Resmi söylemin “Kardeşlik” kelimesini gasp etmesinden çok önce yazmış Cemal Süreya; “... Ama kardeşin kardeşe vurduğu hançer, iki ciğer arasında bağlantı kurar” diye...
Uğruna devletin kuşkusuz sahip olmadığı organlarını - “elini, bedenini, canını”- ortaya koyduğunu iddia ettiği, her fırsatta dilinden düşürmediği ama kalbinde de yer açmadığı “kardeşlik” kelimesini artık muktedirin dilinden azat etmenin, onu oluşturan tüm güzel anlamların hakkını vermenin tam zamanı bugün...
Vahşetin kuşattığı Kobanê’den ve binlerce savaş mağdurunun sığındığı sınır kasabası Suruç’tan gelen haberleri tedirginlikle takip ederken, geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya düşen bir fotoğraf, günlerdir ilk defa yüzümüze bir gülümseme, yüreğimize bir ışık armağan etti.
Şuruç’taki çadırkentte, bir pandomim sanatçısının gözünden bilemediğimiz diyarları gören bir çocuk ve etrafında gülüşen, o diyara tanıklık eden onlarca çocuk...
İşte o fotoğrafın izinden gidip, pandomim ve kukla sanatçısı İlker Kılıçer’e ulaşıyoruz ve Suruç’a gidiş hikâyesini, orada neler yaşadıklarını öğreniyoruz...
Seni tanıyabilir miyiz? Nerede yaşıyorsun, kaç senedir pandomim ve kukla ile uğraşıyorsun?
İzmir'de yaşıyorum. Yaklaşık 10 senedir pandomim ve iki senedir de kukla tiyatrosuyla uğraşıyorum.15 yıla yakın bir zaman da tiyatro geçmişim var. Yaratılarımı daha çok sokaklarda sergiliyorum.
Suruç’a gitme kararını nasıl aldığından bahsedebilir misin?
Hayatın her alanında bütün haklı direniş alanlarında yer almaya çalışıyorum. Oyunlarımı da gittiğim yerdeki isyanın zeminine göre biçimliyorum. Evet, devletlerin gizli ve kirli anlaşmalarla desteklediği cani bir güruh ve katletmeye çalıştığı bir halk var. Elbette orada Kürt kardeşlerimin yanında olmalıydım. Daha çok çocuklar ile ilgili bir şeyler yapmak için malzemelerimi hazırladım ve çıktım yola...
Orada kaç gün kaldın, nerede konakladın? Kaç gösteri yaptın?
Yaklaşık üç gün kaldım. Geceyi sınırda geçirdik. Sivil nöbet tutuyorduk. Gündüzleri iki çadırkentte kukla ve pandomim gösterileri yaptım çocuklara. Sonra mim atölye çalışmaları gerçekleştirdik birlikte.
Suruç’taki çadır kentteki insanlardan ve oradaki çocukların durumundan bahsedebilir misin? Seni nasıl karşıladılar?
Suruç'a girdiğimde çadırkent dışında sokaklarda yaşamaya çalışan yüzlerce aile gördüm. Kimi duvar diplerinde kimi inşaatlarda kimi boş dükkânlarda battaniyelere sarınmış Kobane'den gelecek müjdeli bir haberi bekliyorlardı. Çadırkentlere girdiğimde yine yüzlerce çocuk ne yapacağımı tahmin ediyorlarmış gibi peşime takıldı. Kuklaları bavulumdan tek tek çıkarınca çok heyecanlandılar. Oyunlarımı ilgiyle izlediler. Yaşadıkları travmanın farkında olmalarına rağmen inadına gülüş sergiliyorlardı. Ben buna duruş diyorum. Giderken en unutamadığım fotoğraf bu oldu.
“Düşlerin nasıl bombalandığını görüyorduk...”
