* Fotoğraflar: Damla Atak
Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Suriye, İdlib’te Türk Silahlı Kuvvetleri konvoyuna düzenlenen saldırı sonrasında, 28 Şubat’ta Türkiye, AB'ye gitmek isteyen mültecileri durdurmama kararı alarak sınırlarını açtığını açıklamıştı. Hemen ardından yüz binden fazla mülteci, her şeyini geride bırakarak yeni bir hayata başlamanın umuduyla, kimisi yürüyerek, kimisi kendi olanaklarıyla, kimisi de belediyelerin tahsis ettiği otobüslerle Pazarkule sınır kapısına ulaşmak için yola çıktı.
Pazarkule sınır kapısına ulaşan mülteciler, buradan Yunanistan’a giriş yapmak istedi ancak Yunanistan güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle karşılaştı.
Sınır kapısının tel örgüler, otobüsler ve askerlerle kapatıldığını gören mültecilerin bir bölümü, sınır kapısının açılmasını beklemek için çadırlar kurarken, bir kısmı da botlara binerek, sınırı Meriç Nehri üzerinden geçmeye çalıştı.
5 Mart’ta Edirne otogarına ayak bastığımda, yüzlerce mülteci otogarın çevresinde, içerisinde ve arazideki metruk bir binada, vatandaşlardan ve sivil toplum örgütlerinden gelen yardımlarla bekleyişlerini sürdürüyorlardı.
Konuştuğum mültecilerin çoğu Afganistanlı, Türkmen, İranlı ve Suriyeli idi. Genel olarak hepsinin anlattıkları şeyler benzerdi: “Savaştan kaçtık, yorulduk, çok acılar yaşadık. Her şeyimizi kaybettik. Her şeyi geride bıraktık. Türkiye'yi çok seviyoruz fakat iş yok, para yok, sağlık yok. Gerekirse ölürüz fakat asla dönmeyiz.”
6 Mart sabahı, erken saatlerde Tunca Nehri kenarında, otogar çevresinde ve köylerde bekleyen mülteciler toplanarak, otobüse bindirildi. Beklemek istemeyenlerin bir kısmı otobüslerle İstanbul'a gönderilirken, beklemek isteyenler Pazarkule sınır kapısındaki mülteci kampına yerleştirildi.
Aynı gün öğlen saatlerinde sınıra çok yakın olan Karaağaç köyüne gittiğimde yüzlerce mülteciyle karşılaştım. Sınırın bir kısmı tellerle çevrelenmiş ve her 10 metrelik alana güvenlik için asker yerleştirilmişti. Mülteciler, günün belli saatlerinde askerler tarafından kontrollü biçimde açılan bu tellerden giriş-çıkış yapıyorlar, tarladan geçip Karaağaç’a gelerek temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlardı.
Akşamüzeri sınırdaki girişin kapanmasına az bir zaman kala, mülteciler dönüş yoluna koyulmaya başladılar. Kolluk kuvvetleri, gazeteciler dahil kimseye göz açtırmıyor ve çok sert müdahalede bulunuyorlardı.
Telefonla kayıt alan mülteciler, ağır hakaret ve küfüre maruz kalıyordu. Son bir hafta içerisinde onlarca gazeteci gözaltına alınmıştı. En sonunda kampa gizlice mülteci gibi görünerek girmeye karar verdim. Gerekli kamuflajdan sonra mültecilerle beraber tel örgülerden geçip kampa girdim.
Suriye'den gelen henüz 19 yaşında olan iki yakın arkadaş Muhammed ve Cuma bana yardımcı oldular ve geceyi kamp alanında güvenli bir şekilde geçirmemi sağladılar.
28 Şubat'ta başlayan süreç sonrasında Pazarkule sınır kapısında çatışmalar yoğun bir şekilde devam ediyordu. Yunanistan ve Türkiye güvenlik güçleri karşılıklı olarak birbirlerine göz yaşartıcı gaz ve duman bombaları atıyor, Yunanistan'ın müdahaleleri sonucunda birçok mülteci ciddi şekilde yararlanıyordu. Plastik mermilerin de kullanıldığı çatışmalar esnasında çok sayıda mülteciye ve çadıra mermi isabet etti. Göz yaşartıcı gaz ve dumandan bebekler, çocuklar ciddi bir şekilde etkilendi. Çatışma bütün gece sabaha kadar devam etti. Mülteciler şiddetli müdahaleden etkilenmenin yanı sıra özellikle sabaha karşı artan soğukla da baş etmeye çalışıyordu. Bütün gece çok üşüdüğümüzden ara ara ateş yakmak zorunda kaldık. Gazdan etkilenerek kusan bebeklerin ve soğuktan kuru kuru öksüren çocukların sesi, geceyi delip içimi acıtıyordu. Devletler arasındaki bu ‘insan pazarı’nda en çok onlar etkileniyordu. İnsanlığın bittiği sınırın tam ortasındaydım. Tüm bu olanlar içinde şaşkın, üzgün ve öfkeliydim.
Bütün gece uyuyamamıştım. Sabahın erken saatlerinde nehrin kenarına Muhammed'le yürüdüğümüzde kamp alanının korkunç koşullarına şahit oldum. O soğukta kimisi nehirde yıkanıyor, kimisi geceyi geçirebilmek için ormandan odun topluyordu. Çadıra döndüğümde kilometrelerce uzanan yardım kuyruğuyla karşılaştım. Mültecilerin bu yardımları alması saatler sürdü.
Çatışmanın çok yoğun olduğu öğlen saatlerinde, mültecileri sınıra yönlendirmek için tarla tarafındaki teller tekrar kontrollü biçimde açılıyordu. Biz de bu fırsattan yararlanıp, çıkmaya karar verdik. Gizli bir şekilde çıktığım bu çatışma noktasında, yaralı mı, ölü mü olduğunu bilmediğim bedenler yine mülteciler tarafından taşınıyordu. Tarladan çıkıp, köye ulaştığımda yorgun ve üzgün bir haldeydim. Muhammed ve Cuma, bu şartlara daha fazla dayanamayacaklarını söyleyip, çoktan İstanbul'a doğru yola koyulmuşlardı.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, mülteciler bir arada kalarak, birbirlerine destek olmaya çalışıyorlar. Türk kolluk kuvvetleri mültecilere Yunanistan kapılarını zorlamaları için baskı yapıyor. Temizlik ve hijyen açısından oldukça kötü durumda olan kampta binlerce mülteci zor şartlar altında tedirgin bekleyişlerini sürdürüyor... (DA/AS)