Sivil toplumculuk, bilirsiniz, hep anlatılır; iktidarlara (yerel veya ulusal) mesafeli durmaktır diye. Siyasal iktidarların; sivil örgütlülüğü etki altına alma, yönlendirme, hatta daha da ilerisi “yandaş” yapma tehlikesine, karşı durma açısından kelimenin tam anlamıyla “uyanık” olma, ilkeli ve kararlı durma gibi bir yapısının olması hep dillendirilir.
Sivil toplum örgütlerinin daha kurulurken adına resmiyette “tüzük” denilen amaç ve ilkeler manifestosu bölümüne baktığımızda bu varoluş gayesinin altının çizildiği göze çarpar.
Gönüllülüğü temel alarak büyük çoğunluğu da bu çerçevede çalışır. Süreç içerisinde kimileri zamanın ve mekânın nimetlerinden yararlanmak adına “tavizler” verseler de bu durum korunur.
Bu mantığın dışına taşıp da sistemlerin, iktidarların hatta devletin, adına “sivil toplum örgütü” dediği ama hiçbir sivilliği olmayan iktidarın istediği doğrultuda “sivil toplumculuk” yapan örgütlenmeler olsa da sivil toplumcular bu kategoriye girenleri genel olarak sivil toplumdan saymazlar.
Sivil Toplum Örgütleri bünyesinde çalışan sivil toplumcular; aslında bütün yaptıkları işlerin kendi çalışma alanları ile ilgili olarak gündelik hayatta sıradan insanın hayatına dair kaygıların, tasaların, dertlerin çözümü konusunda bir nevi destek, kolaylaştırıcı, bilgilendirici, hayata ve umuda dair güven verici işler yapmaktan geçtiğini bilir ve öylece çalışırlar.
Bu sebeple siyasetteki ihtirasın, muktedir hırslılığı üzerinden “ben bilirim”ci, “ben yönetirim”ci, hatta “ben vazgeçilmezim”ci edasına karşılık daha mütevazıdır sivil toplumcular.
Çoğu kez çok “öne çıkma”yı sevmez, zaten bunu beceremezler de! Üstelik bu anlayış ilkesel tutumlarına da aykırıdır. Bunu çok iyi bilirler.
Bütün bunların dışında sivil toplumcular siyasal “yandaş”lık üzerinden meseleye bakmazlar. Siyaseten karşı oldukları düşüncedeki insanların da kendi çalışma alanları ile ilgili sorunlarına umar olmak, çözüm üretmek için çaba içinde olurlar. Hem bu olmazsa olmazlarıdır zaten.
Bir gün iktidarın nimetlerinden yararlanırken devranın hep aynı muktedir eda üzerinden yürüdüğünü sananların, bir başka gün mağdur kimlikle ihtiyaç sahibi olarak bir sivil çare kapısına gereksinim duyulabileceğini ve o kapının da sivil toplumcuların kapısı olma ihtimalinin hayli yüksek olduğunu bilirler.
Bütün bu “sivil toplum” girizgâhını niye yaptım ki sahi!
Yaptım işte…Bir nedeni var tabii ki!
Benim neredeyse yirmi yıldan fazla bir zaman diliminden bu yana ağırlıklı olarak Kültürel ve Sanatsal alan üzerinden kelimenin tam anlamıyla Sivil Toplumculuk yaptığını bildiğim ve buna yürekten inandığım İş İnsanı kimliği de olan Osman Kavala bir aydan fazladır tutuklu.
Kendisini tanıdığım tarihlerden bu yana Osman Kavala’nın belki de birçok sivil toplumcuya örnek olduğunu, olunacaksa Kavala gibi sivil toplumculuk yapılması gerektiğini defalarca duyduğumu bilirim.
Hem sadece İstanbul üzerinden değil, ülkenin doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün coğrafyalarında bir derviş tavrında, sesinin tonunu asla yükseltmeden, karşıdakini can kulağıyla dinleyip çözüm üretmek için gayret gösteren naiflikte bir adamdır Osman Kavala.
Bütün azınlıkların, her türden hak mağduriyetlerinin sanki ilk akla gelenidir de…
Birçok alanda ve kendisiyle ilişkilenen bütün zamanlarda adeta bir köprüdür Osman Kavala.
Kendi adıma böylesine zamanlarda sıkça kullanılan ama benim de kullanmam gereken adına “Akıl Tutulması” denen bu tuhaf halin, Osman Kavala üzerinden daha fazla sürdürülmesinin anlamsızlığına sahiden inananlardanım.
Umuyor ve diliyorum ki; Osman Kavala’nın tutukluluğu tez zamanda sonlandırılıp özgürlüğüne kavuşur… Çünkü Osman Kavala, Sivil Toplumculuğun insana değen somut yüzüdür de ondan… (ŞD/EA)