Suruç’a gitmeden önce kafanda şekillenen tablo nasıldı? Gittikten sonra ve yaşadıklarına bakarak oraya dair anlatabileceğin şeyler nelerdir?
Ailelerle birebir, çadır çadır dolaşarak sohbet ettik. O yokluk içerisinde bile bir şeyler paylaşma telaşındaydılar. Biri elindeki iki mandalinayı eşit parçada dağıtmaya çalıştı bize. Biri ısırılmış çikolatayı bölümledi. Biri suyunu dağıttı... Her şeylerini paylaşıyorlardı. Hem de hiçbir şeyleri yokken. Evet, hiçbir şeylerini paylaşıyorlardı onlar... Boşlukları bile doldurulmaya değer kılıyorlardı.
Sınır algımsa, sinemalarda gördüğüm kitaplarda okuduğum kadarıylaydı. Fakat kıyılarına indiğimde beni gerginleştiren bomba ve mermi sesleriyle birlikte aslında hiç te kitaplarda okuduğum ya da sinemalarda izlediğim bir sınır olmadığına karar verdim... Bir kilometre ötede ekransız canlı bir savaş izliyorduk. İnsanların, hayvanların, ağaçların, evlerin sokakların anıların, düşlerin nasıl bombalandığını görüyor ama hiçbir şey yapamıyorduk. Çekilmiş çizgilerin hatırına devletin namlusu ensemizdeydi. Bu "elden bir şey gelmezlik" bizi kahretmişti.
On saniye de olsa savaşı unutabilmek
Savaşın göbeğinde yaşayan çocukları güldürmek, eğlendirmek nasıl bir duygu? Neler hissettin onlarlayken?
Birçoğunun babası, annesi, abisi ya da ablası savaşmaya gitmiş. Kimi öldürülmüş, kiminden hala haber alamıyor. Sevdikleriöldürülmüş, yaralanmış. Mayınların gölgesinde serinlemiş, boş mermi kovanlarını iplere dizmiş bir çocukluktan bahsediyoruz. Bir anda unutmanın mümkün olmadığını biliyorum ama en azından onları başka bir dünyanın mümkün olduğuna inandırmak istedim. Evet, bir yanda savaş naraları var ama bir yanda da lunapark. Oynarken bedenimi gülümsettim. Çocukların henüz görmedikleri rüyalara böldüm kendimi. Onlar kahkaha attıkça daha bir çiçeklendim ve durmadan boy verdim heyecanlandıklarını görünce...
Kobaneli çocuklar için herkesin yapabileceği mutlaka bir şeyler var. Oradaki gözlemlerine dayanarak en çok ihtiyaç duyulan şeylerden ve neler yapılabileceğinden bahsedebilir misin?
Sanat icra eden tüm arkadaşlar çadırkentlerde varlıklaşabilirler. Bu aynı zamanda kendilerini tanıma fırsatı da yaratacak. Çocuklar ne yaparsanız sevineceklerdir. Onlara on saniye de olsa savaşı unutturmak çok şey demek. Tiyatrocu arkadaşlar sözlü çocuk oyunu ile gelmek istiyorlarsa Kürtçe bir altyapı oluşturmaları gerekir. Mesela çocukların oyuncakları yok. Hiçbir görsel sanat katkısı olmasa bile oyuncak getirilebilir. Ayrıca yüz boyama, sosis balon katlama, resim ve ritim atölyesi gibi etkinliklerde de bulunulabilir.
Bazı temel ihtiyaç eksiklikleri var. Bebek maması ve kuru gıda sürekli tükeniyor. Bu arada kış geliyor, özellikle kalorifer tipi elektrikli ısıtıcılara ihtiyaç var. Bir de her zaman olduğu gibi depo, yemek dağıtımı,temizlik ve mutfak gibi alanlarda koordinasyonu sağlayabilmek için gönüllü insan gücüne ihtiyaç var. Bu konuda da duyarlı arkadaşları bilgilendirebiliriz. (GK/HK)