Bir süredir hemen her gün medyaya yansıyan kadın cinayetleri, çocuklara onlarca kişinin nasıl tecavüz ettiği, kadınların nasıl dayak yediği ile ilgili haberlerle uyanıyoruz güne. Tecavüze uğrayan kadınların hatta çocukların uğradığı ruhsal şiddetin boyutları ise tartışmaya muhtaç.
Tecavüz sonrası yaşadıkları ile parçalanmaya devam eden kadınların beden yaraları geçse de bilinçlerindeki yaralar, uzun yıllar açık tutulmaya, kanatılmaya devam ediyor. İşte bu noktada, adaletin cinsellikle birlikte düşünülmesi gerektiği tezine sarılıyoruz.
Bu tez bize kadın bedenini hedef alan tecavüzlere bir hak sorunu olarak bakılması gerektiğini hatırlatıyor. Adliye koridorlarında adalet arayan tecavüz mağdurlarının yaşadıkları, bizi adaletin cinsiyeti üzerine düşünmeye zorluyor.
Adaletin cinsiyetinin erkek, zihniyetinin de erkek egemen olduğu gerçeği her tecavüz vakasında yüzümüze çarpıyor. Zira bu tecavüz davalarında kadın kurban olarak bile görülmüyor.
Çorum'dan Mardin'e oradan Fethiye'ye kadar yaşananlar, erkek egemen sistemin yarattığı dehşetin yargı aracılığıyla nasıl da meşrulaştırıldığının "gerekçelerini" ortaya saçıyor.
Önce Çorum'dan geldi haber;
Dava dosyasına göre, Çorum'da dini eğitim veren bir kurum olan Ensar Vakfı'nın eski Şube Başkanı Zekai İşler, olay tarihinde 15 yaşından küçük olan E.Y.''ye cinsel istismarda bulunuyor. Uzmanlar, "kızın beden ve ruh sağlığının bozulduğuna" yönelik rapor veriyor.
Bunun anlamı, Türk Ceza Kanunu'na (TCK) göre cezanın 15 yıldan az olmamak üzere hapis şeklinde belirlenmesi. Ama öyle olmuyor.
Çorum Ağır Ceza Mahkemesi, "genç kızın beden ve ruh sağlığının istismar nedeniyle mi yoksa ulusal basında çıkan haberlerden dolayı mı bozulduğunun belirsiz olduğuna" karar veriyor. Tecavüzü haber veren gazetelerle, tecavüz aynı kefeye konulup, sanığa komik denilecek bir ceza veriliyor.
Bu dil, aslında 15 yaşındaki bir kıza uygulanan cinsel istismarın gerçekten istismar olup olmadığına ilişkin kafalardaki soru işaretine görünürlük kazandırıyor. Karar alınırken istismarla yüzleşmenin ve bunu yargıya taşımanın zorluğu görmezden geliniyor. Çünkü oluşturulan sistem uyarınca, bu davada yargılanan tecavüzcü erkek değil, tecavüze uğrayan mağdur.
İkinci haber Mardin'den;
Aslında hepimiz biliyoruz olayı. 13 yaşındaki N.Ç.'nin maruz kaldığı tecavüzlere ilişkin davanın gerekçeli kararı sistemi deşifre ediyor. Mahkeme bir taraftan 13 yaşındaki NÇ'nin 26 kişinin tecavüzüne uğradığını kabul ediyor diğer taraftan ise adına tecavüz dediği bu eylemin 13 yaşındaki NÇ'nin "rızasıyla" gerçekleştiğini öne sürüyor.
Bu bakış açısı, NÇ davasında da tecavüzcülerin en alt sınırdan cezalandırılmasına yol açıyor. Veya tecavüzcüler daha az ceza alsın diye böyle bir bakış açısı geliştiriliyor. Davada en ağır cezayı alanlar ise N.Ç.'yi erkeklere götüren iki kadın. Mahkeme, iffetsiz yaşantıları nedeniyle kadınlara erkeklerden ağır ceza veriyor.
