrafyada azınlık kavramı sadece dini faktörlere bağlı değerlendiriliyordu, etnik kimlikler yeni değerlendirilmeye başlandı. Bu algıdan yola çıkarak, egemen kültür diğer alt kültürleri önemsemedi, yok saydı. O yüzden ders kitaplarında da yer almadı.
Bu coğrafyanın egemen kültürü Çerkes tavuğunu, Laz böreğini, muxlamayı (mıhlama) yer, Gürcü şarabını içer, Alevilerin sazını dinler. Ama hepsi o kadardır. Maalesef o halklara tahammülü yoktur. Ne bilir, ne de bilmek için çaba sarf eder.
Ders kitaplarında olsaydı?
Temel sıkıntılarımız biterdi. İnsanlar ilkokuldan itibaren bu kültürleri, dilleri, edebiyatları tanırdı. Bu vesileyle Çerkesle, Kürtle, Lazla karşılaştığında öcü görmüş gibi korkmazdı. Birbirimize “Siz nerelisiniz, nereden geldiniz, ne istiyorsunuz” demezdik. Kendi gölgemizden korkmazdık.
Kafkasya edebiyatına nereden başlayalım?
Başta dediğim gibi istediğiniz yerden başlayın. İsterseniz Ahmet Mithat Efendi’den başlayın Ömer Seyfettin’e kadar uzanan yolda yüzlerce Kafkasya orijinli eser ve yazarlarla karşılaşırsınız ki bu anlamda çok değerli bir eser yayımladık. Sefer Berzeg’in “Kafkasya Bibliyografyası” makale, dergi, gazete yazılarını bile kapsıyor. Örneğin bu kitapla başlayarak en azından ne okuyacağınıza karara verebilirsiniz.
Fransız dilbilimci Dumézil gibi örneklerle başlayabilirsiniz. Kafkasya hakkında romanları, araştırmaları, dil üzerine kitapları var. Daha derli toplu ama tarihin dehlizlerine bir yolculuk yaparak; Puşkin’in 1822 tarihli şiiri “Kafkas Tutsağı”ndan başlayarak 1896-1904 yılları arasında yazılan ve ilk defa 1912’de ciddi şekilde sansürlenerek yayımlanan Tolstoy’un “Hacı Murat”ıyla başlanabilir. Bu ikisi arasında ise 1830’lardan 1940’lara kadar Aleksandr Bestujev-Marlinski ve Mihail Lermantov da var.
Bugüne kadar en fazla ilgi gören kitap hangisiydi?
Nihat Berzeg’in “Çerkesler”i epey ilgi gördü. Çerkesleri tanımayanlar bu kitapta derli toplu Çerkeslerin tarihini, kültürünü, geleneklerini, nasıl Türkiye’ye geldiklerini, neler yaşadıklarını öğrenebilirler. Recai Özgün’ün “Lazlar” kitabı da benzer minvaldedir. Hatta “Yeni başlayanlar için Lazlar” diye espri de yapardık.
Dil üzerine yaptığımız Abhazca, Lazca, Çerkesçe sözlük, konuşma kılavuzu gibi yayınlar da ilgi görüyor. Okurlar bu yayınlarla o dilleri öğrenmek için başlangıç yapıyorlar.
Mahalle baskısı, satış derdi
Hakkınızda bugüne kadar hangi gerekçelerle kaç dava açıldı ve nasıl sonuçlandı?
Yaklaşık on ayrı dava açıldı. Bir kısmı keyfe kederdi. Örneğin Kafkasya Yazıları’nı ve Mjora’yı toplatıp, engellemek için sebep bulamadılar, formatının Basın Yasası’na uymadığını gerekçe gösterdiler. Oysa Kafkasya Yazıları kültür, sanat, edebiyat dizisiydi ama kabul etmediler, dergi yerine koydular ve Kafkasya Yazıları ismiyle yayın çıkarmamızı yasakladılar.
