Lübnan yanıbaşında süren savaşa rağmen bölgede nispeten güvenli kalan ülkelerden biri. Ancak Ortadoğu’da yıkım savaş uçaklarının tekelinde değil. Silahların çıkıp sermayenin hızla girdiği şehirlerde barışı inşa etmeye “yer” yok.
Geçtiğimiz hafta Beyrut’ta bir grup aktivist şehrin halka açık kalan tek kumsalı Ramlet el Bayda’ya inşa edilmek istenen otel projesine karşı harekete geçerek inşaat alanına girip çalışmaları durdurmak istedi. Polisin ve şirket güvenliğinin saldırısına uğrayan aktivistlere “burası özel mülkiyet” denildi. Doğruydu, zira şimdilik halkın erişimine izin verilse de bu kumsal eski başbakan Refik Hariri’nin ailesine ait. Tıpkı Beyrut’un neredeyse tüm değerli arazi ve mülkleri gibi.
Ramlet el Bayda sahiline otel yapılmasını protesto eden Lübnanlılar. Foto: Ezgi Durmaz
Lübnan’ın 15 yıl süren meşhur iç savaşı sayısız grubun çatışmalara dâhil olmasıyla bilinir. Ancak savaş sonrasında ülkenin yeniden inşası söz konusu olduğunda o kadar da çok aktörden bahsetmek mümkün değil. Savaş bittiğinde Lübnan devleti o kadar güçsüzdü ki ne toplumun ne de başkentin yeniden inşasıyla baş edebilecek durumdaydı. 1992’de dönemin başbakanı ve zengin iş adamı Refik Hariri devletin de ortağı olduğu bir şirket kurar: Solidere.
Hariri’ye göre Lübnan’ın, özellikle de Beyrut’un yeniden inşası için gereken bellidir: Ülkeyi Ortadoğu’nun zenginleri için bir tatil mekanı haline getirmek ve Körfez sermayesinden pay alacak şekilde yeniden dizayn etmek. Bu amaçla şehir merkezi ve sahiller hızla dönüşüme girer. Projeyle birlikte satılığa çıkarılan kamuya ait bu toprakların alıcısı da yine Hariri ailesi ve ortağı olduğu şirket olan Solidere olur.
Savaş öncesi Şehitler Meydanı (“Downtown” – Şehir Merkezi)
Savaş bittiğinde meydanın ortasındaki Bağımsızlık Heykeli
1970’lerde şehrin merkezi (bugün Downtown denilen bölge) parkların, kilise ve camilerin, sinema ve tiyatroların yanısıra mağazaların ve satıcıların bulunduğu, her kesimden halkın bir araya geldiği bir mekan iken iç savaş bittiğinde (1990) harabeye dönmüştü.
Hariri’nin Solidere’inin ilk büyük projelerinden biri olan Downtown’un dönüşümü meydanın eski işlevinin tam tersi yönde işledi. Şehrin merkezi, Hariri’nin deyimiyle “yeniden doğan Beyrut”, beş yıldızlı rezidansların, lüks markaların, ünlü modacıların ofislerinin, galerilerin ve pahalı restoranların inşasıyla birlikte tümüyle bir özel mülkiyet alanına dönüştü. Downtown Körfez ülkelerinden gelen petrol zenginleri ve Lübnan elitleri için yeniden tasarlanırken şehrin yoksul bölgelerinin sınırı da çizilmiş oldu.
Fotoğraf: Habib Battah/Beirut Report
Şehir merkezinin sahile bakan aşağı tarafı Zaitunay Bay (eski adı ile St.George Bay) ise yine Solidere eliyle lüks bir yat kulübüne dönüştürüldü. Halkın, sahilin bu kısmında yürürken yüksek sesle konuşmasını bile yasaklayan tabelaların ardında lüks restoranlar uzanıyor. Sahilin öbür ucunda ise Beyrut’un ünlü Güvercin Kayalıkları’nın etrafındaki Dalieh bölgesi, özel mülkiyet olduğu gerekçesiyle tellerle çevrilmiş durumda, inşaat için hazırlanıyor. Mülkiyeti ise yine Hariri ailesine ait.
Ramlet el Bayda sahili için protesto, “Jaws 7ramieh (Hırsız Köpekbalıkları)” Foto: Hassan Chamoun
2005’te Hariri’ye düzenlenen suikast sonrasında ülkede siyasetin taşları yerinden oynasa da Hariri’nin başlattığı özelleştirme furyasında bir değişiklik olmadı. Beyrut’un tüm sahili Hariri ailesinin ve yakın çevresinin sahibi olduğu bankalar, yatırım ve emlak şirketlerinden oluşan bir ağ içinde özelleştirilip satılmaya devam etti. 2016 yılına gelindiğinde Beyrut Belediyesi’nin elinde kala kala iç savaştan beri kapısı kapalı olan Horsh Beyrut parkı kaldı. Belediyenin yönetimi de Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri’nin lideri olduğu Müstakbel (Gelecek) Partisi’nde.