Aynı mahkeme, N.Ç.'yi "babana söylerim" diye tehdit ederek tecavüz eden erkeğin eyleminin ise "Kusur mağdurun eylemleri" diye kusursuz buluyor. Erkek yargı, hemcinsine yine sahip çıkıyor.
Son haber Fethiye'den;
Kadının "iffetsizliği" Fethiye'de devam eden bu davada da tecavüzün gerekçesi, meşrulaştırıcısı olarak işlev görüyor. 2'si 18 yaşından küçük 8 erkeğin tecavüzüne uğradığını iddia eden kadının şikâyeti üzerine savcılık takipsizlik kararı veriyor. Dava ancak Yargıtay'ın "Raporlar var, dava açın" kararıyla açılabiliyor.
Ama sanık avukatları yargıyı tanıyor. Tecavüzün değil kadının kusurunun bulunduğunu kanıtlamak için, mağdur kadının "parçalanmış bir ailenin çocuğu olduğu ve psikolojik durumunun iyi olmadığı" savını ortaya atıyor. Mahkeme, kabul ediyor bu savı ve iftirayı araştırmak için mağdur kadının anne ve babasının 25 yıl önceki boşanma davalarının dosyasının getirtilmesine karar veriyor.
Namus şiddeti
Üç dosyada da dehşete düşüren ortak nokta, namus-iffet vurgusu. Tecavüz elbette ki sadece Türkiyeli kadınların maruz kaldığı bir saldırı biçimi değil. Ancak Türkiye'de tecavüzün gerekçelendirilmesi ve namus arasında doğrudan ve güçlü bir ilişki var.
Son dönemde medyaya sıklıkla taşınan kadın cinayetleri gibi tecavüzler de birer namus şiddeti. Çünkü polise, yargıya, çoğu zaman medyaya göre kadınlar "iffetsiz" olduğu için tecavüze uğramakta ve/veya öldürülmekte.
Bu ülkede namus cinayetlerine "erkeğin namusunu koruduğu" gerekçesiyle indirim uygulanıyor, tecavüz davalarında da "kadın namussuz olduğu için" tecavüzcüye "iyi hal" indirimi veriliyor. Mağdur kadınlar, mahkemelerde birer suçluya dönüştürülüyor.
Kadınların gözetimi
Bu kararları besleyen bakış açısı, konusu kadın olan davaların kadınların gözetimine ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Kadın gözü ve takibi hukuka sinmiş erkek egemen bakış açısıyla mücadele edilmesi için gerekli olan araçları ve yolları göstereceğinden dolayı önemli.
İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Ortak Platformu bu sıralar, böyle bir takip peşinde. "Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) Kadına Karşı Şiddeti Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Yargı Üzerindeki Gözetim Kapasitesinin Geliştirilmesi" adı verilen proje, baş etmenin yollarını arama ve mücadele için atılmış önemli bir adım.
1 Nisan 2010'da başlayan, 18 ay sürecek proje kapsamında, Ankara, Şanlıurfa, Trabzon, Mersin, Adana, Van ve İzmir'deki kadına yönelik şiddet davalarının izi sürülüyor. Kararların nasıl dönüştürülebileceği ayrıntılarıyla irdeleniyor.
Proje sonunda, yargı kararlarının, yargının tutumunun uluslararası standartlarla uyumlu hale getirilmesi, örneğin Uluslararası Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni (CEDAW) referans alması amaçlanıyor.
Bir diğer amaç ise barolar, insan hakları örgütleri ve kadın hakları örgütleri arasında kadınlara karşı şiddetin ortadan kaldırılması hedefi doğrultusunda yargının sivil gözetimi alanında ortak çalışma alanlarının geliştirilmesi.
Ve nihai hedef; yargıdaki erkek gözüyle mücadele. Çünkü bu göz tecavüz mağdurlarını faile, namus cinayeti kurbanı kadınları ise katile dönüştürüyor. (NYT/BB)