Erol Anar’ın “İnsan Hakları Tarihi” toplatıldı. Bölücülük propagandası nedeniyle dava konusu oldu. Sonra beraat etti. Aysun Yüksel’in “Tarkan / Bir Yıldız Olgusu” Tarkan’dan izin alınmadığı ve ‘kişilik haklarına saldırı’ gerekçesiyle toplatıldı. Oysa biyografi yazmak için izin almak zorunda değilsinizdir ve kitapta kişilik haklarına saldırı yoktu. Dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde sonuçlandı ve kazandık.
Orhan Gökdemir’in Mehmet Ağar ile ilgili “Pike / Bir Polis Şefinin Kısa Tarihi”ne dava açıldı ve para cezası verildi. Marquis De Sade’ın “Juliette” kitabı ‘genel ahlaka aykırı olduğu’ gerekçesiyle toplatıldı, sonra beraat ettik.
Ahmet Erçakır’ın “Koltuk Sevdası / Yücel Yener'in Bir Çiftliği Var” kitabıyla ilgili yargılandık ve para cezası verildi. Ne gariptir eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, dönemin TRT Genel Müdürü Yücel Yener’i kitapta anlatılan gerekçelerle görevden aldı ama ben halen mağdurdum.
Davalar bu kadar sıklaşınca Türkiye Yayıncılar Birliği dayanamadı 2003’te bana Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü verdi. Ödülü aldığımda yaptığım konuşmayı hiç unutmadım; Bir gün yemek kitabı yapsam ve patlıcan musakkayı yanlış tarif ettin, Türkiye’nin gelenek, göreneklerine saygısızlık yaptın diyerek hakaret davası açacaklar dedim.
Şu an basın ve ifade özgürlüğü farklı mı?
Türkiye’nin çok fazla değiştiğine inanmıyorum. İsterseniz mahalle baskısı, isterseniz satış derdi deyin, yayıncıları, yazarları, gazetecileri sindirme politikası hala sürüyor. Bütün mesele aslında tanımaktan ibaret. Tanımadıklarınız yabancıdır, düşmandır. Muhalif sesler her dönem bazı gerekçelerle bastırılmak istendi. Bu coğrafya her farklı söylemi tehlike gibi görüyor.
Yönetenlere göre içeride gazeteci yok. Yani böyle derdimiz yok diyorlar. Ama gazeteciliğin kriterini siz belirleyemezsiniz. Türkiye ifade özgürlüğü konusunda eskiye nazaran geri durumda kalmıştır.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi bakınız bilimkurgu filmlerinde çokça rastlarız; bir el işaretiyle bütün ovalar dağlar yerle bir olur. Bir kelam filmin sonuna dek yankılanır. Ama bu bir film... Ve bu bir senaryo daha önce yazılmış, defalarca okunmuş, tashih edilmiş, eklenmiş çıkarılmış bir kurgudur.
Oysa önümüzde dertleriyle, acılarıyla, sıkıntılarıyla bir sorun var. Yıllarca birbirini boğazlamak için tetikte bekleyen yürekler var. Konu şimdi insandır. Ve bu insanlar aynı mahallede, aynı sitede, aynı kahvede oturmaya karar veriyorlar. Bu insanlar belki de yan yana komşuluk yapacak olan iki dükkan sahibi olacaklar. Anlatılan kurgu değil ve kurgunun yazıldığı bir kağıt hiç değil. Anlatılan insanlardır, yazılacak yer ise yürekleridir. Bu kadar kolay ele alınırsa o kadar kolay da kırılabilir. Çünkü onarılacak şey yürekleridir.
Ve onun için ilk kez yanılmayı çok istiyorum. İlk kez ezberimin bozulmasını istiyorum. Bu böyle olmaz dedikçe “Bu kez sus ve bekle, olacak” diyenlerin haklı çıkmasını diliyorum. (EG/YY)
Dizinin diğer söyleşileri
Rum Edebiyatından Bir Yazar Adı Söyleyebilir miyiz?