Tüm bu yatırımın hedefi zengin turistler olunca ülkede ve bölgede patlak veren her krizin Lübnan’a faturası da ağır oldu. Orta gelirli bir Lübnanlının ortalama alım gücünün çok üzerinde fiyatlara sahip Downtown bir süre zengin Arap turistlerle dolup taşsa da 2000’lerde ülkeyi sarsan suikastlar, İsrail’in saldırıları, iç siyasette istikrarın sağlanamamasının ardından durgunlaştı. Hizbullah’ın Suriye’deki iç savaşa dâhil olması üzerine birçok Körfez ülkesinin Lübnan’a seyahati kısıtlamasıyla birlikte, milyon dolarlar harcanarak yeniden inşa edilen Downtown kimsenin gitmediği, restoran ve mağazaların da yüksek kiralarla başa çıkamayıp kapandığı bir yer haline geldi.
Lübnanlı şair Halil Cibran, “Ne yazık ki o ulusa” adlı ünlü şiirinin son dizesinde “ne yazık ki o ulusa parçalara bölünmüştür, her parçası kendini bir ulus sanır” der. Batılı yazarların Lübnan’a dair yazılarında kullanmayı pek sevdiği bu oryantalist Lübnan anlatısı kısmen de olsa doğrudur. Lübnan’ın ufak toprakları etnik ve mezhepsel bakımdan Ortadoğunun en karmaşık nüfusuna sahiptir. Bu gruplar arası dengeler, emperyalizm, klientalizm, bölgesel güçler, yerel burjuvazi, dağlardaki beyler derken Lübnan’da devlet diğer bazı Ortadoğu ülkelerinde olduğu kadar merkezileşemez.
1990’larda Ortadoğu’da esen neoliberalizm rüzgârını Lübnan’da da durduracak bir güç yoktur. 20 yıl süren iç savaş bittiğinde de her siyasi lider kendi bölgesinde gücünü sağlamlaştırmak için yarışır. Hariri’nin ülkeye getirdiği yatırım büyük bir pastadır. Bu pastadan diğer liderler de zenginleşir. Temsil ettikleri halk kitleleri ise savaşın derinleştirdiği kimlik ve mezhep sınırları içerisinde kalır. Merkezi bir devlet yapılanmasının eksikliğinde her siyasi partinin tabanı, o partinin sunduğu imkânlarla ayakta kalmaktadır.
Bugün Lübnan meclisindeki partileri neredeyse 40 yıldır aynı ailelerin mensupları yönetiyor. Siyasetçiler aynı mecliste yer alsalar da tabanda halkın ortak alanları yok. Savaş sonrası toplumsal barışın yeniden inşası yerine geçmişin üzerine beton dökmeyi tercih eden Hariri, halkın bir araya geleceği bir “mekân” da bırakmamış.
Geçtiğimiz iki sene Lübnan’da cumhurbaşkansız ve dolayısıyla meclis seçimleri yapılamadan geçti. Ülkenin Hizbullah ve Müstakbel Partisi etrafında kutuplaşan siyasi partilerinin tek bir isimde uzlaşabilmesi uzun pazarlıklardan sonra mümkün olabildi. Hizbullah’ın adayı Mişel Aun, 2005’te öldürülen babası Refik’in yerini alan oğul Saad Hariri’nin başbakanlık sözü alması üzerine cumhurbaşkanlığını elde etti. Şimdi Lübnan bir cumhurbaşkanı ve başbakana sahip, ancak bakanlar kurulu için partiler birbiriyle yeniden pazarlıklara girişti.
Ali, Lübnanlı 25 yaşında bir aktivist, “Lübnan’da politika böyle işliyor” diyor. “Şimdi birbirlerine ‘sen şu bakanlığı al ben de bunu alayım’ demelerini izleriz bir süre de. Kimsenin kamusal alanı umursadığı yok. Umursarmış gibi yapan parti de (Hizbullah’ı kastediyor–y.n.) olayı politik bir manevra olarak görüyor, alacağını aldıktan sonra çekiliyor”. Siyasi liderlerin aynı zamanda ülkenin milyarderleri olduğu Lübnan’da yalnızca Beyrut değil her şehirde kamuya ait alanlar yağmalanmış. “Neden bıraksınlar ki” diyor Ali, “onların geleceği yerler değil”.
Fotoğraf: Habib Battah / Beirut Report
Ancak “yaşam alanını savunma” ihtiyacı tüm dünyada olduğu gibi Lübnan’da da mezhep sınırlarını aşıp, halkın tüm bu özelleştirmelere ve betonlaşmaya karşı tepkisini doğuruyor. Geçtiğimiz yıl çöp krizi nedeniyle başlayan protestolardan doğan “Beyrut Benim Şehrim”(Beyrut Medinati) hareketi yerel seçimlerde aday çıkararak azımsanamayacak bir oy aldı. Şehrin elektrik, su, çöp ve halka açık yeşil alan problemlerinin çözümü için politikalar geliştiren hareketin ardında birçok sivil toplum örgütü ve aktivist de yer aldı. Beyrut’un kamuya ait tek parkı olan Horsh Beyrut geçtiğimiz yıl protestoların ve sivil toplum örgütlerinin baskıları sonucu iç savaşın ardından ilk defa halka açıldı. Sahilde kalan son erişilebilir kumsal olan Ramlet el Bayda ve tellerin örüldüğü Güvercin Kayalıkları içinse protestolar sürüyor. Zira Ramlet el Bayda’ya otel inşa edilip halkın erişimi kısıtlandığında Beyrut sahili olmayan bir sahil şehri olacak. (ED/HK)